Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı sıfatını kullanarak çıktığı “show”da Yargı Reformu Strateji Belgesi’ni açıkladığında Mayıs ayının 30’uydu.
“O ses”e tahammül edemediğim için televizyonda izlerken sesi tamamen kapatmıştım ama Allah için iyi gösteriydi.
Ertesi gün ben de dahil olmak üzere bütün “iyimser” (yoksa saftirik mi deseydim) köşe yazarları “hadi inşallah” dedik.
Ben yine de her hangi bir ihtimale karşı yazının başına da şu cümleyi koymuştum:
“Bu memlekette söylenen böyle güzel şeylere rağmen çok az şeyin değişebildiğini görecek kadar da yaşamış bulunuyorum.”
Bingo!
Yargı Reformu, Meclis tatile girene kadar yetişmiyor, sonbahara kalacakmış.
Aslında yetişmeyen bir şey olmadığını da biliyoruz.
Adalet Bakanlığı bunun üzerinde aylardır çalışıyordu, hazırlanan ilk paket de Recep Tayyip Erdoğan’a, belgenin açıklanmasından bir ay sonra sunulmuştu.
O günlerde gazetelerde paketin 65 maddeden oluştuğuna ilişkin haberler de yayınlanmış, kimse de bu haberleri yalanlamamıştı.
Yani aslında her şey hazırdı.
Tıpkı öteki kanunlarda olduğu gibi bu paketi bir torbaya atmaları ve “kaldır parmak, indir parmak” yasalaştırmaları mümkündü.
Ama yapmadılar.
Çünkü “koalisyon ortağı MHP’yi ikna edemediler”!
MHP, organize suç çetesi yönetmekten mahkum olarak cezaevinde yatan Alaattin Çakıcı’nın salıverilmesini sağlayacak bir düzenleme istiyormuş filanmış da falanmış!
Aslında ne olduğu açık:
Recep Tayyip Erdoğan, bir kez daha seçilebilmesinin ancak ve ancak MHP ile ittifakı koruyabilirse mümkün olabileceğini görüyor.
Öyle bile garanti değil ama seçilme ümidini en azından canlı tutan şey bu ittifak.
Onun için MHP’nin sözünden çıkamıyor.
Sözünün üzerine söz söyletmemeye alışmış Erdoğan, Bahçeli karşısında “diklenmeden dik duramıyor” ya, bu durumun ruhunda ne fırtınalar kopardığını tahmin edebiliyorum.
Mesele sadece Alaattin Çakıcı meselesi olsaydı, Erdoğan’ın da buna bir itirazı olmazdı.
Bizim memleket böyledir. Mafya politik olarak kendi yanlarındaysa, bundan rahatsızlık duymazlar.
Bakın, öğretim üyelerini kendi kanlarında boğmaktan filan söz eden mafya şeflerine bir şey oldu mu?
Esas mesele MHP’nin yargı reformuyla birlikte hayata geçirilerek ülkede sınırlı da olsa bir ferahlama yaratacak her şeye karşı olması.
Onun için bakmayın siz Numan Kurtulmuş’un “gelecek dönemin ilk işi bu olacak” demesine.
İşte buraya yazıyorum, Devlet Bahçeli izin vermez ise öyle bir şey olmayacak!
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, kısaca “İstanbul Sözleşmesi” olarak biliniyor.
Güzel şehrimizin adını taşıyor olmasının nedeni, Avrupa Konseyi üyesi devletlerin imzasına 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da açılmış olması.
Türkiye, ev sahibi olarak bu sözleşmeyi ilk imzalayan ülke.
14 Mart 2012 tarihinde de TBMM tarafından onaylanarak, Anayasamıza göre kanun değerinde bir hukuk normuna dönüştü.
Tıpkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi!
Sözleşme, AKP iktidarında imzalandı. AKP çoğunluğunun da katılımıyla TBMM’de kabul edildi.
Ve AKP iktidarı, bu sözleşmeden hiç hoşnut değil.
Fıkra gibi değil mi?
Çünkü bu sözleşme “her türlü cinsel yönelim sahibi bireyin şiddete ve ayrımcılığa karşı devlet güvencesinde olmasını” emrediyor.
Bu yılın Haziran ayının 4’ünde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’nin bağlayıcı olmadığını savunarak “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projeleri’ne karşı oluşan rahatsızlığı” anladığını söyledi.
Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’yı takmadığının bir örneği daha” deyip geçmiştim o zaman!
Bununla ilgili söz almak isteyen, AKP’ye yakın kadın kuruluşu KADEM sözcüsü de toplantıya katılanlar tarafından yuhalandı.
Karar gazetesinde İbrahim Kiras ve Elif Çakır’ın yazılarından anlıyoruz ki bu sözleşme AKP’de için için yanmakta olan bir tartışmaya konu olmuş.
Tartışmalardan anladığım kadarıyla, AKP içindeki bir grup bu sözleşmenin eşcinselliği teşvik ederek, Türk aile yapısını sarsacağını savunuyor.
Komik değil mi?
Demek ki birilerinin sırf bir sözleşme imzalandı diye gidip eşcinsel olmaya karar vereceklerini düşünüyorlar. Ve muhtemelen bunun “bulaşıcı” da olduğuna inandıkları için de paniklemişler !
Merak etmeyin, bulaşıcı değildir çünkü bir hastalık değildir.
Memleketin İslamcılarının kadın ve erkek eşitliğine “fıtrata ters” diye karşı çıktıklarını biliyorduk ama eşcinsellerin şiddete ve ayrımcılığa maruz kalmalarını savunduklarını da bu vesileyle öğrenmiş olduk.
Yani eşcinselleri damdan atıp cezalandırmak için mutlaka IŞİD’çi olmak gerekmiyor, sıradan bir siyasal İslamcıya da aynı “ceza” makul gelebiliyor!
Şimdi merak konusu, bu sözleşmenin uygulanması için oluşturulmuş STK platformunda da yer alan KADEM’in geleceği!
Cumhurbaşkanı’nın kızı da bu derneğin genel başkan yardımcısı.
Dün derneğin başkanı ve başkan yardımcısı bir basın toplantısı düzenleyerek kendilerini savundular.
Meğerse sözleşmenin sadece kadın – erkek eşitliği kısmıyla ilgililermiş!
Derneğin genel başkanı şöyle diyor:
“Müslüman bir kadın olarak feminizmin kazanımlarından çok daha köklü ve güçlü bir medeniyetin imkânlarına sahibiz.”
Bu cümleyi biraz açabilseydi ne kadar iyi olurdu. “Günümüz Müslüman dünyasındaki kadınların kazanımları” konusunu yani!
Hanımefendi, bu konuyla ilgili bir kitap yazacak olursa, “dünyanın en ince kitabı” kategorisinde Guinnes rekoru kırmak için “En Lezzetli İngiliz Yemekleri” kitabı ile başa baş yarışacaktır.
Kazanma olasılığı da hayli yüksek, ben söylemiş olayım!