İstanbul’daki seçimin iptaline şaşırdığımı söyleyemeyeceğim.
İlk günden beri reddedilmesi gereken itirazların incelenmeye başlanması, ilk ipucuydu.
İdari bir karar ile kamu görevinden çıkarılanların seçilme ve seçme haklarının kısıtlanabileceğine oy verebilen yargıçların bulunduğu bir heyetin neler yapabileceğini tahmin etmek zor değildi.
AKP ve koalisyon ortağının iptal gerekçelerinin tümünün palavra olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş olduk.
“On binlerce kısıtlı oy kullandı” dediler, yalan çıktı.
“On binlerce taşıma seçmen var” dediler, palavra olduğu anlaşıldı.
40 bin küsur sandık görevlisi memur değil dediler, yalan çıktı.
Seçim sonucunu etkileyecek bir sorun yoktu ama seçimi iptal ettiler.
Bu YSK heyeti, kararıyla kendisini yalanladı, hukuk tarihimizin utanç listesine girmeyi hak etti.
Türkiye’de yargının da geldiği yer burasıdır işte!
Seçim sandığına darbe, yargı marifetiyle yapıldı.
Ekrem İmamoğlu’na oy veren seçmende ağır bir öfke oluştuğunu herkes görüyor olmalı.
Şuna emin olabiliriz ki bu öfkeyi kullanmak isteyeceklerdir.
Öfkenizi, tekrarlanacak seçim için oy kazanmaya kullanın.
Kendinizi, seçmen iradesine karşı yeni bir saray darbesi hazırlama peşinde olacak provokatörlere kullandırmayın.
Kaynağı belirsiz iddiaları, haberleri, söylentileri yaymaya hizmet etmeyin. Trollere yem olmayın.
Şimdi yapılması gereken şey, oyunuza sahip çıkmaktır.
Bu da seçim günü gidip oy vermekle başlayıp, bitecek bir iş değildir.
Yeni seçim dünden itibaren başladı. Seçim günü son oy sayılana ve tutanağa geçirilene kadar da sürecek.
Bu süreçte aktif olarak görev alın.
Rejimin neyi hedeflediği AKP Genel Başkanı’nın sözlerinden kolayca anlaşılıyor.
Seçime kadar gerginliği tırmandıracaklar ve muhalefeti tahrik etmeye çalışacaklar ki 31 Mart günü şu ya da bu nedenle Binali Yıldırım’a oy vermeyen seçmenlerini mobilize edebilsinler.
Haziran seçimindeki taktiği uygulayacaklar, iktidarları için canların yanmasına göz yumacaklar.
Rejimin bu tuzağına düşmeyin, insanları kazanmaya odaklanın.
Rejim, en büyük hatasını yaptı.
Onu sandığa gömmek, gerekirse bir daha, bir daha gömmek artık İstanbul halkının elinde.
***
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan (değişik fikir ve inançlara sahip 80 milyonluk bir ülkenin Cumhurbaşkanı olduğunu hatırlayıp, ona uygun davranana kadar kendisinden bundan sonra bu şekilde söz edeceğim) İstanbul seçiminin iptali üzerine görüşlerini – eleştirilerini dile getiren iş insanlarına çattı:
“Ekonomi ile mi uğraşıyorsun? İş adamı mısın? Sen işini yap, sana düşeni, sandığına git oy kullan ama kalkıp da seçim yargısının bu noktada vermiş olduğu karara adeta müdahale mahiyetinde açıklamalar yaparsanız bu sizin de nerede durduğunuzu, nereye oturduğunuzu gayet güzel bir şekilde ortaya koyuyor. Müsaade edin de bizim de size bakış açımız değişecektir. Biz bu ülkede siyaset yapıyoruz.”
AKP liderinin demokrasi anlayışını özetleyen küçük bir paragraf!
Kusura bakmasın ama “herkesin kendi işini yapıp, siyaseti sadece siyasetçilere bırakmasının istendiği düzenler” pek makbul rejimler değildir.
Nitekim kendisi gibi düşünmeyenleri bekleyen şeyin ne olduğunu da açıkça söylüyor: “Size bakış açımız değişir.”
Normal bir demokraside, yöneticilerin, yönetilenlere bakış açılarının değişmesinin bin özel anlamı olmaz.
Hukuk vardır, güçler ayrılığı vardır, vatandaşların hakları koruma altındadır. Dolayısıyla yönetici ile yönetilen istediği kadar farklı tellerden çalsın, “bakış açısı” istediği kadar değişsin, bir sonuç doğurmaz.
Ama adına ister otoriter deyin, ister faşist deyin, ister totaliter deyin, o tür rejimlerde yöneticinin, bir vatandaşa “bakış açısı” değişti mi, vatandaşın başına gelmeyen şey kalmaz.
Gerçi o rejimlerde, muktedirin çıkıp bu tehdidi ortalığa sallaması da gerekmez ama biz daha belli ki emekleme aşamasındayız.
Nitekim iş insanları da zaten bunu bildikleri için seslerini fısıldar gibi çıkartıyorlar.
Önlerinde milyar dolarlık vergi cezası ödemek için malını mülkünü satmak zorunda kalan Aydın Doğan örneği var, aynı şey başlarına gelsin istemiyorlar.
Onlara da küçük bir not: Korkunun ecele faydası yoktur. Kurmak istedikleri rejimde, size de yer yok, bunun hâlâ farkına varamadınız mı?
Elinizden her şeyinizi alıp, kendi zenginlerine vermek istediklerini hâlâ göremiyor musunuz?
***
Benim “meczup” diye tanımladığım, kamuoyunun “fesli” diye bildiği Kadir Mısıroğlu ölünce AKP kodamanları cenazesine koşuştu.
Baktım TBMM Başkanı orada, Numan Kurtulmuş, Damat Berat Paşa (padişah damatları hemen paşa olurlardı, niye Saray’ın damadına da bu unvan verilmiyor?), Nurettin Canikli filan hepsi tabutun önünde saf tutmuş.
Bu adam ölümünden önce “Kurtuluş Savaşı’nı keşke Yunan kazansaydı” diyebilen birisi.
O tabutun önünde saf tutan bu zevata hatırlatmak isterim ki o adamın dileği gerçekleşmiş olsaydı, uyruğunuz farklı olurdu.
Başka bir cümle kurmuştum ama sonra yazmaktan vazgeçtim.
Belli ki son derece kısır bir düşünsel ortamda yaşadığınız için Meczup Kadir’i adam zannettiniz.
Tıpkı bir zamanlar bir başka meczup, Fethullah’ı adam zannedip, önünde el pençe divan durduğunuz gibi.
***
Hasan Cemal’e, terör örgütü propagandası yaptığı gerekçesiyle 3 ay 20 gün ceza verdiler, 3 bin 360 TL para cezasına çevirdiler.
Hasan Cemal’in terör örgütü propagandası yaptığı iddiasına kargalar bile güler ama belli ki siyasi baskı altındaki mahkeme kendini bir ceza vermeye mecbur hissetti.
Bu kararın bir paçavraya dönüşerek yok olacağını göreceğiz.
Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ya da AİHM bu kararın hukuk dışı olduğunu tespit edecek.
Hepimiz için utanç verici olması gereken şey ise bütün bunları bile bile yargıçların mahkumiyet kararı vermek zorunda kalmaları.
Erdoğan rejimi, birçok kurumu yıprattı, yok etti ama en büyük kötülüğü yargıya yaptı.
Türkiye’de insanların AİHM’ye, Türk yargısından daha fazla güveniyor olmalarına en çok üzülmesi gerekenler yargıçlarımız, savcılarımız olmalı.