Bazen filmlerdeki gibi doğaüstü güçlere sahip olmak istiyorum.
Mesela, geçen gün bir yolunu bulup, Recep Tayyip Erdoğan'ın zihninin içine girebilmek için neler vermezdim.
Suudi Veliahdı "The Killer" Muhammed bin Selman'ı, uçağın merdivenlerine kadar uğurladığını gösteren fotoğrafı görünce bunun için dayanılmaz bir istek duyduğumu itiraf edeyim.
Böyle karelere eski siyah – beyaz Türk filmlerinde rastlardık: Aşıklardan biri eğitim için yurtdışına gidiyor, geride kalan uçağın merdivenlerinin dibinde buruk bir ifadeyle beyaz ipek mendilini sallıyor!
Benim için nostaljik duygulara da yol açtı yani.
Prens Selman uçağın merdivenlerinin üst başında, kapıya gelince dönmüş, havaya kaldırdığı sağ elini sallayarak veda ederken sol eliyle de kadurasını rüzgârın azizliklerinden korumaya çalışıyor.
Muzaffer bir komutan edası içinde; sanırsın General Patton, Messina'ya giriyor!
Uçağın merdivenlerinin alt başında ise Recep Tayyip Erdoğan.
Dünya lideri, diklenmeden dik duran adam!
Sağ elini sallıyor. "Güle güle git, yolun açık olsun" anlamında.
Yüzünden düşen bin parça sanki.
Onun için zihnine girebilmeyi isterdim, o anda neler düşünüyordu diye.
Buruk bir ifade var yüzünde. Gözaltı torbaları da biraz daha şiş gibi ama üzüntüden mi yoksa yoğun çalışma trafiğinden mi, karar veremedim.
Aslında bu yaptığından çok da hazzetmiyor olmalı, çünkü biliyoruz ki kendisi "kinine sahip çıkan" bir karakter.
Biliyoruz derken öylesine söylemiyorum.
Kinine duçar olan iflah olmuyor, yeter ki Türk olsun, elinin ulaşabildiği mesafede dursun!
Gençlere de hep bunu öğütlüyor zaten.
Daha yakın bir zaman öncesine kadar "katil" dediği birisini uçağın kapısına kadar uğurlamak vicdanına da ağır gelmiş olmalı.
Karşılarken 21 pare top attırması, kapılara çıkması, prense kral muamelesi yapması da cabası!
Üstelik bunu "bir avuç dolar için" yapıyor ama o paranın ucu da gösterilmemiş.
Aynı prens, Türkiye'ye gelmeden önce Erdoğan'ın kin beslediği bir başkasına, Kahire'de Sisi'ye uğramış; 7 milyar 700 milyon dolarlık ekonomik anlaşma imzalamakla da kalmamış, 30 milyar dolarlık yatırıma da öncülük etme sözü vermiş.
Hem para için sözünü yalayıp yutmuşsun, hem de paraları seninle alay eder gibi "kanlın" Sisi'ye vermişler.
Bunun ruhunda nasıl fırtınalar kopardığını tahmin edebiliyorum.
Böylece bir "diplomasi dersi" de almış oluyor.
Ülkelerin çıkarları vardır ve bu çıkarlarını korumak esip gürleyerek, ona buna parmak sallayarak korunmaz.
Prensiplerinin varlığının kabul edilmesini ve saygı duyulmasını istiyorsan, görüşlerini asgari diplomatik terbiye sınırlarının içinde kalarak ifade etmen gerekir.
Bunu unutanlar, tıpkı Erdoğan gibi "ifrat ile tefrit" arasında böyle gider gelirler.
Üstelik ağızlar torba olmadığı için arkandan da konuşurlar: Bu ne oportünizm diye!
Ne onu yap ne buna maruz kal!
Konu fotoğraftan açıldı, bu hafta başında yayımlanmış bir fotoğraf üzerine de birkaç şey söylemek istiyorum.
Fotoğraflar, Diyanet İşleri Başkanı'nın eşinin, ki kendisinden meşihatta "hanımefendi" diye söz ediliyormuş, Başkanlık'ın değişik etkinliklerinde çekilmiş. Ben de T24'te yayımlanan haberde gördüm.
"Meşihat" kelimesini bilerek kullandım, çünkü Ali Erbaş'ın kendisini "şeyhülislam" zannettiği ile ilgili bir fikrim oldu zaman içinde.
"Meşihat", şeyhülislamlık makamı oluyor ki Ali Erbaş'ın bu durumunda doğru kullanım sayılmalı.
"Hanımefendi" katıldığı etkinliklerde çantasını koruma polisine emanet etmiş, o da elinde çantayla etkinliğin bitmesini bekliyor.
Benzeri bir durum daha önce de bakan eşleriyle ilgili olarak gündeme gelmişti, hatırlarsınız.
Hanımefendilerin atladığı gerçek şu ki koruma polisi, hanımefendileri dışardan gelebilecek saldırılara, şiddete karşı korumak ile görevli.
Eline çanta, şemsiye tutuşturursanız bu görevini zamanında, eksiksiz olarak yerine getirmekte zorlanır.
O anda karar bile veremez "çantayı yere atıp silahıma davranayım mı, yoksa çantaya yazık olur mu" diye.
Ki fotoğrafta polisin elindeki çantanın, Chanel marka olduğu anlaşılıyor; memur maaşıyla almak için iki yıl kuru ekmek yemek gerekebilir.
Bizim siyasal İslamcıların eşleri maşallah bu tür pahalı çantalara çok meraklılar.
Erdoğan'ın eşinin Hermes'ini de unutmayalım.
Erdoğan'ı eleştiriyorlar, maaşını 141 bin lira yapıyor diye, o parayla bu devirde bir Hermes'in sapı alınamaz, bunu unutuyorlar.
Her neyse, konumuz bu değil zaten.
Koruma polislerinin eli kolu boş olmalı ve dikkati de doğrudan doğruya koruduğu kişi olmalıdır.
Çanta, şemsiye, eşya vs. taşıtmak için başkalarından yardım isteyin ya da en iyisi kendiniz taşıyın.
Bu görevlere gelmeden önce kendi çantanızı, şemsiyenizi taşıyabildiğinize göre bundan sonra da taşıyabiliyor olmalısınız.
Bu yüzden boncuklarınız dökülmeyecektir.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun "maymuna bak" oyunlarından biri de LGBTİQA+ vatandaşları ayrıştırmak, ötekileştirip, nefret objesi haline getirmek.
Bunun için akla gelmedik yalanlara başvurmaya da çekinmiyor.
Mesela ABD ve AB'nin, Türkleri LGBT yapmak için özel planlar hazırladığını bile iddia ediyor.
Bunu yapıyor çünkü konuşması gereken asıl soruların konuşulmasını engellemek derdinde.
Bunun için kaymakamlıklara talimatlar gitti, açık havada toplantı alanı göstermelerinden vazgeçtim, kapalı alanlarda yapılacak LGBTİQA+ Onur Toplantıları'nı bile iptal ettiriyor.
TC vatandaşlarının, Anayasa ve AİHS'den kaynaklanan haklarının kullanılmasını engelliyor.
Eline IŞİD ya da Taliban yetkileri geçse kim bilir daha neler yapacak.
Ama bu yaptıkları, öteki yaptıklarının üstünü örtmeye yetmeyecek, ben söylemiş olayım.
Gözünü Erdoğan sonrasında AKP'nin başına geçmeye dikmiş ancak bu sorular nereye giderse gitsin, peşinden gelecek, onun için şimdiden yanıtlamaya çalışsa iyi olur.
Bu soruları 36 haftadır soruyorum. Arada atladıklarımız da oldu demek ki neresinden baksanız sene – i devriyesini kutlayacağız!
1 – Kendisine gazeteci süsü veren birisi, iş adamı Sezgin Baran Korkmaz'dan, İçişleri Bakanı Soylu'ya verilmek üzere 10 milyon Euro istedi.
Korkmaz bu amaçla "kendisine operasyon çekilirken bazı adamlarının içeride rehin tutulduğunu" da söylüyor.
Bu iddiaya göre Soylu, bir iş adamından avanta 10 milyon Euro istemekle kalmamış, bir de devletin polisini mafya tetikçisi olarak kullanmış!
2 – Ankara ve İstanbul belediyelerinin elinden aldığı yolsuzluk dosyalarını saklayıp, savcılıklara göndermeyen İçişleri Bakanı, "mafyadan para alan AKP'li politikacıyı" da biliyor ama açıklamıyor.
AKP yöneticilerini ve milletvekillerini de bu durumun hiç rahatsız etmediğini görüyorum. Dışardan size bakanlar her birinizin bu adam olabileceğini düşünebilir, bunu hiç aklınıza getirmiyor musunuz?
"Muhafazakâr hassasiyetlerinize" ne oldu?
Aralarında "bu iş bize bulaşmasın, kimse bu adamı açıklayın kardeşim" diyecek bir babayiğit çıkmıyor.
Üstelik mafya tarafından maaşa bağlanmış AKP'li politikacının adı bir soruşturma dosyasında da var.
Bakan da büyük olasılıkla oradan öğrendi zaten.
Mafyanın maaşa bağladığı politikacıyı savcı neden koruyor? O da mafya politikacısının ortağı mı?
3 – Adalet Bakanı Yardımcısı yapılan bir savcı ile bir hâkim, olmayan bir MASAK raporunu gerekçe göstererek, Sezgin Baran Korkmaz'ın mal varlığı üzerindeki tedbiri kaldırdılar.
Böylece 150 milyon dolarlık malın kaçırılması mümkün oldu.
Adalet Bakanı, yardımcısına bunu nasıl yapabildiğini hiç sormuyor mu?
Savcı ve hâkim bu işi nasıl oldu da yapabildi?
Emir mi aldılar, para mı aldılar?
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya’da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi Denizli Lisesi’nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü’nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara’da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi’nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş’e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu’nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları’nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları’nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet’e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu’nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık’ın 1 Numara Yayıncılık’a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30’u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu’nun CEO’luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018’den itibaren T24’te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı”, “Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma”, “Aşktan Sonra Hayat Var Mı”, “Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür” isimli kitapları yayımlandı. “Aşk Herşeyi Affeder mi” isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. “Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci” olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |