Osman Kavala'yı ağırlaştırmış müebbet hapse, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay ve Yiğit Ali Emekçi'yi de darbe teşebbüsüne yardımdan 18'er yıl hapis cezasına çarptıran mahkeme üyelerinden biri, eşi tarafından Fetullahçılığa da bulaşıklığı olan bir AKP üyesiydi.
Fetullahçı çetenin yargıdan temizlenmesi sürecinde ciddi bir hâkim ve savcı açığı ortaya çıktı.
2017'den başlayarak avukatlara hâkim ve savcılığa geçiş imkanının verilmesiyle birlikte de partili avukatların, adalet sistemine hâkim ve savcı olarak sokulmasına hız verildi.
Hatırlarsınız, AKP'li avukatlar yazılı sınavı geçebilsinler diye 70 olan baraj puan da indirilmişti.
Sonrasını da mülakat sırasında hallettiler.
Yazılı sınavda yüksek not alan birçok aday parti bağlantısı olmadığı için elenirken, partili avukatlara savcılık ve hakimlik mesleğinin yolu açıldı.
Ve işte bu hâkimler, Gezi davasında da görüldüğü gibi kendilerini Anayasa ve kanunlar ile bağlı hissetmiyorlar.
Bağlı oldukları yer AKP ve onun genel başkanı.
İktidar koalisyonunun seçim yasasında yaptığı değişikliğin nedeni de işte bu tür hakimlerin Seçim Kurullarına başkanlık edebilmesini sağlamaktır.
Ortada herhangi bir kanıt yokken bir insanı ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edebilen hakimlerin, ilçe ve il seçim kurulu başkanı olduklarında, itirazları nasıl değerlendireceklerini tahmin etmek, falcılık olmaz.
Seçim sırasında da kendilerine verilen talimatları sorgusuz sualsiz yerine getirirler, buna emin olabilirsiniz.
Zaten bir örneğini İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçiminde yaşamıştık.
Aynı zarftan çıkan dört oydan üçünün geçerli, birinin geçersiz olduğuna karar veren YSK üyelerini unutmayalım.
Ve iktidar koalisyonu şimdi bu hakimlerin "kura sonucu" seçim kurullarının başına geçmesi için gün sayıyor.
Türkiye, hâkim gözetiminde yıllardır seçim yapıyor ve bu uzun yıllar boyunca seçim kurullarının başkanları, yöredeki en kıdemli hâkim oldu.
Neden?
Çünkü zamanında düşünülmüştü ki en kıdemli hâkim, hukuk bilgisi ve tecrübesiyle karar verebilir. Artık emekliliğine de az kalmış olacağı için siyasi etki altına alınması da kolay değildir.
Önümüzdeki seçimde ise kurullar kelimenin tam anlamıyla Allah'a emanet olacak.
Bu kuralı seçime giderken değiştirmek istemelerinin "gerekirse seçimde hile itirazlarını baskılamaktan" başka nasıl bir gerekçesi olabilir ki?
Seçimde hile yapmayı planlamıyorlarsa, bugüne kadar tıkır tıkır yürümüş bir sistemi niye değiştirmek istesinler?
Anayasa Mahkemesi, seçim kanununda yapılan bu değişikliği iptal etmezse Türkiye "hâkim gözetimindeki serbest seçimlere" de veda edecek.
Hâkim gözetiminde serbest seçim, hâkimlik sıfatını taşıyan kişilerin o sıfatın hakkını verebilecek çapta olabilmeleriyle mümkün olur çünkü!
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu hakkında Ceza Kanunu'nun 301. Maddesini ihlal iddiasıyla savcılık soruşturması başlatıldı.
Tanrıkulu'nun soruşturmaya konu olan sosyal medya mesajı, 24 Nisan 1915 tarihinde, İstanbul'da gözaltına alınıp, sürülen Ermeni aydınların "kayboluşları" ile ilgili.
Tanrıkulu, "kötülüğün miladı olan bu tarihle yüzleşmeden gerçek adalet sağlanamaz" diyor.
TCK'nın 301. Maddesi şöyle:
"Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama
MADDE 301 - (1) Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve Devletin yargı organlarını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Devletin askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
(3) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.
(4) Bu suçtan dolayı soruşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır."
Tanrıkulu'nun sözünü ettiği olayların yaşandığı tarihte Türkiye Cumhuriyeti kurulmamıştı.
TBMM de yoktu. TC hükümeti de, TC yargı organları da yoktu.
Bir tek Türk milleti vardı.
Tanrıkulu'nun sözünü ettiği olaylar gerçekten yaşandı.
Bazı Ermeni aydın ve politikacıların tutuklanıp, İstanbul dışına sürüldükleri tarihi bir gerçek.
Daha sonra çoğundan haber alınamadığı da biliniyor.
24 Nisan gününün Ermeni iddiaları için bir önemli dönüm noktası olmasının nedeni de bu.
Bu sosyal medya mesajında Türk Milletini aşağılayan ifadeyi ben bulamadım, savcılık nasıl bulabildi, merak ediyorum.
İttihatçıları işbaşına getiren de Türk Milleti değildi.
Üstelik Tanrıkulu bir milletvekili.
Görüşlerini paylaşsak da paylaşmasak da hem dokunulmazlığı var hem de düşünce açıklamalarının suç olmadığı söz konusu kanun maddesinde yazılı.
Siyaset yapmanın yasaklandığı bir dönemden geçiyoruz.
Parti toplantıları engelleniyor, asılan afişler polis zoruyla indiriliyor, bastırılan propaganda broşürleri suç aletiymiş gibi yargılanıyor.
Bir de üzerine TBMM'ye seçilmiş politikacıların türlü gerekçelerle soruşturulması ekleniyor.
Belli ki ellerinden gelse TBMM'yi de kapatacaklar, parti faaliyetlerini de yasaklayacaklar.
Öte yandan HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan da TBMM'ye vermek istediği "Ermeni soykırımının tanınması, soykırım faillerinin isimlerinin kamusal alandan kaldırılması" kanun teklifi nedeniyle hedefte.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Paylan'ın dokunulmazlığının kaldırılıp, cezalandırılmasını istedi.
"TBMM'nin haddi de hukuku da ahlakı da çiğneyen bu alçaklığın hesabını müsebbibinden soracağına ve gereğini mutlaka yapacağına inanıyorum" dedi.
Paylan milletvekili, seçilmiş, TBMM'de görev yapmaya hak kazanmış.
Ve zaten "Ermeni soykırımı iddiaları" bir siyasi mesele.
Ermeni tehciri sırasında yaşananları siyasi meşrebinize, olayları algılayış tarzınıza bağlı olarak isimlendirebilirsiniz.
"Karşılıklı kıtal" diyen de var, "zorunlu tehcirin olumsuz sonuçları" diyen de var. "Hiçbir şey olmadı" diyen de var, "soykırım yapıldı" diyen de, "insanlığa karşı suç işlendi" diyen de.
"Buna tarihçiler karar versin" tutarlı bir tez değil.
Soykırım iddiası ortadaysa buna karar verecek olan bir uluslararası mahkeme olmalı zaten.
Tarihçilerin bilgilerinden bu süreçte yararlanılabilir, iddiaları kanıtlamak ya da çürütmek için yeteri kadar tarihçi de var zaten.
Yani sonuç olarak bu iddianın hukuki bir sonuç doğurabilmesi de esasen siyaset ile ilgili bir durum.
Bir milletvekili, bugünkü Türkiye koşullarında "siyaseten yanlış" bir kanun teklifi vermek istedi diye engelleniyorsa, siyaset yapılması engelleniyor demektir.
"Siyaseten yanlış" bir önerge vermek istiyorsa, zaten önümüzdeki seçimde kendisine oy verenler durumunu değerlendireceklerdir.
Susturmak, cezalandırmak, bunu bahane ederek Meclis'ten atmaya çalışmak, bir demokraside kabul edilemez.
Tabii siyaset yapmayı toptan yasaklayacak duruma geldiysek, orası başka.
Ona da demokrasi demiyorlar zaten.
Hatta şimdiki "cici demokrasi" tanımına bile sığmıyor!