Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Milli Savunma Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada, Doğu Akdeniz'deki gerginliğe de değindi.
"Yunanistan ve Fransız halkı, kifayetsiz yöneticileri yüzünden başlarına gelecekleri biliyor mu?" dedi.
Yunan ve Fransız halklarına başlarına gelecek şeyin ne olabileceğini de hemen ardından açıkladı.
"Biz mücadeleden kaçmayız. Biz bu mücadelede şehitler vermekten çekinmeyiz."
Bu sözlerden anlıyoruz ki Erdoğan mücadeleden kaçmıyor.
Bunun için şehitler vermekten çekinmiyor.
Başkalarının çocukları üzerinden şehit edebiyatı yapmak kolay bir iştir, onu geçerken belirtmiş olayım.
Mesela kendi çocuklarımızın "şehadet şerbetini içmelerini" Yüce Rabbimizden dilemek, o kadar kolay olmasa gerek!
Ben mesela, bunu yapamam, düşüncesi bile kötü geliyor.
Ama bizim çocuklarımız şehit olurlarken belli ki Yunan ve Fransız askerleri de ölecekler.
Bizim yöneticilerimizin bunu futbol maçı gibi görüp, "biz daha çok öldürdük" diye övündükleri de vakidir.
Erdoğan'ın sözlerini okurken "düşmanlarımızın" da kendilerine ait birer "şehitler tepesi" var mı acaba diye düşündüm.
Sonra araştırdım, evet, genç insanları savaşlarda ölmeye ve yakınlarını bu ölüm nedeniyle gururlanmaya teşvik etmek için Hristiyan inanışında da böyle bir mertebe varmış.
Dini inançları tartışamayacağımız için, hangi inancın şehidi daha gerçek şehit sayılır gibisinden bir tartışma da yapamayız. Adı üzerinde, inanç bu çünkü.
Bu durumda bir tuhaflık yok mu Erdoğan'ın konuşmasında:
Yunan ve Fransız çocuklarının kendi inançlarına göre şehit olmasının nedeni, kifayetsiz yöneticileri oluyorsa, Türk çocuklarının şehit olmasının nedeni kim oluyor?
Konuşmayı yazanları dikkatli olmaya bir kez daha davet ediyorum.
Fahrettin Bey, muhalefete laf sokuşturmak için twitter başında oturacağına, bu konuşmaları dikkatle okusa daha iyi olacak, benden söylemesi.
Zaten Türk, Fransız, Yunan, Alman, Çin, Senegalli, Arap, Perulu, İskoç ya da işte bütün dünyadaki insanların çocukları, şehit olmak zorunda kalıyorlarsa bunun sorumluluğu gerçekten kifayetsiz yöneticilerde aranmalıdır.
Yönetici sorumluluğunu üstlenenler, ülkelerinin sorunlarını birbirlerine dayılanarak değil, ortak çıkarlar zemininde konuşarak halletmeye çalışsalar kimsenin çocuğunun şehit olmasına da gerek kalmaz.
Doğu Akdeniz özelinde, bizim yöneticilerimizin kifayetsizliği, çıplak bir gerçek olarak önümüzde duruyor.
- İsrail ile kavga ettik? Türkiye, bu kavgadan ne elde etti? Filistinli çaresiz insanlara bu kavganın ne faydası oldu?
- Mısır ile kavga etmek, Türkiye'ye ne kazandırdı?
- Suriye'nin bugünkü perişan halinin ne faydasını gördük? 3 milyon 600 bin Suriyeli sığınmacıya bakıyoruz.
Suriye devleti bölgede ayakta kalabilmiş olsaydı, İsrail, Türkiye'nin karşısındaki ittifaklara girmekte bu kadar rahat davranabilir miydi?
Suriye'nin yıkılmasından kaynaklanan bölgesel istikrarsızlık kimin işine yaradı?
Suriye rejimini devirip, Müslüman Kardeşlerle Şam'da namaz kılmak hayaline kapılmasaydınız, Suriye yıkılmazdı, bölgesel dengeler böyle yerinden oynamazdı.
Türkiye, Suriye, İsrail ve Mısır ile iyi ilişkilerini koruyabilseydi, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar, ne kadar isterlerse istesinler, böyle bir Türkiye karşıtı ittifak oluşturabilirler miydi?
Doğu Akdeniz'in zenginlikleri yıllardan beri biliniyor.
Türkiye karşısında bu ittifak niye o zamandan beri yok da Türkiye'nin dış ilişkilerinin en kötü olduğu, Türkiye'nin yalnızlaştığı bir anda gerçekleşiyor?
Şimdi soralım bakalım:
Fransız ve Yunan halkları, yöneticilerinin yetersizliğinin bedelini çocuklarını kaybederek ödeyeceklerse; Türklerin şehit olacak çocukları, kimin kifayetsizliğinin bedeli sayılacak?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, aynı konuşmasında "düşmanlarımıza hodri meydan" dedi.
Kast ettiği düşmanların başında Fransa ve Yunanistan geliyor.
Onların girişimleri olmasaydı, ne Mısır böyle bir işe kalkışmaya cesaret edebilirdi ne de İsrail, Türkiye'yi sıkıştıracak böyle bir ittifak içinde yer almayı düşünebilirdi.
Ama ilginç bir durum var: Bu iki düşmanla da NATO ittifakı içinde "dost" olarak yer alıyoruz.
NATO'nun ortak harekat merkezlerinde subaylarımız yan yana görev yapıyorlar mesela.
Yunanistan veya Fransa'ya dışarıdan bir saldırı olsa, NATO'ya ayırdığımız silahlı kuvvetlerimizle yardımlarına koşacağız.
Öte yandan bu iki düşmanın "tam üye" oldukları bir cemiyete, Avrupa Birliği'ne girmek için de kapıda bekliyoruz.
Adamlar "hadi gelin" deseler, koşarak içine atlayacağız.
Biraz tuhaf gelmiyor mu durumumuz?
Yoksa devletlerarası ilişkilerde "dost" ve "düşman" kavramlarını kullanırken, biraz daha mı dikkatli olmalıyız?
Birleşik Krallık Başbakanı Lord Palmerstone, "devletlerin ebedi dost ve düşmanları yoktur, değişmez çıkarları vardır" dediğinden bugüne tam olarak 200 yıl geçti.
Biraz tarih okumak, biraz diplomasiye kafa yormak bu kadar zor mudur?
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye'de 4 milyon sığınmacı olduğunu, bunların 3 milyon 600 bininin Suriyeli olduğunu açıkladı.
Ve şimdi sıkı durun, şunu da söyledi:
"Bugüne kadar yaptığımız harcamalar 40 milyar doları aşmıştır."
Suriye'de iç savaş 10 yıl önce başladı. 10 yılda 40 milyar ABD Doları, dile kolay!
Burada bitmiyor tabii:
Suriye'deki istikrarsızlık nedeniyle PKK'nın bölgede etkin konum kazanmasını önlemek için yapılan askeri harekatlar var.
Şehitlerimizi bağrımıza gömdük ama bu harekatlar Türkiye'ye kaç paraya mal oldu, bunu bilmiyoruz.
Yöneticilerimiz Suriye'de Rusya ile aramızı iyi tutalım diye 2 milyar 400 milyon dolar peşin verip S-400 hava savunma sistemi satın aldılar.
Rusların açıklamalarına bakılırsa ikinci set için de sipariş verilmiş.
Demek ki toplamı 4 milyar 800 milyon dolar oldu. Alınan ilk parti hala kutularında duruyor, büyük ihtimalle o kutuların içinde çürüyecekler de.
Bu yüzden F-35 programından çıkarıldık. Bu programda Türkiye de uçakların gövde parçalarını üretip, para kazanıyordu. O paraya da "elveda" dedik.
Ticaretin aksamasından kaynaklanan kayıpları da ekleyin, neresinden baksanız hatalı Suriye politikasının parasal maliyeti 50 milyar doları aşar.
Karadeniz'de 65 milyar dolarlık doğal gaz bulduk diye şahsen ben de dahil olmak üzere bütün milletçe mutlu olduk.
Ama gördüğünüz gibi bizi doğru yönetmeleri için seçtiğimiz idarecilerimiz, işlerini iyi yapabilmiş olsalardı, Karadeniz'deki kuyunun kazandıracağına yakın paramız cebimizde kalmış olacaktı.
Gazın parasını daha çıkarmadan önce Suriye'de yedik! İşin özeti bu.