Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve partisinin kurmayları her ne kadar bu seçimi kazanacaklarını iddia ediyor olsalar da partinin "bazı unsurlarının" iktidarı kaybetme fikrini içselleştirmeye başladıklarını gösterir işaretler var.
Bunlardan biri, İstanbul'daki Safir isimli gökdelenin, el değiştirme serüveni.
Bu gökdelen, Kiler Grubu adıyla bilinen, eskiden daha çok gıda ticaretiyle uğraşırken, AKP'nin iktidara gelişinin ardından müteahhitliğe atlayan grup tarafından, kendilerine ait arsa üzerinde yapıldı.
Binanın inşaatı başlarken o vakitlerde AKP'li başkan tarafından yönetilen İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin asansör boşluklarını ve servis katlarını emsal hesabına katmadığı, bunun da "artan toplam yüz ölçümü" olarak kiler Grubu'nun hanesine yazıldığını da hatırlatayım.
Normal olarak inşa edilen her binada merdiven, asansör, balkon, aydınlatma, havalandırma vs. gibi boşluklar bina emsal yüzölçümünün içinde değerlendirilirken, devasa bir binanın bundan muaf tutulmasının maddi bir karşılığı vardır.
Bu binanın yapımı sırasında dairelerin metrekaresinin 9 ile 11 bin ABD Doları arasında değiştiğini de hatırlıyorum.
Asansör ve servis boşluklarının, emsale katılmamasının yarattığı ekstra yüzölçümü ile bu fiyatları çarparsanız, Kiler Grubu'na o tarihte Belediye'nin sağladığı ek geliri bulursunuz.
Böyle şeyler durduk yerde olmaz.
Belediye bürokrasisini aşacak sihirli bir anahtar gerekir ve o sihirli anahtarın da bir fiyatının olduğunu varsaymalıyız.
Burada bitmiyor.
Bu binada yer alan 147 bağımsız birim (daire, işyeri ya da dükkan), Kiler Grubu'nun Halkbank'a olan 583 milyon liralık kredi borcuna karşılık olarak 2019 yılında devredildi.
O tarihte ortalama ABD Doları kuru 5,83 TL.
Demek ki banka, 102 milyon Dolar değerindeki gayrimenkulü almış, krediyi kapatmış.
Kiler Grubu geçtiğimiz günlerde aynı binayı, Halkbank'tan geri aldı.
Bedava değil tabii, parasını ödeyerek!
"Ne ödemiş" derseniz 905 milyon TL ki bugünün kuruyla 48 milyon ABD Doları'na karşılık geliyor.
İsmet Berkan'ın yayımladığı "news letter" Gündem'in hesabına göre TÜİK'in tüketici enflasyon endeksi kullanılmış olsaydı, binanın bugünkü değeri 1,5 milyar TL olmalıydı.
Merkez Bankası'nın konut fiyatları endeksi esas alınmış olsaydı da Kiler Grubu'nun bu binayı geri almak için ödemesi gereken tutar 2,5 milyar lira civarında olmalıydı.
Böyle işler durduk yerde olmaz demiştim.
Burada da banka bürokrasisini açacak sihirli anahtar gerekir.
Bu anahtarın kullanımının bir bedeli vardır ve o bedelin nasıl belirlenmiş olduğunu KAP'a yapılan açıklamalardan elbette öğrenemiyoruz.
Banka bu gayrimenkulü üç senedir elinde tutuyor.
Belli ki bu da önceden hesaplanmış bir adım.
"Bankacılık hayatının normal akışına uygun olarak", bankanın üç yıl önce bu binayı aldıktan sonra satışa çıkarıp, nakde dönmesi gerekirdi. Bankalar emlakçı değil, para ticareti yapan kurumlardır çünkü.
Üç yıl bekledikten sonra aldığı fiyatın yarısından bile az paraya devretmesi şunu gösteriyor:
Seçime altı aydan az bir süre kalmışken böyle şeyler oluyorsa bilin ki bunun nedeni, seçimden sonra bunu yapabilecek olanağı bulamayabileceklerini düşünüyor olmalarıdır.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında Beylikdüzü Belediye Başkanı olduğu dönemdeki bazı ihaleler nedeniyle "ihaleye fesat karıştırmak" iddiasıyla dava açıldı.
İmamoğlu, bu davada 3 yıldan 7 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacak.
Bunun da tıpkı "belediyede teröristler çalışıyor" iddiası gibi "kurmaca" bir dava olduğu belli.
İmamoğlu, bu konuda önce 8 yıl müfettişlerce incelenmiş.
Avukatının açıklamasına göre Danıştay, İmamoğlu'nun ihale süreçleriyle ilgili olarak "talimatı, yönlendirmesi, yetkisi ve imzasının bulunmadığını" tespit etmiş.
Ancak dava açıldı ve ilk duruşması da 15 Haziran 2023 tarihinde yapılacak.
Öyle anlaşılıyor ki Millet İttifakı, Cumhurbaşkanı adayını belirleyene kadar da İmamoğlu ile ilgili bu türden başka gelişmelere de tanık olacağız.
Bütün bunların elbette iki nedeni var: Birincisi, Erdoğan'ın, İstanbul'u kaybetmiş olmayı hâlâ içine sindirememiş olması.
Bunda kuşkusuz ki Büyükşehir Belediyesi'nin daha önce serbestçe kullanabildiği olanaklarından mahrum kalmasının da rolü var.
Hem yenilgiyi kabullenemiyor hem de kuruyan bir kaynak onu mutsuz ediyor.
İkincisi ise İmamoğlu'nun olası Cumhurbaşkanı adayı olarak sahip olduğu potansiyelden ödü kopuyor.
Ciddiye aldığım araştırmalardan birine göre, İmamoğlu ile ilgili mahkûmiyet kararı öncesi "Cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan kazanır" diyenlerin oranı yüzde 42 imiş. Mahkûmiyet kararından sonra bu oran 5 puan gerilemiş.
Erdoğan, karşısına aday olarak çıkacak olursa İmamoğlu'nu yenemeyeceğini görüyor, bunu engellemek için elinden geleni yapmaya çalışıyor.
Emir komuta zinciri içinde hareket eden Adliye de bu savaşın sürdürüldüğü bir zeminden daha fazlası değil.
Bundan sonra sıranın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'a geleceğini de bugünden söyleyebilirim.
Erdoğan karşısına çıkacak adayı kendisi belirlemek istiyor ve gözüne kestirdiği aday da anlaşıldığı kadarıyla Kemal Kılıçdaroğlu'ndan başkası da değil.
İçişleri Bakanlığı Müfettişleri, AKP dönemi İstanbul Büyükşehir Belediyesindeki yolsuzluk ve usulsüzlükler ile ilgili dosyaları iki yıldan fazla süredir ellerinde tutuyorlar.
Bu dosyaların önemli bölümünde yukarıda anlattığıma benzer öyküler gırla gidiyor.
Bir dediklerini ikiletmeyen savcıların ve hakimlerin egemen olduğu bir adliyeye bile güvenip, dosyaları savcılığa göndermediklerine bakarsanız, gerisini hayal edebilirsiniz.
Düşünün artık ne yolsuzluklar yapılmış.
İçişleri Bakanı'nın bu dosyaları saklamasının nedeni sadece siyasi midir, yoksa yolsuzluklara o da ortak mıydı?
Sezgin Baran Korkmaz isimli kara para aklayıcısı bir kişinin mal varlığına tedbir konmuştu.
Sonra olmayan bir MASAK raporu gerekçe göstererek bir savcı ve bir hâkim bu tedbir kararını kaldırdılar.
Bu karar da SBK'ya 150 milyon dolarlık mal varlığını kaçırma olanağı sağladı.
Savcı daha sonra taltif edilerek Adalet Bakanı Yardımcısı yapıldı.
Bu iş nasıl olabildi?
Savcı ve hâkim olmayan bir MASAK raporunu, var gibi gösterirken avanta mı aldılar, siyasi baskı altında mıydılar?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, örgütlü suç hükümlüsü Sedat Peker'in, bazı politikacıları maaşa bağladığını açıkladı.
Orada da durmadı gitti bu bilgiyi önce TBMM Başkanı ile sonra da Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ile paylaştı.
Mafyanın maaş bağladığı AKP'li politikacı kim?
Ankara Cumhuriyet Başsavcısı elindeki dosyada yazılı olan bu bilgiyle ilgili olarak niye bir işlem yapmıyor?
"Kendisine gazeteci süsü veren" bir tip Sezgin Baran Korkmaz'dan 10 milyon Euro istedi.
Bu parayı alınca Bakan Soylu ile Korkmaz'ı buluşturup, aralarındaki sorunu çözecekti.
Bu 10 milyon Euro'yu kim alacaktı? Bakan'ın payına buradan bir şey düşecek miydi?
Sezgin Baran Korkmaz, bir ses kaydı dizisini TİP Milletvekili Ahmet Şık'a gönderdi.
Bu kayıtlarda, Korkmaz, adını açıklamadığı bir AKP'li yetkili ile konuşuyor.
Korkmaz'a göre bu konuşma kayıtları, kendisine gazeteci süsü veren Veyis Ateş'in, 10 Milyon Euro'yu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu için istediğini gösteriyor.
Ve konuşma kayıtlarında açıklanmaya muhtaç çok şey var.
"Operasyon çekilirken bazı adamların içeride rehin tutulması" meselesi var mesela.
Devletin polisi de bu karanlık parasal ilişkilerde "mafya fedaisi" gibi mi kullanıldı?
Süleyman Soylu'nun bir iş adamından alacağını silmesi için Sezgin Baran Korkmaz'a baskı yaptığını daha önce duymuştuk.
Ortaya çıkıyor ki bu amaçla Korkmaz'ın eşinin pasaportunun iptal edilmesinden tutun da bir dizi baskı uygulanmış.
Soylu'nun bu iş için "tutulduğu" ortaya çıkıyor.
Kim bilir, belki de SBK'nın yurtdışına çıkmasından hemen önce bakanlıktaki toplantıya katılan polis müdürleri de işin içinde.
Bakan bu işlerin içinde neden yer aldığını niye açıklayamıyor?
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |