Organize suç örgütü yöneticisi Sedat Peker'in, "rejim tarafından tercih edilen mafya lideri" pozisyonunu, Devlet Bahçeli eliyle hapisten çıkarılan Alaattin Çakıcı'ya kaybetmesi üzerine başlayan hesaplaşma şimdilik youtube düzleminde sürüyor.
Mafya filmlerinde pek alışık olmadığımız bir hesaplaşma biçimi ancak devir ileri teknoloji devri, buna da alışacağız sanırım.
Peker'in son videosundan anlıyoruz ki zamanında Erdoğan'a hakaret ettiği iddiasıyla gözaltına alınan eski milletvekili Feyzi İşbaşaran'ın "karakolda başını duvarlara vurmasının" mesulü de kendisiymiş.
Şöyle diyor:
"Senin yengene (Berat Albayrak'ın eşine) küfür etti diye, Sayın Cumhurbaşkanı'nın eşine küfür etti diye ben milletvekilinin, devletin karakolunda kemiklerini kırdırdım. Yetmedi mahkemeye çıkarken biraz daha kırdırdım."
Bakın olay nasıl gerçekleşmiş:
"Bir tane milletvekili dostumuz var o dönem. Yanıma geldi ‘Bu namus meselesi' dedi, Karakolun amirini ayarlayacaklar, iki çocuk kavga edecek orada, nezarette bunun yanına koyacaklar, onu dövecekler orada. Kemiklerini kıracaklar. Ee? Karakolun amirine bile söz geçiremediler, herif ters çıktı orada, bir şeyler oldu. Ben avukat kardeşimi yolladım. Manevi kardeşim gibi sevdiğim, cezaevinde her gün yanıma gelen kardeşimi yolladım. Uzak doğu dövüşçüsü. Devletin karakolunun içinde ben namusunu korudum onların."
Bu nasıl bir namus cinsiyse, devletin koruması altında olması gereken bir vatandaşın, suç örgütü yöneticisinin avukatı tarafından karakolda dövülmesiyle korunabiliyor.
Gerçekten insan hayret ediyor!
Gördüğünüz gibi bir milletvekili geliyor, suç örgütü yöneticisine karakolda nasıl adam dövdüreceklerini anlatıyor ancak karakol amiri buna izin vermeyince mafya devreye giriyor ve "namus" temizleniyor.
Bu milletvekilinin, Erdoğan'ın da hemşerisi Metin Külünk olduğunu Feyzi İşbaşaran açıkladı.
Olay, bu tür bütün olaylardaki temel şemaya uyuyor.
Bir azmettiren var. Bir suç örgütü lideri var. Suç örgütü üyeleri arasından vurucu tim seçiliyor, görev ifa ediliyor. Polis ve savcı saldırganları koruyor, suçun örgütlü olduğunun ortaya çıkması engelleniyor ki azmettiren ve suçu yöneten ortaya çıkmasın!
Şimdi günümüze gelelim.
Hatırlarsınız, geçtiğimiz aylarda, önce ana muhalefet partisinin lideri, sonra bir muhalefet partisinin genel başkan yardımcısı ve ardından üç gazeteci sokak ortasında saldırıya uğradılar.
Polis ve savcılar, bu saldırganları "bireysel saldırı suçu işlemişler gibi" değerlendirip, serbest bıraktılar.
O vakit de yazmıştım, Sedat Peker'in verdiği örnek de beni doğruluyor: Bu tür suçlar, örgütlü suçlardır, başka türlü işlenemezler.
Bir azmettiren mutlaka vardır.
Suç örgütü içinde kimlerin saldırıyı gerçekleştireceğine karar veren, ceplerine para koyan, karakolda ve mahkemede korunacakları sözünü veren bir suç örgütü yöneticisi de!
Böyle suçlar, önceden planlanır, tesadüfen gerçekleşmez.
Son saldırılarda (tıpkı Feyzi İşbaşaran'a yönelik saldırıda olduğu gibi) polis ve savcılar, bu suçları münferit saldırganların eylemi gibi değerlendirdiler.
Burada kibarca "değerlendirdiler" yazdım ama Türkçesi aslında şöyle olmalıydı:
Polis ve savcılar, bu tür suçların organize suç örgütlerinin işi olduğunu bilmelerine rağmen, soruşturmayı saptırdılar.
Saldırganlar, polisin ve savcıların koruması altındaydılar, onun için ellerini kollarını sallayarak çıkıp gittiler.
Savcı ve polislere, böyle bir emri kim vermiş olabilir?
Bakan mı? Mafya ile arasına mesafe koyamayan partinin yöneticilerinden biri mi? "Beyefendiyi temsil ettiğini" ima eden milletvekili ya da parti yöneticisi düzeyinde biri mi?
Tahmini size bırakıyorum ama öyle sıradan birisinin olmadığını da söyleyebilirim.
Bunlar elbette iktidar değiştiğinde ortaya çıkacaktır.
O gün gelene unutulmasın, yeter.
CHP milletvekili Aykut Erdoğdu'ya ait WhatsApp yazışmaları, havuz gazetesinin manşetinden yayımlandı.
Erdoğdu'nun kişisel iletişiminin gazete manşetinde rahatça yayımlanabilmesini nedeni, Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili sert açıklamalar yapmış olması.
Tabii bu affedilmez suç, rejim tarafından cezasız bırakılmıyor.
Bir yandan savcılıklara suç duyuruları yapılırken diğer yandan da medya linçi başlatılıyor ki bundan sonra Erdoğan'a yan gözle bakmayı aklından geçiren iki kere düşünsün.
Füsun Sarp Nebil, T24'te 8 Mayıs 2021 günü yazdı:
Bu yazışmaları eğer siz sağa sola dağıtmıyorsanız başkalarının görebilmesi, telefonunuza casus yazılım yüklenmiş olmasıyla mümkün.
E-posta ile ya da cep telefonunuza gönderilen bir mesajdaki linki tıklamanız, cep telefonuyla yaptığınız her işin takip edilebilmesine olanak sağlayabiliyor.
İsrailli bir şirket olan NSO Group'un hükümetlere "casus yazılım" sağladığını ve Suudilerin bu yolla muhaliflerin yazışmalarını takip edebildiği iki yıl önce ortaya çıkmıştı.
Erdoğdu'ya ait yazışmaların sızdırılabilmesi de iki şekilde mümkün olabilir:
1 – Erdoğdu ve eski Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü'nün telefonuna casus yazılımlar yerleştirilmiş olabilir.
2 – İnönü, cep telefonuna kayıtlı yazışmaları, bir siyasi hesaplaşma için Sabah'a sızdırmış olabilir.
İçişleri Bakanı'nın "görevim icabıyla bir çok mahrem bilgiye sahibim, doğru mu? Bu meseleyi milletvekili olup da paylaşanlarla ilgili sadece üzülüyorum. Allah muhafaza, en yakınlarında böyle bir şey çıkarsa ne diyeceğiz" diye milletvekillerine üstü örtülü tehdit mesajı verdiği bir ülkede haliyle insanın midesi bulanıyor.
Havuz gazetesinin manşetine taşınan yazışmalar, böyle bir casus yazılımla mı elde edildi?
İçişleri Bakanı'nın "mahrem bilgi koleksiyoncusu" olduğunu açıklamakta bir beis görmediği bir ülkede kuşkulanmakta haksız sayılmayız.
Muhalefet partisinin merkezinin gizlice dinlenmesi şeklinde ortaya çıkan ve Başkan Nixon'un istifasıyla sonuçlanan Watergate skandalından bunun ne farkı var?
Öte yandan "kişisel verilerin korunması" için çıkarılmış bir de kanunumuz var.
Bu kanunun varlığı, İçişleri Bakanlığının aklına sadece polisin, vatandaşa kötü muamelesinin cep telefonuyla çekilmesi sırasında mı geliyor?
Eğer bu yazışmalar, Hayri İnönü tarafından medyaya sızdırıldıysa hem bunca zaman niye beklediğini sorgulamak gerek hem de kişisel verileri bir başkasına sızdırmanın cezasının TCK'de 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası olduğunu hatırlatmak!
Böyle yöntemlerle siyaset yapmak, demokratik rejimlerde söz konusu bile olmaz.
Ancak iktidar, eski ortaklarıyla el ele "aynı menzili maksuda yürürken" kullanılmasına alıştığı yöntemlerden belli ki vazgeçemiyor.
Cumhurbaşkanı'nı bir kez daha yanılmaktan kurtarmak için söylemeliyim ki İçişleri Bakanı'nın ima ettiği bu tür yöntemlerin en büyük zararı ülkenin meşru yöneticilerine olur.
Ben olsam, Süleyman Soylu'yu gözümün önünden hiç ayırmam.
Muhalefet hakkında mahrem bilgileri toplayan bir adam, ileride kendi işine yarayacağını düşündüğü kim bilir daha ne bilgiler topluyordur.
Eğer bu yazışmaları Hayri İnönü sızdırdıysa, bu da bir başka uyarı olmalı.
Hiçbir bilgi yok olmuyor, gününün geldiğine inanan birisi elindekini, dosyalarındakini ortaya döküvermekten çekinmiyor.
Herkesin kulağına küpe olsun!