Siyaset, zaman zaman yalan söylemeyi gerektirebilir.
Kuşkusuz ki onaylamıyorum ancak biliyorum ki politikacılar bazı durumlarda pembe yalanlar söyleyebiliyorlar.
Mesela Damat Bakan, "ben dolara hiç bakmıyorum" dediğinde aslında yalan söylüyor.
Ama bunu niye yaptığını anlayabiliriz.
Ekonominin temel aktörlerinin yalan söylediğini bilse bile belki de vatandaş bu yalanla sakinleşiyor
İktisat bilimi, temelde insan davranışlarıyla ilgilidir ve insan davranışları her zaman rasyonel değildir. Teoride, bir değişken olarak bunu hep varsaymak gerekir.
Ancak Milli Eğitim Bakanı'nın söylediği yalanlar bu sınıfa girmiyor.
Ona yalancı dediğim için kendisinden daha çok, çocukları ve yakınları adına üzgünüm.
Ziya Selçuk Bey, pandemi başladığında gazetecilerin önünde "online eğitim" ile ilgili güzel sözler söyledi.
Alicikler, Ayşecikler hiçbir şeyden eksik kalmayacaklardı, cep telefonlarından, bilgisayarlarından filan her şeyi bihakkın öğreneceklerdi.
Sonra araya yaz tatili girdi. Tekrar karşımıza çıktı ve internet üzerinden eğitimin mükemmel şekilde süreceğini söyledi.
Meğerse hepimizin gözünün içine bakarak yalan söylüyormuş.
Pandeminin başında; geçen sene yüz yüze eğitim tatil olduktan sonra EBA ile her çocuğun eğitimine devam edeceğini söylemişti.
Meğerse o tarihte EBA'nın kapasitesi 40 bin öğrenci ile sınırlı imiş.
Şu anda da Milli Eğitim Bakanlığı'nın canlı yayın kapasitesi 1 milyon öğrenci ile sınırlı.
Yani 15 milyon öğrencinin sadece 1 milyonu canlı olarak bu eğitimden yararlanabilir.
Detaylarla sizi sıkmayayım: Füsun Sarp Nebil'in önceki gün T24'te yayımlanan "Türkiye'de 30 milyon anne - baba endişeli: Hepimizin geleceği soru işareti" başlıklı yazısında bütün ayrıntıları bulabilirsiniz.
Milli Eğitim Bakanı'nın bize söylemediği gerçekler bunlar.
Normal bir ülkede, standart siyasi ahlak, yalanı ortaya çıkınca istifa etmeyi gerektirir.
Ülkemiz artık normal bir ülke değil. Siyasi ahlak deseniz, Çince gibi, kimse anlamıyor.
Çünkü Siyasi İslamcılar sayesinde "ahlak" tanım değiştirdi.
Ancak; Ziya Bey, bunca yalandan sonra, en yakınlarının yüzüne nasıl bakabiliyor, merak ettiğim tek konu da bu!
Eski bakan Zeki Ergezen'in (Allah rahmet eylesin) cenazesinde yaşananlar, demokrasi ile diktatörlük arasında sıkışıp kalmış ülkelerde yaşanabilir.
MHP Milletvekili Erkan Haberal, ayakkabıları eskimesin diye olsa gerek daha az yürümek için, polis kordonunu yarmaya çalışmış, olmayınca "tevazu gösterip" yürümüş!
İnsanın gözleri yaşarıyor haliyle: Koskoca milletvekili, ayakkabıları da yeni cilalanmış ve o kadar mütevazı ki bir cenaze için 50 metre yürümeyi kabulleniyor!
Sonra şoför – ü hususisi celallenip, güvenlik görevlisinin üzerine aracını sürüyor.
Bunları biliyorsunuz, izlemişsinizdir.
İzlemediyseniz de çok şanslısınız, Haberal Bey adına utanmanız gerekmiyor!
Dikkatinizi çekmek istediğim şu:
Bütün bu rezilliklerin üstüne bundan siyasi sonuç çıkarmaya kalkışıyorlar.
İnsan normal olarak utanır, kimseye görünmeden ve duyurmadan sıvışmaya çalışır.
Bunlar öyle değiller, bildiğin arsızlar!
Arsızlığın da ötesindeler.
Olay duyulunca bir başka MHP'li Milletvekili Baki Ersoy, hızını alamayarak, Mansur Yavaş'ı hedef alarak "Saygısızlık yapıldığı anda ezer geçeriz bunu da böyle bil" diye tehditler savuruyor!
"Ezip geçeriz" dediği kişi, milletin oyuyla Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olmuş.
"Saygısızlık" dediği eylem, polisin talimatını uygulamaktan ibaret.
Olup biten Haberal Bey'in ayakkabısının taban köselelerinin 0,00000002 milim incelmesine neden olan, 50 metrelik bir yürüyüş!
Ama ağzını açınca söylediği söz "ezip geçeriz"!
Kanunlar var, hukuk var filan falan!
Ama belli ki akıllarında hep bu var: Ezip, geçmek!
"Başkasınınkini görmeyen, kendisininkini piyade tüfeği zanneder" diye bir atasözü var.
Hangi konuyla ilgili olarak söylendiğini boş verin!
Birilerini "ezip geçmeyi" düşünenlerin kulağına küpe olsun diye hatırlatayım dedim!
Annem doğal olarak benim çok zeki olduğumu düşünür; zaten kuzguna da yavrusu şahin görünürmüş, ama ben biliyorum ki zekam normal.
Ama bu normal zekam ile çözemediğim konu gazeteci Müyesser Yıldız ile gazeteci İsmail Dükel'in casusluk suçlamasıyla yargılanmaları.
Boru değil, 6 yıldan 17 yıla hapis cezası ile yargılanıyorlar.
İddiaya göre bir astsubay, TC Silahlı Kuvvetleri'nin, Libya'da yürüttüğü ve yürüteceği operasyonların bütün bilgilerini bu iki gazeteciye sızdırmış.
Astsubay, 1. Taktik Elektronik Harp Tugayı'nda kıdemli başçavuş olarak görev yapıyor.
Eğer bu astsubay, görev yaptığı bu yerden, TSK'nın Libya'daki planlarını öğrenebiliyorsa, yargılanması gerekenler gazeteciler ve astsubay değildir.
TSK'nın en başında olan MSB Hulusi Akar Bey'den başlayarak, Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı ve canım sıkıldığı için hepsini tek tek yazamayacağım kadar çok komutan, önce savcıya, sonra da hakime hesap vermelidir.
Böyle bir birlikte görev yapan bir astsubay, nasıl olup da TSK'nın böyle büyük bir operasyonundaki detaylı bilgilere sahip olabiliyor?
Demek ki TSK, en gizli planlarını bile gizleyebilmek yeteneğini kaybetmiş!
Başkasını bilmem ama ben gerçekten askerlik yaptım.
Önce İstanbul Halıcıoğlu'ndaki yedek subay okulunda 4 ay eğitim gördüm. Sonraki 12 ay da Ankara'da Kara Harp Okulu Harekat ve Eğitim Şubesi'nde Spor Subayı idim.
Ulaşabileceğim en gizli bilgi, "yön bulma" yarışmasını kazanacak öğrenciye verilecek dolmakalemin üzerine yazılacak yazının ne olacağıydı.
Anlıyorum ki gazetecileri, ibret – i muhalefet olsun diye cezalandırmak istiyorsunuz.
Buna itirazım var elbette ama elimden ne gelir ki?
Yarın benim de başıma kim bilir neler gelebilir.
Ama insanların zekasıyla alay etmeyin.
(Cinsiyetçi bir söz olacak ama) Erkek gibi çıkıp, asıl niyetinizi açıklayın.
Bu kadarı da artık çok ayıp oluyor!