Havuz gazetesinde önceki gün yayımlanan habere göre, Azeri işadamı Mübariz Mansimov iflas etti.
Değişik ülkelerdeki bankalar 900 milyon doları bulan alacaklarını tahsil edebilmek için Mansimov’un şirketine ait gemilere ve mülklere el koyabilmek amacıyla mahkemelere koşmuşlar.
Mübariz Mansimov, geçtiğimiz Mart ayının 17. günü "FETÖ silahlı terör örgütü üyesi olmak" suçlamasıyla tutuklanmıştı.
Mansimov’a yönelik, FETÖ üyeliği suçlamasıyla ilgili ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. Savcılık bununla ilgili iddianameyi henüz yazmadı, dolayısıyla kanıtların neler olduğunu da bilmiyoruz.
Ama şunu merak ediyorum tabii: Yıllardır Mansimov’un adeta sağ kolu gibi yanında olan Mehmet Ağar gibi tecrübeli bir polis müdürü, nasıl oldu da Mansimov’un gözaltına alındığı 15 Mart’a kadar bunun farkında olamadı?
İnsan gerçekten hayret ediyor!
Doğrusunu isterseniz, bu duruma hayret etmekle birlikte, Mansimov’un iflas etmesi benim için sürpriz olmadı.
Çünkü bir ara Türkiye’de siyasetin zirvesini karıştıran, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "ispatlanırsa görevi bırakırım" dediği, Kemal Kılıçdaroğlu’nun toplamı 1 milyon 18 bin liraya ulaşan tazminat cezalarına mahkûm edildiği olaylar zincirinin bir halkası da Mansimov’a takılıyordu. O vakit ne kadar "müdebbir tüccar" olduğunu görmüştük.
Hatırlarsınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu, kardeşi, dünürü ve eski özel kalem müdüründen oluşan bir grup girişimci, 2 pound sermaye ile vergi cenneti Man Adası’nda kurdukları bir şirketi, 15 milyon dolara satma başarısını göstermişlerdi.
Normal olarak Harvard işletme okulunda bile "örnek olay" olarak derslere konu olabilecek bir ticari başarıydı bu.
Tarihçesinde Mübariz Mansimov’un da kendine biçilen rolü oynadığı bir başarı öyküsü!
10 Nisan 2006 günü, İstanbul’da 1 Milyon TL sermayeli bir şirket kuruldu: Turkuvaz Denizcilik.
Ortakları Ziya İlgen (Cumhurbaşkanı’nın eniştesi), Mustafa Erdoğan (Cumhurbaşkanı’nın kardeşi), Burak Erdoğan (Cumhurbaşkanı’nın oğlu), Osman Ketenci (Cumhurbaşkanı’nın dünürü), Mustafa Gündoğan (Cumhurbaşkanı’nın eski özel kalem müdürü) olan bu şirket kuruluşundan 4 ay sonra adını BUMERZ olarak değiştirdi.
Burak’ın "Bu"su, Mustafa’nın "M"si, Erdoğan’ın "Er"i, Ziya’nın "Z"sinden oluşan bir isim!
Çok da yaratıcı bir isim olmadığını söylemek zorundayım, kusura bakmasınlar.
Man Adası'nda aynı ismi taşıyan bir başka şirketin kuruluşu da 2,5 yıl sonrasına denk geliyor. Şirketin kuruluş evraklarında Ziya Ülgen’in adı var, diğer ortakların yok. (Bu şirket daha sonra adını Bellway olarak değiştirecekti.)
Man Adası’nda 2 pound sermaye ile kurulan bu şirket, kuruluşundan 2 gün sonra Malta’da kurulu Pal Shipping Trader One Ltd. şirketini satın aldı.
Bu şirket petrol taşımacılığında kullanılan, 25 milyon dolar değerindeki Agdash tankerinin de sahibiydi.
Pal Shipping Trader One Ltd. şirketinin sahibi de Mübariz Mansimov’dan başkası değildi.
İddialara göre 25 milyon dolarlık bu şirket için 7 milyon dolarlık ilk ödeme, Sıtkı Ayan isimli iş adamı tarafından yapılmıştı.
Sıtkı Ayan, Türkiye’den geçen borularla doğal gaz taşımacılığı işi yapar, Cumhurbaşkanı’nın sevdiği bir şahsiyettir.
BUMERZ şirketi, Mansimov’a kalan borcunu ödemek için 23 Ekim 2008 tarihinde, Letonya’nın Parex Bank’ından 18 milyon 400 bin dolar kredi alır.
Mansimov, BUMERZ’e sattığı gemiyi, BUMERZ’den 2015 yılına kadar kiralayarak alınan kredinin taksit ve faizlerini üstlenir.
Yani bilgisayarımı size bin liraya satıyorum, sonra "bana bu bilgisayar çok lazım" diyerek sizden 7 yıllığına, bin lira ödeyerek kiralıyorum. Aynen böyle!
Böyle yaparsam benim "ticaret dehası" olduğumu düşünür müsünüz?
Şimdi siz söyleyin bakalım, Mansimov, müdebbir bir tüccar mıdır, değil midir?
İflas öyküsünü şaşırsak da mı okusak, şaşırmasak da mı okusak?
Şunu da merak ediyorum tabii: Mansimov’a icra gönderen bankalar arasında acaba Parex Bank da var mı?
Not: BUMERZ’in, Mansimov’dan sonraki öyküsünü merak ediyorsanız T24’te 22 Mart 2019 tarihinde yayımlanan "Cumhurbaşkanı bu başarıyı mutlaka anlatmalı" başlıklı yazımı okuyabilirsiniz.
İstifa gösterisinden sonra bir süre ortalıkta görünmeyen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, zuhur etti.
Sokağa çıkma kısıtlamaları sırasında Türkiye’nin değişik kentlerinde ortaya çıkan polis şiddetini eleştirenlere şunu söyledi:
"Bursa’da bir kavgayı ayırmak için çaba sarf eden bir polisimiz daha şehit oldu. En başarılı dönemini geçiren polisimizi bir haftadır hedef gösterenler, mutlu musunuz?"
Önce Bursa’da şehit düşen polis memuruna rahmet ve yakınlarına sabır dileklerimi ileteyim.
Süleyman Soylu, bütün demagoglar gibi alakasız olayları, sanki birbirinin sonucuymuş gibi sunmaya çalışıyor.
Bunu söylemek zorundayım, 45 yıllık meslek hayatımda gördüğüm demagog politikacılar içinde ilk 10’a girecek çapta da değil.
Polis şiddetini eleştirmek ile bir polisin görev başında ölmesi arasında nasıl bir ilişki var?
Soylu, önce polis memuru Erman Özcan’ın hayatını neden kaybettiğini bize açıklamalı.
1 – Bu konuyla ilgili polis müfettişleri bir inceleme yaptılar mı?
2 – Polisin, iki grup arasındaki silahlı çatışmalara müdahale ederken izlemesi gereken protokollere tam olarak uyulmuş muydu? Bu protokoller, günün ihtiyaçlarına göre hangi sıklıkla yenileniyor?
3 – Olaya müdahale eden polis memurlarının bu konudaki eğitimi yeterli miydi? Bu eğitimler hangi sıklıkla tekrarlanıyor? Eğitimde kendilerine öğretildiği gibi mi davrandılar?
4 – Söz konusu olaya müdahale eden ekibin amiri, emrindeki memurları doğru şekilde sevk ve idare edebildi mi?
Daha birçok soru sorabiliriz. Polis memuru Erman Özcan’ın şehit olmasının nedenlerini öğrenmek istiyorsak tabii!
İçişleri Bakanı kuşkusuz ki bunu öğrenmek istemiyor çünkü bugüne kadar bu tür olaylar gösterdi ki polisin büyük çoğunluğunun bu konulardaki eğitimi yeterli değil.
Polis teşkilatının eğitiminden, donanımına kadar her şeyinden sorumlu olması gerekenlerin başında Süleyman Soylu geliyor.
Önce işini düzgün yapmalı ki polis memurları, bir hiç uğruna gececik yaşlarında hayatlarını kaybetmesinler.
Öte yandan Erman Özcan’ın hayatını kaybetmesi nedeniyle duyduğumuz üzüntü, şiddete eğilimli ve yasalara uymayan polis memurlarının suçunu hafifletmiyor.
Bunlar birbirinden tamamen bağımsız konular.
Hep yazıyorum, tekrarlayayım:ü
Kanun dışına çıkmış polis gücü ile şehir eşkıyası arasında bir fark yoktur!
Türkiye’de, işkence ve kötü muamele kanunen suçtur.
Belki eskisi gibi sistematik bir işkenceden artık söz edemeyiz ama işkencecilerin, amirleri ve adli mercilerce korunması, sistematik bir uygulama haline gelmiş bulunuyor.
Süleyman Soylu’nun, ucuz demagojisi de bunun bir örneğidir.
Görevi başında şehit düşmüş bir polisin anısını, kanunlara uymamakta ısrar eden bir avuç eşkıya için kirletmeyiniz!
Bu tipler, kendilerini "alemin kralı" zannediyorlarsa nedeni Süleyman Soylu gibi yöneticilerdir.
Polis şiddetinin önüne geçilmesini engelleyen şey, yetkili makamlardaki kişilerin kötü muamele ve işkenceyi alışkanlık haline getirmiş memurları koruma gayretidir.
Türkiye’de de, ABD’de de, İsrail’de de! Dünyanın neresinde şiddet ve işkence varsa sebebi budur.
Polis, yasalara uymayanları uyarmak ve gerekirse göz altına alıp, savcılıklara teslim etmekle görevlidir.
Bunu yaparken de önce kendisi yasalara uymalıdır.