İçişleri Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı'nın kardeşi firari FETÖ üyesi çıktı.
Çok şaşırmadığımı söylemeliyim.
Biliyoruz ki Fetullahçılar ile AKP uzun süre birbirleriyle "iltisaklı" idiler.
Yani İçişleri Bakan Yardımcısı'nın da böyle akrabalıktan kaynaklanan bir "iltisaka" sahip olması yadırganabilecek bir durum değil.
Yadırgamamız gereken sanırım İçişleri Bakan Yardımcısı'nın bu durumdan haberdar olabilmesi için konuyu CHP'li Özgür Özel'in gündeme getirmiş olması.
Bu nasıl "yerli ve milli aile değerleri" anlayamadım.
İçişleri Bakanı'nın yardımcısının kardeşi FETÖ'cülükten firarda, senelerdir memleketine gelemiyor ve adamın bu olaydan yeni haberi oluyor!
Acaba AKP'nin "aile değerlerini korumak için yapacağını söylediği" Anayasa değişikliğine kardeşler ile en azından ayda bir haberleşme zorunluluğu da mı eklense?
Bu olay ortaya çıkınca Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında yapılan ve eski Bakanlar Kurulu'nu andıran bir toplantıda İçişleri Bakanı ile Adalet Bakanı arasında gerginlik olmuş.
İddiaya göre İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı'na "atar yapmış".
Bunu biliyoruz, kendisi "atarlı bir tip" olarak kategorize edilebilir çünkü.
"Bu bilgiler Adliye'den sızıyor" diye Bakan Bozdağ'a yüklenmiş.
İçişleri Bakanı tuhaf bir politikacı gerçekten.
Sorun bu bilginin nereden sızdığı mı, yoksa yardımcısının kardeşi üzerinden FETÖ iltisaklı olması mı?
Bakan Soylu'nun tutumu "şüyuu vukuundan beter" atasözünün tipik örneği oluyor bu durumda.
Soylu'nun neden kızdığını da anlayabiliyoruz aslına bakarsanız.
Bu "iltisak" kavramının üzerinden İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı'nı görevden alma peşinde.
Şimdi aynı durumda kendi yardımcısı var.
İBB Başkanı'nı, "terör ile iltisaklı kişileri işe almak" ile suçlarken, kendisine yardımcı olarak seçtiği adamın "terör ile iltisaklı kişi olması" açıklanabilir bir durum olmaktan uzak tabii.
Bu köşede "iltisak" kavramının arkasına saklanarak insanları suçlu ilan etmenin yanlışlığı üzerine kaç yazı yazdım, hatırlamıyorum.
Ama bu örnek öyle bir örnek ki benim elli yazıma bedel doğrusu.
İçişleri Bakanı'nı buradan uyarıyorum: Bu "iltisaklı" meselesini unutsa iyi olur.
Kimse akrabası terör örgütü yandaşı / üyesi diye suçlanamaz. Suç kişiseldir.
Kimse Anayasal bir hak olan protesto gösterilerine filan katıldı diye "terörle iltisaklı" ilan edilemez.
Bu tür faaliyetlerde bulunmak, her vatandaşın değiştirilemez, kısıtlanamaz Anayasa ve AİHS tarafından güvence altına alınmış hakkı.
"İltisak" aramaya başlarsak, bu ülkeyi yönetenlere kadar ne iltisaklar buluruz, kim bilir.
Macar yazar Frigyes Karinthy 1929 yılında bir teori ortaya attı.
Dünya nüfusu arttıkça sosyal bağlamda mesafelerin giderek azaldığını, dünyanın göreceli olarak küçüldüğünü belirten Karinthy; o zamanlar her insanın birbirine ortalama 5 – 6 adım uzaklıkta olduğunu söylüyordu.
Şimdi daha da küçük.
Mesela ben Mehmet Ali Yalçındağ'ı tanıyorum, Yalçındağ Trump'u tanıyor. Demek ki Trump ile aramda sadece bir adım var!
Bir örnek daha: Süleyman Soylu, Bakan Yardımcısı'nı tanıyor. Bakan yardımcısının kardeşi FETÖ'cü. Demek ki FETÖ ile Soylu bir adım mesafede.
Bir örnek daha verecektim ama vazgeçtim, durduk yerde Saray avukatları ile savcıları meşgul etmeyeyim dedim.
AKP - MHP koalisyonunun çıkardığı seçim hilelerine kapı açabilecek kanun ile ilgili Anayasa’ya aykırılık itirazı, Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi.
Böylece seçim kurullarının nasıl oluşturulacağı ile ilgili 70 yıldır uygulanan sistemin değişmesi de kesinleşmiş oldu.
İl ve İlçe Seçim kurulları başkanlarının il ve ilçedeki “en kıdemli hâkim” olması uygulaması değiştiriliyor.
Başkanlar bundan böyle 1. sınıfa ayrılmış hâkimler arasından kura ile belirlenecek.
Mesleğini ve tarafsızlığını her şeye rağmen korumaya kararlı birinci sınıf hâkimleri tenzih ederek söylemeliyim ki, iktidar bloğunun buradaki hesabı, Adliye’ye doldurdukları “partili hâkimlerin” kuraları kazanarak seçim kurullarına başkanlık etmesi.
Fetullahçı çetenin temizlenmesinin ardından boşalan hâkim kadrolarının, partili hukukçular tarafından nasıl doldurulduğunu hatırlıyoruz.
Bu hâkimlerin görevlerini yaparken kendilerini Anayasa ve kanunlar ile bağlı hissetmediklerini bazı yargılamalar sırasında gördük.
Bu tiplerin hukuk ile bağlarının olmadığını, parti aidiyeti ve çıkarından başka bir şeyi umursamadıklarını biliyoruz.
İtirazları karara bağlayacak kurullar siyasi ölçülerle yönetilirse gerekli durumlarda oy hırsızlığına açık kapı bırakılmış olacağını da biliyoruz.
Yetmiş yıldır uygulanan ve bugüne kadar seçimlerin güven içinde sonuçlanmasını sağlayan sistemi, seçimlere hile karıştırmaya açık bir hâle getirecek şekilde değiştirmemeliydiniz.
Seçim güvenliğini ilgilendiren diğer değişiklik, sandık gözlemciliğinin zorlaştırılması.
Son üç seçimde ve referandumda sivil toplum kuruluşları vatandaşları organize ederek sandıklara sahip çıkmayı başarmıştı.
Birçok partinin sandık sayısı kadar gözlemci görevlendirme olanağı yok ve bu boşluk sivil toplum inisiyatifi ile doldurulmuştu.
Bundan böyle bir başka partiye üye olan bir kişiyi sandık gözlemcisi olarak görevlendirmek, partinin onayına bağlı.
Aşılmayacak bir şey değil ama böyle bir bürokrasiye neden gerek duyulduğu açık: İşleri zorlaştıralım, her sandıkta gözlemci bulunduramasınlar!
Gözlemcisiz sandık, sayımı “gizli” yapmak ile aynı sonucu doğurur.
Vatandaşların sandıklardaki oy sayım ve dökümüne sahip çıkma ve tutanağı imzalama hakkına itiraz ediyorsanız, oy sayımı sırasında katakulli yapmak istediğinizi öne sürenlere ne cevap vereceksiniz?
Sandık güvenliğini bu kadar açık seçik tartışmalı hâle getirmekteki fütursuzluk, seçim günü neler yapılabileceğini de düşündürüyor.
Bu kanun, iktidarın seçime hile karıştırılabileceğine yönelik itirazları ne kadar umursamadığını da gösteriyor.
Bunun önüne geçebilmek elbette mümkün: Bugünden itibaren bu iş için örgütlenme şartıyla!
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |