2020 senesinin önemli bölümünü "Mavi Vatan" nutukları dinleyerek geçirdik.
Neredeyse savaşa tutuşacaktık, askeri gemiler birbirine sürtünecek kadar yakındılar.
Sonra günün birinde Erdoğan, Biden ile görüştü ve bu görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada "Doğu Akdeniz konusu gündeme gelmedi" dedi.
Gerçi Amerikalıların yaptığı açıklamada bu konunun da görüşüldüğü belirtiliyordu ama biz Türkler, Cumhurbaşkanı'na inanmak zorundaydık.
Derken bir de baktık ki birbiri ardına navtex ilan ederek Doğu Akdeniz'de bulundurduğumuz sondaj gemileri önce limana, sonra Karadeniz'e çekildi.
Ve geçen gün de öğrendik ki daha önce bölgede sondaj yapmasına izin vermediğimiz Exxon şirketi, yanına Katarlı bir de ortak olarak sondaja başlayıvermiş.
Heyecanla bekledim, bakalım Erdoğan nasıl bir nutuk atacak diye.
Dışişleri'nin mahcup bir bildirisi dışında tıs çıkmadı.
Doğu Akdeniz'de sıcak günler yaşanırken T24'de yazdığım bir yazıda (Herkesle küs olmanın sonucu – 12 Ağustos 2020), bu çatışma fırsatının Erdoğan için yararlı olacağını, dış gerilim sayesinde içerideki sorunları unutturmak isteyeceğini yazmıştım.
Yanılmışım, içerde sorunlar artık boyu geçmişken bile Erdoğan bir şey söyleyemedi.
Belli ki Exxon şirketi ve arkasındaki ABD, İsrail, Fransa, Yunanistan, Kıbrıslı Rumlar hesaplarını doğru yapmışlar.
Yanlarına Katarlı bir ortak alırlarsa Erdoğan'ın sesini çıkaramayacağını öngörmüşler.
Onlar haklı çıktı, ben yanıldım.
Ancak Katar'a karşı bu çaresizliğinin nedenlerini hâlâ bilmiyoruz.
Bu sadece Katar ile iyi ilişkiler kurmuş olmakla açıklanabilecek bir durum değil.
Katar ile iyi ilişkimiz var ise niye bizim tezlerimizi berhava edecek anlaşmaların içine girmiş?
Bunun bir nedeni olmalı ve bu nedeni biz bilmiyoruz ama belli ki "dış güçler" her şeyin farkındalar.
Günün birinde biz de öğreneceğiz nasıl olsa.
Ama o zamana kadar "mavi vatan" nutuklarına ara verilecek, bu belli.
Meşhur sözü şöyle değiştirelim şimdilik: Söz konusu Katar ise Mavi Vatan teferruattır!
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, partisinin Bursa'daki toplantısında aynen şunu söyledi:
"Sadece bizim yaptıklarımıza bakmayın. Biz kendimiz yapmıyoruz. Biz inanıyoruz ki; bize yaptıran Allah'tır, bize yaptıran Allah'tır, bize yaptıran Allah'tır!"
Bu konuşma ile ilgili görüntüyü sosyal medyadaki bir paylaşımdan izledim.
Konuşmasını dinleyenler de şiddetli alkışlarla kendisine destek veriyor.
Din ticaretinin bu kadar ayağa düşmesine ne demeli?
Bugüne kadar Türkiye'de dini, siyasete alet eden çok politikacı gördük ama bu tipler kadar mülevvesine rastlamamıştık.
Ahiret sorgusunda Erdoğan'a oy verme – vermeme bahsinin de geçeceğinden tutun da "adeta ikinci peygamber" olduğundan söz edilmesinden sonra bile Soylu'nun bu sözleri tuhaf geliyor insana.
Din derslerinde de böyle öğretilmediğini hatırlıyorum.
Allah iyiliği de kötülüğü de yaratıyor ama insan olarak nasıl yaşayacağını sen seçiyorsun.
Zaten cennet – cehennem de bundan dolayı yok mu?
Her davranışımızı Allah bize yaptırtıyorsa, kötülük yaptık, günah işledik diye neden cehennemde yanalım?
İyilik yaptırtsaydı da hepimiz cennete gitseydik hem Allah'ın yarattığı dünyanın daha iyi bir yer olması açısından hem de biz bireyler açısından daha iyi olmaz mıydı?
Buradan da anlıyorum ki Süleyman Soylu'nun din dersi notları da hayli düşükmüş.
Sonradan AKP'li olup da din ticareti yapmaya kalkışınca böyle abuk durumların ortaya çıkmasına neden oluyor.
Şimdi elektrikten tut, otoyollara, oradan çık ekmeğe, oradan gel doğal gaza kadar zamları Allah mı yaptırdı diye sormak da kaçınılmaz oluyor.
Soylu'nun sözleri doğruysa, Allah'ın bizle ne alıp veremediği var da başımıza bunları getiriyor diye sormak haksız mı olur?
Bu sözleri alkışlayan Bursalı AKP'lilerde de bir sorun var gibi görünüyor.
Hem Müslüman geçiniyorsun hem de bu sözleri alkışlıyorsun.
Dedikodu yapacağız korkusuyla kendisine yeni bir Mercedescik bile aldıramayan Diyanet İşleri Başkanı ne düşünüyor acaba bu konuda?
Bu sözler "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılamak" sayılmaz mı?
Gerçi Süleyman Soylu'yu ciddiye alan az olacağı için "yakın ve açık tehlike" belirmemiş oluyor, bu nedenle TCK'ya göre ceza gerektirmez ama kendisini "dindar Müslüman" diye tanımlayanların en azından esef etmeleri de mi gerekmiyor?
Bu sözlerin yakınından bile geçmeyen sözleri söylediler diye yargılananların kul hakkı ne olacak peki?
Mesela gazeteci Hakan Aygün pandeminin başında iban numarası verilerek yardım toplanmaya çalışılmasını eleştirmek için "ey iban edenler" yazdı diye bir ay hapiste yattı.
Nerede Aygün'ün "kul hakkı"?
Daha yılın birinci gününde söylenmiş bir sözü "yılın esprisi" ilan etmek için çok erken, bunun farkındayım.
Ancak iddialıyım.
Bundan daha komiğini bu yıl boyunca çok zor duyacağımızsa inanıyorum, onun için yılın esprisini bugünden ilan ediyorum.
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Ocak günü partisinin Teşkilat Akademisi'ne video konferans yöntemiyle bağlandı ve şunu söyledi:
"Muhalefetin toplumu kutuplaştırmasına müsaade etmeyeceğiz!"