İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun ne kadar dürüst bir politikacı ve görevine nasıl bağlı bir İçişleri Bakanı olduğunu, geçtiğimiz hafta televizyonda kendi ağzından dinledik.
Zaten kendisini beğenmeyen insan orta yerinden çatlarmış.
Belli ki Süleyman Soylu da kendisini çok beğeniyor, sabah kalkıp aynada kendisine bakınca kim bilir aklından neler neler geçiyor; kendisine ne övgüler düzüyor.
Bunun tabii kimseye zararı yok, istediği kadar kendisini beğenebilir, methedebilir.
Ancak iş "kamu görevi" kısmına gelince, kendisine şunu söylemem gerekiyor: Orada dur biraz, soluk al ve sorularımızı yanıtla!
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu önceki gün açıkladı.
Belediyenin "BİT"i KİPTAŞ'ın yönetim kurulu İstanbul Başakşehir'de bir arsayı almaya karar veriyor.
Tesadüfün bu kadarı, ertesi gün bir vatandaşımız gidip o arsayı o günün parasıyla 49 milyon liraya satın alıyor.
Daha o hafta bitmeden de 49'ye aldığı bu arsayı, KİPTAŞ'a 130 milyon liraya satıyor.
Net kâr o günün kuru üzerinden 27 milyon Amerikan Doları!
Tabii ben burada kibarca yazıyorum.
Onlar bu ticareti kendi aralarında Türkçemizin başka kelimeleriyle ifade etmiş olmalılar, tıpkı Cengiz Bey gibi!
Burada açık ve planlı bir soygun var.
Bu suç ile ilgili soruşturmanın da "insider trading" değil, "organize suç" kapsamında yürütülmesi gerekir.
Çünkü suç, kalabalık bir grup tarafından işleniyor. KİPTAŞ Yönetim Kurulu ve söz konusu arsayı alıp – satan kişinin planlayıp, yürüttüğü bir soygun!
İmamoğlu, Başkan seçilince oluşturulan yolsuzluk dosyalarından biri bu.
Ve soruşturulması İçişleri Bakanlığı tarafından engellenmiş, dosya Bakanlık dolaplarından birinde kilit altında.
Böylece Bakan Bey'in suç ile mücadele konusunda pek de kendi anlattığı kadar dürüst ya da görevine bağlı olmadığını da anlıyoruz.
Benim merak ettiğim konu, Süleyman Soylu'nun başında bulunduğu bakanlığın, bu soyguna karışanları neden koruduğu.
Neden koruduğu bahsinde, geçmişte aydınlatılmış olaylara bakarak benim tahminlerim var:
Tek kalemde yapılan 27 milyon dolar tutarındaki bir vurgunu, kimse tek başına yapamaz da yiyemez de!
Ve bunun soruşturulması engelleniyorsa bilin ki bunu paylaşanlar arasında "büyük balıklar" da olmalı.
Hepsi küçük balık olsaydı, çoktan hapsi boylamış olurlardı.
Böylece kamuyu soymanın püf noktasını da öğrenmiş oluyorsunuz:
Kamu kaynaklarınızı cebe indirecekseniz, "büyük ortak" bulacaksınız. İşi siz yapsanız da aslan payını sırtı daha sağlam, ensesi daha kalın olan alacak, buna ses çıkarmayacaksınız.
Soruşturmanın sumen altına atılmasını sağlayacak "büyük balık" kim olabilir?
Bakanın kendisi mi, yoksa Bakanın da karşısında titreyeceği, soruşturmaya korkacağı bir kalantor mu?
Öte yandan bu dosyayı kasasında tutuyor olmasının Bakan'a sağlayacağı avantajlar da olabilir.
Bu sözleri gazeteci İsmail Saymaz'a söyleyen Soylu'dan başkası değildi:
"Ben kamuoyunda çok şey bilen bir adamım. Ama dikkat edersiniz bu tip meselelerde hiç konuşmam. Görevim icabıyla birçok mahrem bilgiye sahibim, doğru mu?"
Soylu'nun sahip olduğu mahrem bilgiler arasında böyle dosyalarda adı geçenler de var mı?
Soylu'nun sahip olduğu bu bilgiler, koltuğunu sağlama alması konusunda işe yarıyor mu?
Bu dosyanın soruşturulmasını engellemek, bu kadar açık bir soygunu örtbas etmekten başka bir anlama gelmez.
Bakan gerçekten televizyonda söylediği kadar görevine bağlı ve dürüst ise hırsızları niye koruyor? Politik nedenlerle hırsızları koruyorsa, görevine bağlı, dürüst bir politikacı olduğuna nasıl inanacağız?
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, "hukuk, itibar suikastı, dedikodu ve söylentinin değil; gerçeğin, yalnızca gerçeğin peşindedir" dedi.
Bu sözlerini T24'te okurken kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum, ne de olsa adam Adalet Bakanı, çok gülersem savcılarını başıma sarar diye düşündüm.
Bakan'ın bu sözleri söylediği toplantının adını sonra fark ettim: Türk Ceza Hukuku Günleri!
Bunun üzerine "tamam şimdi oldu" diye düşündüm.
Çünkü Türk Ceza Hukuku dediğimiz şey gördüğünüz gibi bütün yıla yayılmıyor, günlere sığabiliyor.
Onun için de bakanın "bu günlere özel" olarak "ceza hukukunun yalnızca gerçeğin peşinde olduğunu" söylemesini anlayışla karşıladım.
Çünkü geri kalan günlerde bizim cezacıların böyle bir dertleri yok gibi.
Mesela Osman Kavala'yı delilsiz, mesnetsiz yıllardır hapiste tutuyorlar; siz bu yazıyı okurken Kavala'nın hapiste geçirdiği süre bin 310. güne ulaşacak.
Bildiğim ceza hukukunda şüpheden sanık yararlanır ama bizde böyle değil.
Bildiğimiz ceza hukukunda tutuklama bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılmaz, bizde kullanılır.
Bizim ceza hukukunda delil değil, sanığın kim olduğu önemlidir.
Normal ceza hukukunda aksi kanıtlanana kadar herkes masumdur, bizim ceza hukukunda önce karar verilir, sonra yargılama yapılır.
Normalde herkes için suç ve ceza şahsidir, bizde sadece AKP'liler için suç ve ceza şahsidir.
Onun için Bakan'ın sözlerine itiraz etmekten vazgeçtim.
Yalnız "günlerin" ismine itirazım var: Buna Türk ceza Hukuku Günleri demeyin, AKP Ceza Hukuku Günleri demek daha uygun!