18 yıllık AKP iktidarının siyasi nedenlerle mağdur ettiği kitlelerin başında 2006 ve 2007 doğumlu çocuklar geliyor.
"Yukarıdan" aldıkları bir emirle, bir gece yarısı okula başlama yaşını 60 aya çeken ve mecburi eğitimi 4 + 4 + 4 olarak üç aşamalı hale getiren kanun TBMM’de kabul edildiğinde Ömer Dinçer, Milli Eğitim Bakanı idi.
(Parlamenter sistem döneminde AKP iktidarında 6 Milli Eğitim Bakanı’nın görev yaptığını, bugünküyle birlikte sayının 7’ye çıktığını bilmiyorum, hatırlıyor musunuz? 18 yılda 7 Milli Eğitim Bakanı!)
O günlerde bakanın bile buna karşı olduğu ancak yukarıdan gelen talimata direnemediği konuşuluyordu.
Bilmiyorum, gerçekten öyle mi oldu? Ömer Dinçer, günün birinde anılarını yazarsa bir neslin hangi gerekçelerle ziyan edildiğini de öğreniriz belki.
Ama şunu biliyoruz: Uzmanlar, o yaştaki çocukların ilkokula başlatılmasındaki büyük yanlışlığa dikkat çektiler ama hep olduğu gibi AKP iktidarı, kulağını uzmanlığa tıkadı.
Bu yanlış uygulama ancak geçtiğimiz yıl değiştirilebildi ve o değişene kadar oyun yaşında ilkokula başlamak zorunda kalan çocukların, eğitim hayatlarının bundan nasıl etkilendiğini de büyük ihtimalle hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz.
2006 ve 2007 doğumlu çocuklar, bu yıl LGS’ye girecekler.
4 + 4 + 4 uygulamasında 8'inci yılı geride bırakıyoruz çünkü.
Her sene 1 milyon 200 bin civarında çocuk bu sınava girerdi, bu yıl 60 aylıkken okula başlayanlar da sınava gireceği için sayı 1 milyon 800 bin olacak.
Gelecek yıl da aynı nedenlerle 400 bin fazla çocuk sınava girecek.
Sınavla öğrenci alan okullarımızın sayısı bin 526, kontenjanları ise 140 bin.
1 milyon 800 bin çocuk, aslında bu 140 bin sandalye için sınava girecek.
Bunun tek nedeni okullarımızın genel kalitesinin sınavla öğrenci kabul eden okulların düzeyine ulaşamamış olması.
Benzeri sorun üniversitelerde de var.
18 yıldır iktidarda olan parti, bu süre içinde eğitimin genel seviyesini yükseltmeye çalışmak yerine, imam hatiplerin sayısını arttırmaya odaklandı.
Yatırım programlarında aslan payı imam hatiplere ayrılırken, fen liseleri adeta ölüme terk edildi.
Ve bu yıl LGS'ye girecekler daha kalabalık oldukları için şansları da o oranda azaldı.
Bu çocukların çilesi bununla da kalmayacak.
2007 doğumlular, 2006 doğumlulara göre yaşça küçük oldukları için eşit puan almaları durumunda avantajlı olacaklar.
Durun, bu kadar da değil, çile devam edecek: Gelecek yıl liseye devam edecek bu çocukları yeni bir "yeni müfredat" bekliyor.
Çocuklar yeni müfredata göre 4 yıl okuyup, üniversite sınavlarına girecekler ama YÖK Başkanı, müfredat değişikliği ile ilgili haberler üzerine bakın ne demişti:
"Gündemimizde üniversiteye giriş sisteminde hali hazırda yeniliğe gitme gibi bir düşüncemiz olmadığı gibi bu hususta yeni bir çalışmamız da bulunmamaktadır."
Bakan Ziya Selçuk’un yanıtını da hatırlatayım:
"Şunu sormak lazım: Yükseköğretim Kurumları Sınavı'nda Milli Eğitim Bakanlığı'nın öğretmediği veya belirlemediği kazanımlardan sınav yapabilir mi?"
Öyle görünüyor ki 2006 ve 2007 doğumlu çocukların çilesi kolayca bitmeyecek.
2023 seçimlerinde oy kullanamayacakları için kaybolan çocukluklarının hesabını da soramayacaklar tabii.ed
Oda TV Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız ile Tele 1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel’in gözaltına alınmaları ile ilgili olarak sahip olduğumuz bilgi, savcılık tarafından havuz gazetesine sızdırılanlardan ibaret.
Dosyada gizlilik kararı olduğu için avukatları da bundan daha fazlasını uzun süre öğrenemeyecekler anlamına geliyor bu durum.
Ve savcılığın havuz gazetesine sızdırdığına göre Yıldız ile Dükel, siyasal ve askeri amaçlarla casusluk suçlamasıyla gözaltına alınmışlar.
Bunu nasıl yaptıkları da yine savcılık tarafından sızdırılan haberde var: Kendi adlarına kayıtlı telefonlarla!
Bunca yılın casus romanı okuyucusu ve casusluk filmi meraklısı olarak söylemeliyim ki bu devirde kimse adına kayıtlı telefonla casusluk filan yapmaz.
Hiç olmazsa WhatsApp kullanır, kesin bir koruma sağlamıyor olsa da uçtan uca şifreli!
Ayrıca casus dediğinin bir akıllı telefonu da mı olmaz? Vazgeçtim James Bond usulü spor arabalardan filan, akıllı telefon yahu!
Öte yandan bir gazetecinin, hükümetin Libya’da ne işler çevirdiğini öğrenmek istemesi de zaten casusluk sayılmamalı.
Bu bildiğin gazetecilik faaliyetidir ve iktidar gazetecilik mesleğinden hazzetmese de henüz yasalarımıza bu bir suç olarak kaydedilmiş değil. Yakında suç olarak tanımlanabilir, ona da şaşırmam tabii!
Yıldız ve Dükel’in soruşturulduğu bu suç TCK 328. Maddesinde düzenlenmiş. Maddeyi, gerekçesiyle birlikte okuduğunuzda görüyorsunuz ki savcının kanıtlaması gereken çok şey var:
1 – Gazetecilerin edindiği bilgilerin, güvenlik ve iç / dış siyasal yararları açısından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgiler olduğunu kanıtlamak.
2 – Bu bilgileri edinirken gazetecilik saikiyle değil, siyasal ya da askeri casusluk amacıyla hareket ettiklerini; suç kastını ispat etmek.
3 – Bunu bir yabancı devlet adına gerçekleştirmiş olduklarını tespit etmek.
Ben hukuk fakültesinde okumadım ama SBF’de aldığım temel hukuk bilgim, okuduğum bir kanun metnini anlamama yetiyor.
Savcılar bu işin altından nasıl kalkacaklar, bilemedim.
Ve tabii bir de sorum olacak: Üzerinde kısıtlılık kararı olan bir dosyayı, havuz gazetesine sızdıranın kim olduğu ile ilgili olarak savcılık bürosunda bir soruşturma açıldı mı? Suçlu Savcılık'ta mı çalışıyor, Emniyet’te mi?
Harvard Tıp Okulu’nun araştırması, Covid – 19 virüsünün yayılmaya başladığı tarihin 2019 yaz aylarının sonunda, son baharının başında olabileceğini gösteriyor.
Oysa Çin, bu virüsün tespit edildiğini dünyaya aralık 2019 tarihinde duyurdu.
Harvard’ın araştırması, salgının başladığı Wuhan’daki hastanelerin uydu görüntüleri ile Çin’in en çok kullanılan arama motoru Baidu’da yapılan aramaların analizine dayanıyor.
Araştırmacılar, 2019’un yaz aylarının sonunda ve sonbaharın başında, Wuhan’daki hastanelerde trafiğin arttığını, eş zamanlı olarak Covid-19’la bağlantılı semptomlara ilişkin internet aramalarında da artış yaşandığını tespit etti.
Bu elbette salgının daha erken başladığına kesin bir kanıt olarak ileri sürülemiyor ama hatırlarsınız 21 Mayıs’ta T24’te "Covid - 19 Türkiye’ye Mart’tan önce mi geldi" başlıklı bir yazı yazmıştım.
ABD’de geçtiğimiz aralık ayında iki hemşirenin benzer semptomlar gösterdiklerini ve antikor testlerinin pozitif çıktığına dikkat çekerek gazeteci arkadaşım Işın Görmüş’ün başından geçen benzer bir öyküyü paylaşmıştım.
Bu yazımdan sonra benzer belirtileri göstererek hastanelere kaldırılan, yoğun bakımda tedavi görüp iyileşen ama bütün bunları salgının açıklanmasından önce yaşayan okuyuculardan e – posta aldım.
Buna karşılık bazı hekimler de belirtiler aynı olsa bile aynı virüs olmayacağı ile ilgili görüşlerini benimle paylaştılar.
Keşke Sağlık Bakanlığı bir çağrı yaparak, benzeri hastalık öyküleri olan kişilere antikor testi yapsa ve gerçeği tartışmasız şekilde öğrenebilsek.
Çünkü eğer hastalık, Çin’in iddia ettiği tarihten önce yayılmaya başladıysa, virüsün yayılma hızı dahil bütün bilgilerimizi değiştirmemiz gerekecek.
Belki boş yere telaşlandığımızı anlayacağız, belki de daha çok tedbir almamız gerektiğini öğreneceğiz.
Harvard’ın bu son bulgusu, bu gerçeğin ihmal edilemeyeceğini gösteriyor.