Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “bundan böyle yangın mahallerine görevli olmayanlar alınmayacak” dedi.
“Yangın mahallerinde görevli olmayanlar” dediği insanlar iki grup.
Birinci grupta köylerini, hayvanlarını, arılarını kurtarmak için yangın söndürme çalışmalarına katılanlar var.
Demek ki bundan sonra evleri barkları yanarken kenara çekilip, seyretmeleri isteniyor.
Kim bilir, belki birer poşet çay da verirler ki yangını izlerken canları sıkılmasın.
İkinci grupta da gönüllüler var.
Yöneticilerin beceriksizliği ve öngörüsüzlüğünden kaynaklanan nedenlerle büyüyen yangında az sayıdaki itfaiye ve orman görevlisine yardıma koşan gönüllüler.
Onlar yangının göbeğinde hortum taşıdılar, kazma kürekle savaştılar, vatandaşların topladığı yardımları ihtilaç sahiplerine dağıtmaya çalıştılar, tahliye edilmesi gereken insanlara ve hayvanlara uzanan el oldular.
Ve ülkenin yöneticisi bundan rahatsız oluyor, “artık yangın mahalline giremezler” diyor.
Hani ormanda başlayıp, yerleşim yerlerine yayılan yangını söndürmek, büyükşehir belediyelerinin göreviydi?
Belediye görevliyse, merkezi yönetim yangın mahalline kimin girip, kimin giremeyeceğine neden karışıyor?
Erdoğan’ı bu sözü söylemeye yönelten rahatsızlığının, neden kaynaklandığını tahmin etmek hiç zor değil.
Bu sözü söyledi çünkü kendi yönetiminin öngörüsüzlük ve beceriksizliğinden kaynaklanan nedenlerle söndürülmesi geciken yangın nedeniyle ortaya çıkan toplumsal dayanışmadan ürktü.
Bu da doğal, çünkü otokratik yönetimlerin en çok korktuğu şey, idarenin aciz kaldığı durumlarda sivil dayanışmanın yükselmesidir.
Normal bir demokraside, devleti yönetenler vatandaşların kriz anlarında kendi aralarında dayanışma geliştirmelerinden ve krizle mücadele eden kamu görevlilerine yardımcı olmalarından rahatsız olmazlar.
Otokrat ise yönettiği toplumda “her şeyi bilen, her şeyi en iyi yapan, her şeye kadir lider” imajının çizilmesinden son derece rahatsız olur.
Otokratik yönetimler, devletin muazzam gücünü kullanarak kendisine muhalif olduğunu düşündüğü, yaşam tarzından hoşlanmadığı kitleleri bastırarak, susturarak kişiliksizleştirmek ve iğdiş etmek ister.
Bu son yangınlarda da olduğu gibi kendiliğinden oluşan sivil dayanışma, halka, kendi gücüne güvenebileceğini öğretir.
Kendi gücüne güvenebilmesinin önündeki engeller böylece yıkılmaya başlar.
Otokrat, o güne kadar bu kitleleri sindirebilmek için yaptığı her şeyin boşa gitmekte olduğunu görür, sinirlenir.
Erdoğan’ın suçu önce belediyelere atması, ardından yangınla kahramanca mücadele eden itfaiyecilerin yardımına hayati tehlikeleri de göze alarak koşanlara öfkelenmesi, avucunun içinden bazı şeylerin kayıp gitmekte olduğunu görmesinden kaynaklanıyor.
Savcılığın yardım çağrısı yapılan mesajları takibe alması ve ağır suçlamalarla soruşturma başlatmasının nedeni de budur.
Hükûmet medyasının, yangınlar sırasında sivil dayanışmaya katılan sanatçıları linç etmesinin ardında da bu var.
Ama gördüğünüz gibi artık insanlar korku eşiğini de aştılar.
Erdoğan artık kimseyi korkutamıyor.
Öfkesinin nedeni bu.
Ve buyurun “yapıcı eleştirilerim” de burada:
1 – Dağıttığı çayların sakinleştirici özelliklerinden kendisinin de yararlanmaya çalışmasını öneriyorum.
2 – Bugüne kadar ki yönetim tarzını değiştirerek, kamu görevlerini işin ehli olan insanlara vermesi, bu tür korkular yaşamasını da önleyecek ve sinir sağlığını korumaya yardım edecektir.
* * *
Türkiye’de vatandaşların yüzde 82’si ülkede işlerin iyi yöne gitmediğini düşünüyor.
Ipsos’un geçtiğimiz şubat ayında yaptığı araştırmada bu oran yüzde 65 idi.
Ülkede giderek daha çok sayıda insan, Türkiye’nin kötü yönetildiğini düşünüyor.
Bu araştırma son yangın fırtınasından sonra yapılmış olsaydı kuşkusuz ki işlerin iyi gitmediğini düşünenlerin sayısı daha da artardı.
Bunun siyasi sonuçlarını “bugün seçim olsa” araştırmalarında henüz görmüyoruz.
Bu çok anormal bir durum da sayılmaz çünkü ortada bir seçim sandığı yok.
Seçim süreci başladığında adaylar, programlar ortaya çıktığında daha anlamlı seçim araştırmaları göreceğiz.
Ancak 2002’de AKP’yi tek başına iktidara getirene benzer bir dip dalganın hareketlenmeye başladığını düşünmemiz için bu sonuçlar önemli bir ipucu veriyor.
Son yangınlar, Orman Bakanlığı, kendi raporlarında yazılı önlemleri zamanında almış olsaydı bu kadar büyümezdi, kim bilir bazıları belki de daha başlangıç aşamasında söndürülmüş bile olabilirdi.
Altında Bekir Pakdemirli’nin imzasının olduğu raporlar bunlar.
Orman altı örtüsünün kuru ve aşırı sıcak havada tutuşmayı kolaylaştıracağını öngören, ormanlardan geçen enerji nakil hatlarının yaratabileceği sorunlara dikkat çeken raporlar.
Meteoroloji’nin Ağustos ayının başında uzun süreli bir sıcak ve kuru hava dalgasının geleceğini duyuran raporundan sonra, alarma geçmesi gereken bakanlık yangının büyümesini bizlerle birlikte seyretti.
Seyretti çünkü böyle bir yangın başlangıcında havadan müdahale güçlü değilse, yangının büyümesi kaçınılmaz.
Ve Orman Bakanı, ihaleyle kiraladığı üç uçak ve helikopterler ile bu işi yürütebileceğini zannetti.
Bakan’ın öngörüsüzlüğü ve çapsızlığı nedeniyle Türkiye tarihinin en büyük orman yangını Erdoğan yönetimine “nasip oldu”!
Övünülecek bir rekor sayılmaz tabii.
Ancak gördük ki Erdoğan, bu işe yaramaz Bakanı’nın önünde siper oldu, savunuyor.
Çünkü Erdoğan da tıpkı diğer otokratlar gibi “her şeyi en iyi bilen, her şeyi en iyi yöneten lider” imajına çok yüklendi.
Şimdi böyle bir lider, nasıl yanlış bir adamı seçip, bakan yapmış olabilir?
Onun için hatalı işler yapan bir bakanın anında görevden alındığına, yerine hemen daha ehil birilerinin atandığına tanık olmuyoruz.
Tam tersine Erdoğan savunmaya geçiyor ve Bakanı görevden alma kararı vermişse de bunu hemen yapmadığı için aslında kendi yarattığı imajdan yiyor.
Herkesin bildiği bir Çin atasözündeki gibi, zincir en zayıf halkası kadar güçlü olduğu için de Türkiye’nin iyi yönetilmediğine inananların sayısı hızla artıyor.
Kamu yönetiminde de bu zincir metaforu geçerlidir; yönetimin başarısının düzeyini belirleyen şey, en başarısız üyesidir.
Bunun üzerine bir de gelir adaletsizliğinin ve yükselen işsizliğin yarattığı toplumsal psikolojiyi, yolsuzlukların iyice yayıldığına dair inancı eklerseniz Ipsos’un araştırmasından çıkan sonuca hiç şaşırmazsınız.
Evet, Türkiye artık “idare – i maslahat” dahi edilmiyor!
Not: Genç okuyucular bu deyimi bilmiyor olabilirler. Bir işi, gerektiği gibi değil, geçiştirerek yapmak, yapar görünmek, işi oluruna bırakmak anlamına geliyor.