Rahmetli Güngör Uras'ın deyişiyle "büyük Türk büyükleri" bambaşka işlerle uğraşırlar, çoğu da birbirine hakaret etmek için en uygun sözcüğü ararken, Mersin'de bir orta okulda, 12 yaşında bir kız çocuğu, 12 yaşında başka bir kız çocuğunun boğazını kesti, karnından bıçakladı ve öldürdü.
Bıçağını çekmeden önce de "konuşmak için" tuvalete çağırdığı arkadaşını hortum ile ağır şekilde dövdüğü anlaşıldı.
Olaydan sonra gözaltına alınan çocuk, diğer çocuğu öldürme gerekçesini şöyle açıkladı: "Sınavdan kötü not aldığım için benimle alay ediyordu!"
Gazetedeki haberde öldürülen kız çocuğunun fotoğrafı da vardı.
Pembe bir bluz giymiş, bluzunun üzerinde beyaz bir kalp var, bluzunun üzerinde daha koyuca pembe bir tonda "Love" yazılı. Gülümseyerek kameraya bakıyor, dudağının iki kenarında gamzeler oluşmuş.
Gazetedeki fotoğraf gördüğüm andan beri gözümün önünden gitmiyor.
Herhangi birimizin çocuğu olabilirdi.
Minik Fatma Nisa artık hiç gülümsemeyecek, okulunu bitiremeyecek, bir meslek sahibi, aile sahibi, çoluk çocuk sahibi olamayacak.
Ve biliyoruz ki olayın tek kurbanı da o değil.
Şu anda gözaltında olan E.D. de herhangi birimizin çocuğu olabilirdi.
Onun da artık normal bir hayatı hiç olmayacak.
Evet, yaşı küçük olduğu için onlarca yılını hapishanede geçirmeyecek belki ama yaşadığı bu travmayı atlatabilmesi kolay mı?
Onu böyle bir şiddete yönelten şey neydi?
Çocukken hepimiz arkadaşlarımızla dalga geçmedik mi? Arkadaşlarımız bizlerle dalga geçmedi mi? Bu tür şeyler, çocuk olmanın bir parçası değil mi zaten?
Tamamen tesadüf eseri olarak sabah bu haberi okuduktan sonra, kendisine travmalı çocuklara yardım hedefini seçmiş bir vakfın toplantısına katıldım.
Maya Vakfı, Özsüer Ailesi'nin sağladığı olanaklarla travmalı çocuklara yardım amacıyla kurulmuş.
Vakfın yöneticilerinin anlattığı bir örnek olayı dinlerken aklımda Mersin'deki olay vardı.
Urfa'daki bir okulda, bir çocuk, kendi yaşındaki bir başka çocuğa zorbalık yaparken öğretmenlerinin dikkatini çekmiş.
Vakfın da yardımıyla psikologlar çocuğa yardım etmeye çalıştıklarında ortaya çıkmış ki "zorba" diye yaftalanan çocuk da aslında aile içindeki zorbalığın kurbanı.
Kimin kurban, kimin zorba olduğunun birbirine karıştığı bir tablo.
O yaştaki çocukları arkadaşlarına karşı zorbalığa ve şiddete yönelten faktörlerden birisi o çocuğun da kendi hayatında benzeri bir zorbalığın ya da istismarın kurbanı olması.
Vakıf, sadece okul içi zorbalıkların yarattığı travmalı çocuklar ile değil her türlü travma kurbanı çocuklar ve gençler ile ilgili programlar da yürütüyor.
Doğal afetlerin yarattığı travmalardan tutun da iç savaştan kaçan Suriyeli göçmen çocuk ve gençlerin yaşadıkları travmaya kadar geniş bir yelpaze bu.
Çok yönlü ve çok kapsamlı çalışmayı gerektiren, Aile Bakanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı'nın gözetimi ve iş birliği ile yürütülen programlarda sizler de yer alabilirsiniz.
Deyim yerindeyse "herkese yer var", yeter ki travma kurbanı çocuklara yardım etmek isteyin.
Herkesin kendi bilgisi, zamanı, eğitimi ve olanaklarıyla yer alabileceği programlar var ve bu programlardan kurumlar da yararlanabilirler.
Gönüllü olmak ya da faaliyetlere katkıda bulunmak istiyorsanız vakfın internet sitesinde her türlü bilgiye ulaşmanız mümkün: www.mayavakfi.org
Doğrusunu isterseniz Fatma Nisa'nın görüntüsü gözümün önündeyken ne Süleyman Soylu ile uğraşabilirim ne de sıradan politikacıların üç kuruşluk dünya çıkarı için girdikleri iğrenç ilişkiler ile.
52 haftadır bu soruları soruyorum, yanıt vermiyorlar çünkü verebilecek bir yanıtları yok.
Sükutun ikrardan geldiğini bir kez daha test etmiş oluyoruz.
Soruların geçen haftaki versiyonuna bu linkten ulaşabilirsiniz:
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |