"Bakım yapılacak" diye limana çekilen Oruç Reis gemisinin, Meis adasının 6,5 mil güneyine neden gönderildiğini aramızda bilen var mıdır?
Bu işleri takip eden gazeteci arkadaşlarıma soruyorum, bir yanıt alamıyorum.
Oruç Reis’i, yanına iki de askeri gemi katıp oraya yollayarak, masaya oturmamak için fırsat kollayan Yunanistan’ın eline bu kozu niye verdiğimizi bilen yok.
Nitekim Yunanistan da bu fırsatı kaçırmadı!
Ve bugüne kadar Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlarda dengeli bir politikayı tercih eden Almanya bile Türkiye’yi "provokasyon" yapmakla suçladı.
Almanya ve Fransa, gemilerin geri çekilmesi için hafta sonuna kadar süre verdi ve bu sürenin sonunda gemiler çekilmezse bunun AB yaptırımları olarak sonuçlarının olacağını artık biliyoruz.
ABD de ilk kez Türkiye’yi Akdeniz’de provokasyon yapmakla suçluyor.
Şu an itibariyle Türkiye’nin sorun yaşamadığı devlet yok gibi! Benim sayabildiklerim:
Mısır, İsrail, Ermenistan, Yunanistan, Irak, Suriye, Rusya, Hindistan, ABD, AB, Fas, Suudi Arabistan, BAE, Kanada.
Yakında tek dostumuz KKTC kalacak diye düşünüyordum ki orada da seçimlere burunlarını soktular.
Akıncı yeniden seçilirse ne yapacaklar, merak ediyorum.
Fransız Courrier International dergisinin son sayısının kapağında Cumhurbaşkanı’nın Supermen kılığında bir illüstrasyonu var. Kapaktaki başlık da Türkiye’nin dünyanın geri kalanına karşı olduğunu anlatıyor.
Kapağı görünce mutlu mu oldu, sinirlendi mi acaba?
Türkiye, bütün dünyaya karşıysa, bütün dünya kime karşı?
Damat Bakan’a söyleyeyim ki bu iş Türkiye’nin ekonomisini de artık ciddi olarak etkileme boyutuna ulaşıyor.
Suudi boykotunu ciddiye aldıklarına ve bunu çözümlemek için bir şeyler yaptıklarına ilişkin her hangi bir haber okudunuz mu?
Seçimlere kadar daha kaç milyon metreküp doğal gaz bulunduğu müjdesi dinleyeceğiz bunu bilemem ama gaz çıkana kadar şu boykotları filan kaldırmak için çalışmayı düşünmüyorlar mı?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, akademik yıl açılış töreninde konuştu:
"Hem aile eğitimi hem de mektep eğitimi bağlamında ciddi eksikliklerimiz olduğuna inanıyorum."
Cumhurbaşkanı ile her zaman aynı fikirde olamıyorum, bunu biliyorsunuz.
Onun için böyle arada sırada hem fikir olduğumuzda seviniyorum; bu tür gösterilerden hoşlansam havai fişek bile patlatabilirim, o kadar yani!
"Mektep eğitimi" konusuna daha sonra bakarız ama Cumhurbaşkanı’nın "aile eğitiminde eksiklikler" görüşüne katılmamam mümkün değil.
Mesela, en ciddi sorunlardan biri insanların çocuklarıyla birlikte hırsızlık yapmaları ya da çocuklarını bu işlere alet etmeleridir.
Çocuklar böyle büyütülürse, onlar da normalin bu olduğunu düşünüp, kendi çocuklarını böyle yetiştirirler ki böylece hırsız aşiretlerinin doğuşuna tanıklık ederiz.
Zaten hep bunu merak etmişimdir: Normal bir geliri olması lazım gelen bir insan, mesela siyasetteki yükselmesine paralel olarak aniden zenginleşmeye başlarsa, bunu ailesine nasıl açıklayabilir?
Mesela eşi sormaz mı: Bey, hayrola, bu para da nereden çıktı? Bunun helal kazanç olduğuna emin misin? Bu "gulül" sayılmaz mı?
Eğer onlar da "çocuklarıma bu haramı yerdirtmem" demek yerine kendilerine alınan pahalı çantaların, değerli mücevherlerin büyüsüne kapılırlarsa, işte o zaman Cumhurbaşkanı’nın dikkat çektiği tehlike baş gösterir: Aile eğitiminde ciddi eksiklikler!
Tıpkı balığın baştan kokması gibi o aile de başından kokmaya başlar, giderek kuyruk da kokar.
Düzgün bir aile terbiyesi, bir toplumun en önemli varlıklarından sayılmalıdır.
İyi aile terbiyesi görmüş çocuklar, başkalarına haksızlık yapmaktan kaçınırlar.
İnsanların gözünün içine baka baka yalan söyleyebilecek kadar kötü ahlaklı olmanın panzehiri, aile terbiyesidir.
İyi aile terbiyesi insanı vicdanlı kılar.
Vicdansızca alınan kararlar, yapılan uygulamalarla toplumların bozulmasının önüne geçebilmekte iyi aile terbiyesinin rolünü küçümsememek gerekir.
Velhasıl şunu söylemeliyim ki her şey aile terbiyesiyle başlar!
Cumhurbaşkanı, aynı toplantıda bir de şunu söyledi:
"En büyük gücümüzün devlet ve millet olarak kendi içimizde birliğimizi, beraberliğimizi sağlam tutmamız olduğunu görüyoruz."
Bu cümleyi okuyunca, Cumhurbaşkanı’nın başka bir evrende yaşadığını düşündüm.
Günümüzde bir arada kullanılamayacak kelimeler arasında birinciliği "Türkiye – birlik – beraberlik" kelimelerine vermemiz gerekiyor.
Çünkü siyasal İslamcıların iktidarının en görünür gerçeği tam olarak bölünmüş, birliğini kaybetmiş bir millet haline dönüştüğümüzdür.
Cumhurbaşkanı, en büyük gücümüzün bunlar olduğunu düşünüyorsa, neden bunu bozmak için özel bir çaba sarf ettiğini de açıklamalıydı.
Yoksa "kendi içimizdeki birlik ve beraberlik" derken sadece kendisine oy veren kitleyi mi kast ediyor?
Cumhurbaşkanı’nın her fırsatta tekrarladığı başka sözlerine bakarsanız vatandaşlarımızın yarısı yerli ve milli değil!
Seçimde halkımızın 6 milyon oy verdiği parti, ona göre yok!
İmam hatip ya da ilahiyat mezunu değilseniz, devlet memur olmanız neredeyse mümkün değil.
Seçilmiş belediye başkanlarının yerine devlet memurlarını tayin etmek ona göre gayet normal.
Ve bütün bunların sebebi kendi izlediği politika değilmiş gibi konuşabiliyor:
"En büyük gücümüzün devlet ve millet olarak kendi içimizde birliğimizi, beraberliğimizi sağlam tutmamız olduğunu görüyoruz."