Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerine Dolmabahçe Sarayı'nda bir iftar daveti verdi.
Davetli kuruluşlar ne kadar "sivil", bunu bilmiyorum.
Bizde de tıpkı ABD ve Avrupa'da olduğu gibi "sivil" görünümlü böyle çok sayıda kuruluş var.
"Doğan görünümlü Şahin" gibiler, sivil görünüyorlar ama kamu kaynaklarıyla finanse ediliyor, kamu kaynaklarını kullanıyorlar.
Bunu geçelim.
Erdoğan, bu iftarda şöyle bir söz söylemiş:
"Bunların hayatı bu, akşam yalan, sabah yalan."
"Bunlar" dediği, Gezi protestolarına katılan vatandaşlar.
Ve "iftarda" yaptığı bu konuşmada, bu cümleden önce şöyle bir cümle daha kurmuş:
"Dolmabahçe Camisi, o camide bira kutularıyla caminin içinde o oturan müptezeller, camiden buradaki makamımıza kadar kanallar açmak suretiyle, geldiler, ondan sonra gezicilerle beraber Taksim Meydanı'na yürüdüler."
Hatırlarsınız, "camide bira içtiler, seviştiler" yalanı, Gezi protestoları sırasında, halk arasında düşmanlık yaratmak amacıyla ortaya atılmıştı.
Üstleri çıplak adamların, türbanlı kadını tartaklayıp, üzerine işemeleri yalanı gibi!
Fetullahçı amirlerin yönlendirdiği polislerin aşırı şiddet kullanması sonucunda camiye sığınmak zorunda kalan göstericileri şeytanlaştırmak için uydurulmuştu.
Oysa caminin imamı böyle bir şey olmadığını söylüyordu.
İmam Fuat Yıldırım, "ben camide içki içen görmedim, din adamıyım yalan söyleyemem" demiş, bunun bedelini de sürgüne gönderilerek ödemişti.
Erdoğan, "iftarda", bugüne kadar bilmediğimiz bir başka gerçeği daha açıklıyor gibi görünüyor:
"Camiden buradaki makamımıza kadar kanallar açmak suretiyle, geldiler, ondan sonra gezicilerle beraber Taksim Meydanı'na yürüdüler."
"Buradaki makamımız" dediği, Beşiktaş'taki o zaman Başbakanlık Çalışma Ofisi olan bina.
Cami ile Başbakanlık arası tam 1 kilometre.
Normal yürüyüş temposuyla 11 – 12 dakika sürer. Hızlı yürürseniz 9 dakikaya kadar da iner. Koşarsanız 5 dakika.
Ve Erdoğan'a göre protestocular bu yolu "kanallar açmak suretiyle" kat etmişler.
O günlerde bu kanalları gören oldu mu? Olmadı.
Fotoğrafları var mı? Yok.
MOBESE kameraları "kanal açıcıları" kaydetmiş mi? Hayır, kaydetmemiş.
Böyle bir şey olsaydı zaten Gezi davasının iddianamesinin kanıtlarından biri olarak dosya eklerinde yer almalıydı.
Erdoğan, o günlerde kendisine aktarılan bu bilgilerin yalan olduğunu hâlâ öğrenememiş demek ki.
Bunların kara propaganda için üretilmiş yalanlar olduğunu bilseydi hem de oruç ağızla, iftar yemeğinde böyle konuşmazdı diye aklımdan geçirdim.
Zaten "bunların işi gücü yalan" dediği bir konuşmada hiç söylemezdi.
Hem Erdoğan da Hz. Muhammed'in, Ebu Hureyre'ye şöyle dediğini mutlaka biliyordur, buraya aktarayım, bilgilerimizi tazeleyelim. Tekrarda fayda var belli ki:
"Nice oruç tutanlar var ki oruçlarından payları açlık ve susuzluktur. Ve yine nice ayakta duranlar / namaz kılanlar var ki, namazından elde ettiği şey yorgunluktur."
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Hollanda'da iki ayrı caminin açılışına katıldı.
Hollanda Diyanet Vakfı'nın yaptırdığı camilerden biri Orhan Gazi adını taşıyor, Den Bosch kentinde. Diğeri, Ahi Evran adını taşıyor, Lahey kentinde.
Ali Erbaş camilerin açılışında yaptığı konuşmada "bize bakıp da Müslümanlıktan soğuma olursa vebalini taşıyamayız" dedi.
Ne güzel söylemiş!
Demek ki bundan sonra ayrıştırıcı değil, birleştirici bir Diyanet İşleri Başkanı göreceğiz.
İslam'ın, dünyevi iktidarın politikalarına meşruiyet kazandırmak amacıyla kullanılmasına da karşı çıkacak belli ki.
Camilerin siyasi propaganda alanları olmaktan kurtulacağını, din görevlilerinin sadece kanunla kendilerine tanımlanmış dini görevlerini yerine getireceğini de düşünebiliriz.
Kısacası iyi olacak, Başkan'ın bu fikirde olması.
Diyanet İşleri Başkanı'nın bu sözlerini neden söylediğini gayet iyi anlıyorum.
Toplumumuzda şöyle bir düşünce giderek yayılıyor: "Bunlar Müslümansa, ben neyim?"
Cami kapılarını propaganda mecrası haline getirenlerin, konuşmalarına dini hassasiyetleri sokuşturanların, nasıl yaşadıklarına, ne yaptıklarına çok dikkat etmesi gerekiyor.
Bunlardan biri de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu.
Yanıtlaması gereken çok soru var ve saklanıyor, yanıt vermiyor.
Yanıt vermeyerek geçiştirilecek konular değil bunlar.
32 haftadır soruyorum, hâlâ yanıt veremiyor.
1 – Kendisine gazeteci süsü veren birisi, iş adamı Sezgin Baran Korkmaz'dan, İçişleri Bakanı Soylu'ya verilmek üzere 10 milyon Euro istedi.
Korkmaz bu amaçla "kendisine operasyon çekilirken bazı adamlarının içeride rehin tutulduğunu" da söylüyor.
Bu iddiaya göre Soylu, bir iş adamından avanta 10 milyon Euro istemekle kalmamış, bir de devletin polisini mafya tetikçisi olarak kullanmış!
Bakan susarak bunu geçiştiremez.
2 – Ankara ve İstanbul belediyelerinin elinden aldığı yolsuzluk dosyalarını saklayıp, savcılıklara göndermeyen İçişleri Bakanı, "mafyadan para alan AKP'li politikacıyı" da biliyor ama açıklamıyor.
Bu AKP yöneticileri de bir tuhaflar.
Aralarında mafyadan para alan biri var, hepsi kim olduğunu biliyor ama kılları kıpırdamıyor.
Üstelik mafya tarafından maaşa bağlanmış AKP'li politikacının adı derdest bir soruşturma dosyasında duruyor.
Mafyanın maaşa bağladığı politikacıyı savcı neden koruyor? O da mafya politikacısının ortağı mı?
3 – Adalet Bakanı Yardımcısı yapılan bir savcı ile bir hâkim, olmayan bir MASAK raporunu gerekçe göstererek, Sezgin Baran Korkmaz'ın mal varlığı üzerindeki tedbiri kaldırdılar.
Böylece 150 milyon dolarlık malın kaçırılması mümkün oldu.
Adalet Bakanı, yardımcısına bunu nasıl yapabildiğini hiç sormuyor mu?
Savcı ve hâkim bu işi nasıl oldu da yapabildi?
Emir mi aldılar, para mı aldılar?