Kamuya ait sigorta şirketlerinin birleştirilmesi ile ilgili törende konuşan Cumhurbaşkanı’nın, BES diye bildiğimiz “bireysel emeklilik sigortasını” gündeme getirmesi, durduk yerde akla gelmiş bir şey olmamalı.
Erdoğan’ın sözleri şöyle:
“Fon tutarı 154 milyar liraya ulaşan bireysel emeklilik sisteminde yapılacak atılımlarla reel sektöre uzun vadeli düşük maliyetli kaynak sağlanabilecektir.”
Bireysel emeklilik sigortası yaptıranlar, ödedikleri primler ile belli bir vadenin sonunda toplu bir para almayı ya da aylık maaş almayı bekliyorlar.
Primleri toplayan sigorta şirketleri, değişik fonlar oluşturarak bu parayı değerlendiriyor.
Bu fonların başarısını ölçecek kıstas, “en yüksek getiriyi sağlamak” olmalı.
Fon yöneticileri bu hedefe yönelik çalışırlarsa sistem ayakta durur, insanların güveni artar, daha çok sayıda insan tasarruflarını sisteme sokar.
Bu fonların hedefi “reel sektöre en düşük maliyetle kaynak sağlamak” olamaz.
Hele “uzun vadeli en düşük maliyet” hiç olamaz.
BES fonları, birikimcilerine, şu anda bankaların yaptığı gibi negatif faiz vermeye yönelirlerse olacak olan tasarrufların yeniden altına ve dövize yönelerek, yastık altına inmesidir.
Erdoğan yönetiminin, gözünü şimdi de bu fonlara dikmiş olmasından da anlıyoruz ki Türk ekonomisi sıfırı tüketmeye çok yakın.
Müflis tüccarlar gibi kıyıda köşede bir şey kalmış olabilir mi diye bakınırken belli ki BES’de toplanan 154 milyar lira gözlerine takılmış.
Öyle görünüyor ki BES de, kendisinden önceki tasarruf bonosunun, konut fonu kesintilerinin akıbetine uğrayacak.
Milletten başka amaçlarla toplanan para, ekonomiyi doğru yönetmeyi becerememiş olmanın bir bedeli olarak “deve edilecek”.
İşsizlik Sigortası’nda biriken para nasıl buharlaşıp, yok olduysa aynı akıbeti BES’de biriken 154 milyar lira da paylaşacak.
Ve işte buraya da yazıyorum, bu para, “reel sektörü desteklemek” bahanesiyle iç edilecek ama diğer öteki kamu kaynakları gibi pahalı 'yap, işlet, devret' projelerinin müteahhitlerine aktarılacak.
İstihdam istatistiklerinde Türk mucizesi olanca hızıyla sürüyor.
15 yaş üstündeki işsiz sayısı son bir yılda 152 bin kişi azaldı!
Son bir yıl içinde çalışanların sayısı da 1 milyon 981 kişi azalmış bulunuyor.
Çalışabilecek yaşta ve güçte kuvvette insanlarımızın yarısından azının bir işi var.
Her üç kişiden biri sokaklarda avarelik ediyor, okula da gitmiyor, bir işte de çalışmıyor.
15 - 24 yaş arasındaki gençlerin dörtte biri de işsiz, TikTok oynuyor!
Hem işsiz sayısını hem de çalışan sayısını birbiriyle eş zamanlı olarak azaltmayı başarabilmek için insanın ekonomi sihirbazı olmasına gerek yok.
Türkiye’nin havasından suyundan böyle oluyor.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler, belli bir zaman içinde iş bulamayıp, iş bulmaktan ümidini kesenleri adam yerine koymuyor.
Onun için işsiz sayısı azalırken, çalışanların sayısı da azalabiliyor.
Muazzam bir sistem yani.
Cumhurbaşkanı ve Damat Bakan, ekonomimizin süper olduğunu söylüyor ve moral vermeye çalışıyor.
Damat Bakan’a göre ekonomi eğrimiz bir V çizecek ve şu anda V’nin sağdaki ucu yükselmeye geçmiş bile.
Ülkeyi yönetenlerin insanlara moral vermeye çalışmalarında yadırganacak bir durum yok.
Onların da çıkıp, işsiz kalanlarla birlikte ağlaşmaları doğru olmaz. Moral vermeye çalışmaları normal.
Farkındaysanız son zamanlarda her konu, AKP iktidarı için bir halkla ilişkiler ve imaj meselesi olarak ele alınıyor.
Kamu kaynaklarıyla yaratılmış muazzam bir propaganda gücüyle, gerçekleri ters yüz etmeye çalışıyorlar.
Hep şunu merak ediyorum: TÜİK’in iş gücü istatistiklerinde basit birer rakam olarak gördüklerimizin hepsi kanlı canlı birer insanı temsil ediyor.
Bunların çocukları var, hayalleri var, beklentileri var.
Propagandayla, yandaş medya mavallarıyla bu kitle gerçekten durumunun süper olduğuna inandırılabiliyor mu?
Aylardır işsiz kalıp, iş bulmaktan ümidini kesen birisi “işsiz sayısı azaldı” istatistiğini görünce ne hissediyor?
Erol Mütercimler bir televizyon programında, sonradan net bir şekilde özür dileyerek geri aldığı bir şey söyledi.
Aynı sözleri tekrarlamayacağım, bana göre de son derece düşüncesizce sarf edilmiş sözlerdi ve imam hatip okullarında okuyan, mezun olan insanları yaraladı.
Ardından bir suç duyurusu furyası başladı.
İmam hatip mezunlarını temsil eden derneklerden Diyanet İşleri’ne kadar!
Mevcut toplumsal iklimi dikkate alırsak suç duyurularının nasıl bir sonuç vereceğini tahmin edebiliriz.
Bağımsız yargımız, en bağımsız şekilde bir karara varacak ve imam hatipli Cumhurbaşkanı’nı da sinirlendirmeyecektir, buna eminim.
Kişisel olarak şöyle düşünürüm: Toplumlar bileşik kaplar gibidir. Bir kaptaki suyun bileşimi neyse, diğer kaplardakiler de aynıdır.
Yani ne kadar hırsız avukat varsa, o kadar hırsız mimar da vardır. Ne kadar sahtekar gazeteci varsa, o kadar sahtekar doktor da bulunur.
Ahlaksızlıklar bir toplumsal grupta ne kadar yaygınsa, onun tam tersi olduğunu düşündüğünüz gruplar içinde de o kadar yaygındır.
İstatistiki mutlak eşitlikten söz etmiyorum elbette ama toplum içinde bir grup pirüpak iken, diğer gruplar kirli olmazlar.
Bir tanesinde kirlenme varsa, diğerlerinde de vardır, buna emin olunuz.
İmam hatipliler arasında ahlaksızlar elbette vardır, tıpkı düz liseliler ya da kolejliler arasında da olduğu gibi.
İmam hatipliler arasında iyi ahlâklıların oranı, emin olunuz ki düz liseliler arasındaki iyi ahlaklıların oranı kadardır, ne fazla, ne eksik.
Onun için Erol Mütercimler ne kadar hatalıysa, imam hatipli olmayı yüceltip, iyi ahlâklı olmayı bu gruba ait bir özellik olarak sunan ve zamanında düz liselilerin kalplerini çok kıran Erdoğan da o kadar hatalıdır. (Erdoğan’ın geçmişteki imam hatip konuşmalarına göz atabilirsiniz. Hepsine internetten ulaşmak mümkün.)
Normal bir okuyucunun, günlük telaşı içinde ayırabileceği vakitten daha fazlasını bana ayırmanızı istemediğim için burada keseceğim.
Suç duyurusu meselesinin böyle zıvanadan çıkmasının, ciddi toplumsal sonuçları olabileceği ile ilgili düşüncelerimi yarın paylaşırım.