Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 2011 – 2013 yılları arasında yapılan KPDS, ALES, YDS ve ÜDS sınav sorularının "usulsüz şekilde alınarak" Fetullahçı çete mensuplarına dağıtılmasıyla ilgili 59 şüpheli hakkında gözaltı kararı verdi.
Bu haberi önceki gün gazetelerde okudum ve tatlı bir nostalji rüzgarının beni sarıp, sarmalamasına izin verdim!
KPSS sorularının çalındığı ortaya çıkınca zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, MİT Müsteşarı ve Emniyet Genel Müdürü'nü odasına çağırmış, "bu işi kim yaptıysa bulun ve dosyayı da önce bana getirin" demişti.
Sonra da çıt çıkmamıştı.
Hürriyet'te 5 yıla yaklaşan bir süre boyunca her Pazartesi aynı soruları sordum:
KPSS sorularını kim çaldı? Suudi Kralı'nın hediyeleri ne oldu? Bülent Arınç'a suikast işi ne durumda?
5 yılın sonunda, sorularıma yanıt verilmemesini de bir tür yanıt olarak kabul ettiğimi açıklayıp, "Pazartesi sorularını" kesmiştim.
5 yıl boyunca sorduğum KPSS sorusuna gerçekten bir yanıt verilmiş olsaydı, TSK'daki Fethullahçı çete darbeye kalkışacak güce ulaşamadan ortaya çıkarılabilirdi.
2010 yılındaki KPSS'de "doğru yanıtları bilerek" öğretmen olan 102 kadının kocaları, 15 Temmuz darbe girişiminde aktif rol oynayan subaylardan başkası değildi.
O vakit sorularımın niye yanıtlanmadığını da biliyordum, tıpkı Erdoğan'ın soruları kimin çaldığını bildiği gibi!
Peki ben neye dayanarak "soruların nefesi kuvvetli bir hocanın örgütü tarafından çalındığını" yazabiliyordum?
Hayır, örgüte sızmış casuslarım yoktu.
Soruların çalındığının belli olmasının hemen ardından 10 Eylül 2010 günü Milliyet'te, Tolga Şardan ve Türker Karapınar imzasıyla bir haber yayınlandı.
2010 KPS Sınavı'nın sorularının çalınmasındaki kilit isimlerden biri olan Ispartalı Baki Saçı, savcılığa verdiği ifadede cemaat bağlantılı bir arkadaşının "Sana bir hediyem var" diyerek soruların yanıtlarını kendisine gönderdiğini anlatıyordu.
Sadece KPSS değil, ALES, YGS sorularının yanıtlarının da örgüte mensup kişilere dağıtıldığını açıklıyordu.
Saçı, ifadesinde, üniversiteye hazırlanırken gittiği bir dershanede Fetullah Gülen cemaati mensuplarıyla tanıştığını, "Sana imkânlar sunarız" diyen cemaate ait evlerde 4 yıl boyunca kaldığını ve cemaati bu şekilde tanıdığını anlatıyordu.
Ankara'ya getirilerek savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan Saçı, daha sonra serbest bırakılmıştı.
Bu ifadeyi vereni serbest bırakan da sanıyorum Fetullahçı bir savcıydı!
Peki Fethullahçı savcının örtbas etmeye çalıştığı şeyin üzerine MİT Müsteşarı ya da zamanın Emniyet Genel Müdürü, neden gitmediler?
Ya da bizzat Recep Tayyip Erdoğan, "önce kendisine sunulan" bu dosyayı neden takip etmedi?
Neden Fetullahçı çetenin soruları çalarak, memuriyete girmek için yıllarca bekleyen insanların hakkını yemesine göz yumdu?
Müslümanlıkta bu kul hakkı yemek sayılmıyor mu yoksa, Diyanet İşleri başkanı ne diyor bu işe?
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na açtığı soruşturmada başarılar dilerim, suçluların cezasız kalmayacağı görülmeli.
Ama Savcı Bey de kamuoyu da bilmeli ki suçlulara yardım ve yataklık edenler serbest!
Tagore'un "Aleve aydınlığı için teşekkür et… Ama tükenmeyen bir sabırla gölgede durarak lambayı tutanı da unutma" sözünü duruma uyduruyorum:
"Savcıya çabası için teşekkür et… Ama hırsızlığa bilerek göz yumanı ve çeteye yardım – yataklık edeni de unutma!"
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türk Hava Yolları'nın adını "Türkiye Hava Yolları" diye değiştiriyor.
Kuşkusuz ki şimdi cennet vatanımızda yeni bir havanda su dövme yarışması başlayacak ama kazanan kuşkusuz ki Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde "bir Müslüman kardeşimiz" olacak.
Belki kazanan birden çok olur, çünkü iş çoğumuzun havsalasının alamayacağı kadar büyük, aralarında paylaşma cihetine gideceklerdir!
Öncelikle üzerinde Turkish Airlines ya da Türk Hava Yolları yazılı, basılı ne varsa değişecek, yeniden yazılacak ve basılacak.
Eldeki stoklar ne olacak derseniz, bu işten de hurda işiyle uğraşan bir Müslüman kardeşimiz çöplenecek.
Uçakların tümünün yeniden boyanmasını da unutmayalım.
Bunlar elbette o büyük bütçenin içinde bu arkadaşlara çerez gibi gelecek rakamlar.
Milyar dolarlarla oynamaya alışan insanlara 100 milyar lira bile "çerez parası" gelir, bunu unutmayalım.
Asıl büyük para, 89 yıllık reklam harcamalarıyla oluşturulmuş markanın, isim değiştirerek yeniden lansmanı için harcanacak.
Bunun için filmler çekilecek, yurtiçinde ve dışında gazetelerde, tv'lerde reklam alanları satın alınacak, filmlerde oynayacak aktörlere, yönetecek yönetmenlere sıkı paralar ödenecek vs.
Böylece Türkiye ve dünya, "icraatçı lider" nasıl olunur, öğrenecek.
Gerçi "Türkiye Hava Yolları" dışarıda "Turkiye Hava Yollari" diye yazılacak, özellikle Turkiye kelimesi doğru dürüst telaffuz edilemeyecek ama o kadar kusur kadı kızında da olur, sizin vizyonunuz bu büyük dönüşümü yaratan liderin aklından geçenleri anlamaya yetmez!
Taha Akyol'un "Laf Dinlemedi – Merkez Bankası Nereden Nereye?" isimli incelemesi, Doğan Kitap'tan yayınlandı.
Taha Bey, Merkez Bankası ile ilgili günümüzdeki tartışmalardan hareketle, ilginç bir "iktisat tarihi" kitabı yazmış.
Gazeteci olduğu için de doğal olarak bir ders kitabı havasında değil. Kolayca okunuyor.
Abarttığımı düşüneceksiniz belki ama plajda güneşlenirken bile rahatça okuyabileceğiniz, ilginç bir üslubu var.
Güncel tartışmalardan da bildiğimiz gibi Osmanlı döneminde bir Merkez Bankası yoktu.
Merkez Bankası 1930'da, Cumhuriyet'in ilanından çok sonra kurulabildi.
Kitabı okurken Erdoğan'ın farklı dönemlerde ne kadar farklı şeyler söyleyebildiğine bir kez daha hayret ettim.
Zaten bildiğimi düşündüğüm olaylar ve kamuoyundaki tartışmaları, bir perspektif içinde bir arada okumak, insanın ufkunu açıyor.
Günlük tartışmaların, laf kavgalarının içinde kaybolup giden ama ilerleyen günlerde çok büyük sonuçları olan sözlerin nasıl ve neden söylendiğini de gayet iyi anlıyorsunuz.
Taha Akyol'un bu kitabı, bugün içinden geçmekte olduğumuz derin iktisadi krizin nedenlerini açık seçik anlatıyor.
Türkiye'de devletin lüks tutkusunun, tarihsel kökenlerinin anlatıldığı bölümde çok hoşuma giden bir kavram ile karşılaştım: İktisatsızlık kültürü!
Osmanlı'yı çöküşe götüren süreci, askeri olaylardan ibaret zannedenler için de çok öğretici olacak bir kavram bu.
Ve korkarım bugünü anlamamızı da tarif eden bir kavram olarak gelecek yıllarda da sıkça kullanılacak!
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya’da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi Denizli Lisesi’nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü’nden 1977 yılında mezun oldu. Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara’da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi’nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş’e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı. Askerlik görevini Kara Harp Okulu’nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları’nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları’nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu. 1985 yılında Hürriyet’e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu’nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık’ın 1 Numara Yayıncılık’a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30’u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu’nun CEO’luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018’den itibaren T24’te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı”, “Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma”, “Aşktan Sonra Hayat Var Mı”, “Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür” isimli kitapları yayımlandı. “Aşk Herşeyi Affeder mi” isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. “Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci” olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |