Ben çocukken Türk filmlerinde kötü adamların kurduğu tuzaklar nedeniyle suç işleyen ve hapse giren film kahramanları, son sahnede beraat ederlerdi.
Rahmetli Hulusi Kentmen gibi tonton hâkim amcalar, beraat kararını büyük bir zevkle açıkladıklarında da filmin kahramanı şöyle bağırırdı: Yaşasın Türk adaleti!
Salondaki izleyiciler de bu sözü duyunca alkışa başlar, film de öylece biterdi.
Önceki gün Kürşat Yılmaz’ın “beraat ederek” hapisten çıkması ve Devlet Bahçeli’yi makamında ziyaret etmesi ile ilgili haberleri izlerken bu sahne gözümün önüne geldi.
Kürşat Yılmaz, 30 Ekim 2005 tarihinde “Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, yönetmek, nitelikli yağma, tehdit, kasten yaralama, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” gibi suçlardan 66 yıl 3 ay 15 gün hapisle cezalandırılmış, cezası kesinleştiği için de cezaevine konulmuştu.
Bu yıl, avukatlarının başvurusu üzerine yeniden yargılama talebi, dosyadaki bir kısım suçlar yönünden kabul edildi.
Yeniden yapılan yargılamada Kürşat Yılmaz, daha önce 35 yıllık hapis cezası almasına neden olan kısmından beraat etti ve gereğinden fazla süre hapishanede kaldığı için de tahliye edildi.
Geçmiş olsun, darısı boş yere, hukuk çiğnenerek hapis yatan herkesin başına!
Yılmaz’ın avukatları, müvekkillerinin Fetullahçı hâkim ve savcıların kurbanı olduğunu özel olarak vurguluyorlar.
Dosyayı bilmediğim için yapılan yargılamanın, siyasi etkiye açık olup olmadığını da bilmiyorum.
Kimseyi de bilmediğim bir konuda suçlamak istemem.
Ama ortada çok acı bir hukuk katliamı olduğu çok açık.
Bir yargılama yapılıyor, hem de üç hâkimin birlikte görev yaptığı bir ağır ceza yargılaması.
Buradan çıkan ceza Yargıtay’da onaylanıyor.
Ve bir de bakıyorsunuz aradan geçen 16 yıldan sonra, yeni delil de bulunmamışken yargılama yenilenmiş ve meğerse 16 yıldır hapishanede tutulan bir insan, masummuş!
Emin olun içimden “yaşasın Türk adaleti” diye bağırmak geliyor!
Ama içimdeki bir başka ses de uyarıyor: İyi de bu insanı bunca yıldır hapishanede tutan da aynı Türk adaleti değil miydi?
Olağanüstü bir hukuk olayıyla karşı karşıyayız.
Bilmiyorum “yeniden yargılama” taleplerinin yüzde kaçı mahkemelerimizce kabul ediliyor?
Avukatları öyle yeni deliller bulmuş olmalı ki, yeniden yargılama yoluna gidilebilmiş.
Bu delilleri arama ve bulma savcıların görevi değil miydi?
Savcılar, sanıkların aleyhine olduğu kadar lehine olan delilleri de toplamakla görevli değil midir?
Yoksa sadece “eski yargılamayı FETÖ’cüler yapmıştı” gerekçesiyle mi yargılama yenilendi?
Peki o zaman Osman Kavala, Fetullahçıların yazdığı iddianameyle nasıl hapishanede tutulabiliyor? Hem de hakkında AİHM’nin serbest bırakılmasına ilişkin kararı da varken!
Yargılamanın yeniden yapılması, yoksa Devlet Bahçeli’nin suç örgütleri liderlerini hapishaneden çıkartma planının bir parçası mıydı?
Yargının bağımsızlığı konusunda, son derece hassas olduğunu iddia eden başta Yargıtay Başkanı olmak üzere, Adalet Bakanı ne düşünüyor?
Fetullahçı hâkim ve savcıların mahkûm ettirdiği herkes için yeniden yargılama yolu açılacak mı?
Devlet Bahçeli’den torpilli olmayanlara da bu hak tanınacak mı?
HSK, bu haksız mahkûmiyet kararını vererek bir TC vatandaşını 16 yıl boşu boşuna hapiste tutan hâkim ve savcılar ile temyizde mahkûmiyeti onaylayan Yargıtay üyeleri ile ilgili nasıl bir işlem yapmayı düşünüyor?
Acaba bu durumda daha kaç TC vatandaşı var?
***
Bu soruları 10 haftadır soruyorum.
Yanıt vermeyeceklerini biliyorum ama her hafta hatırlatacağım ki unutulmasın.
Çünkü bu tipler, Türklerin hafızalarının zayıf olmasına güvenerek bu tür gıllıgışlı işlerin içinde olurlar.
Bu mesleği bana öğreten rahmetli Mehmet Ali Kışlalı, rahmetli Nihat Subaşı ve Allah uzun ömürler versin Hıncal Uluç, hep “fikri takibin öneminden” söz ederlerdi.
100 hafta da sürse, takip edeceğimi söylemiş olayım.
* Bir hâkim ve bir savcı olmayan bir MASAK raporunu varmış gibi göstererek kara para aklayan bir kişinin 150 milyon dolarlık bir mal varlığını kaçırmasını sağladı.
Bunlardan biri daha sonra ödüllendirildi ve Adalet Bakanı Yardımcısı yapıldı.
Söz konusu savcı ve hâkim, bu kararı nasıl ve hangi teşvikin etkisiyle verdi?
Cumhurbaşkanı “yargı bağımsızlığının en güzel örneği Türkiye” dediğine göre siyasi baskı yapılmadığını, sadece çarkların yağlandığını mı düşünmeliyiz?
Yargının bağımsızlığı konusunda son derece hassas bir bünyeye sahip olan Yargıtay Başkanı, bu konuda ne düşünüyor?
* İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bir mafya reisinin, bir politikacıyı maaşa bağladığını açıklamıştı. Daha sonra bu bilgiyi TBMM Başkanı ve Ankara Başsavcılığı ile de paylaştı.
Üstelik bu bilgi zaten bir soruşturma dosyasında da mevcuttu.
Ama ne bir soruşturma var, ne de Bakan bu politikacının kim olduğunu açıklıyor.
Neredeyse her gün konuşuyor ama mafyanın politikacısını koruyor.
Bu adam muhalefetten birisi olsaydı adını çoktan havuz medyasının manşetlerinden okumuş olurduk.
Bu adamı korumalarının nedeni, iktidar ortaklarından birinin üyesi olması mı? Mafyanın politikacısının adı ne?
* Kendisine gazeteci süsü veren bir tip Sezgin Baran Korkmaz’dan 10 Milyon Euro istedi.
Bu parayı alınca Bakan Soylu ile Korkmaz’ı buluşturup, aralarındaki sorunu çözecekti.
Bu 10 milyon Euro nasıl paylaşılacaktı? Bakan Soylu, bundan bir pay alacak mıydı? Yoksa Ankara’da bu işleri yürüten ve devletteki tıkanan boruları rüşvetle açan bir çete mi faaliyette?
Bakan Soylu’nun, yurt dışına kaçmasından önceki gün Sezgin Baran Korkmaz ile görüşmesi ve bu görüşmede 2 de polis müdürünün bulunması bu tür ilişkilerin sonucunda mı gerçekleşti?
* İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Ankara ve İstanbul belediyelerinin elinden aldığı yolsuzluk dosyalarını neden saklıyor ve savcılığa göndermiyor?
İçişleri Bakanı’nın yolsuzluk dosyalarını dolabına kilitlediği bir ülkede, polise ve jandarmaya ne kadar güvenebiliriz?
Bu dosyaların, şantaj amacıyla elde tutulmadığını nereden bileceğiz?
* Erdoğan rejiminin en önemli müteahhitlerinden Rönesans’ın bir off shore hesabı üzerinden, 105 milyon 484 bin 952 dolar 46 Cent’i “bağış” olarak adını bilmediğimiz bir kişi ya da kuruluşa gönderdiği ortaya çıktı.
Bağış yapmak için off shore hesap kullanmak, daha önce hiç tanık olmadığımız bir durum.
Bu bağış kime gitti?