AKP’nin İstanbul seçimlerinin yenilenmesi talebiyle YSK’ya yaptığı başvurulardan biri de bazı sandık kurulu başkan ve üyelerinin kamu görevlisi olmadıkları ile ilgili.
AKP’nin iddiasına göre 6 bin 539 sandık kurulu başkanı ve 13 bin 84 sandık kurulu üyesi, kamu görevlisi değil.
MHP de benzer bir itirazda bulunmuş, 970 sandık kurulu başkan ve üyesinin kaymakamlıklar tarafından gönderilen listelerin dışından belirlendiğini ileri sürmüştü.
Bu iddialar YSK tarafından incelenip, karara bağlanacak.
Sandık kurulu başkanı ve kamu görevlisi olması gereken bir üyesi, kaymakamlıkların yerleşim yerlerine göre düzenledikleri kamu görevlileri listesinden İlçe Seçim Kurulu tarafından çekilen kura ile belirleniyor.
YSK’nın 31 Mart seçimleri için yayınladığı seçim takviminde, kurulların oluşturulması ve buna yönelik itirazların karara bağlanmasının son günü 2 Mart günüydü.
Kimlerin sandık kurulu başkanı ve kamu görevlisi üyesi olacağı ile ilgili bilgilerin Seçsis’e girilmesine 22 Şubat günü, saat 15.00 itibariyle başlanmıştı.
Bu itirazların o gün yapılmayıp, seçimin tamamlanmasını beklemeyi açıklamak zor.
Nitekim, İyi Parti’nin Bursa Mustafakemalpaşa ilçesinde seçimden sonra bu yönde yaptığı itiraz YSK tarafından oy birliği ile reddedildi.
İtirazın reddedilmesinin nedeni, seçim takviminde belirtilen süre içinde itiraz edilmemesinin sandık kurullarının oluşumunu kesinleştirdiği gerekçesi idi.
YSK’nın 10 gün önce verdiği bu karar bir kenarda duruyor.
Ama aynı YSK, İstanbul ile ilgili itirazlar nedeniyle ilçe seçim kurullarından araştırma yapılıp, sonucunun bildirilmesini de istiyor.
Bütün bunlar sadece bana mı tuhaf geliyor?
Yüksek yargıçlardan oluşan bir kurulun kararlarında tutarlılık aramak çok mu garip bir beklenti?
YSK ne yapmak istiyor?
AKP ve MHP’nin şerrinden kurtulmak için top mu çeviriyor, yoksa seçim sonuçları üzerinde iktidar koalisyonu tarafından düşürülmek istenilen şaibe iddialarına su taşıma çabası içinde mi?
Her ne karar çıkarsa çıksın, bugünkü YSK için söylenebilecek tek bir söz var:
Bir seçimi doğru düzgün yönetip, bitiremediler!
Sandık kurullarını, kanunda yazdığı gibi oluşturmak onların göreviydi. AKP – MHP koalisyonu haklıysa, görevlerini yapamadılar.
Sandık kurullarının oluşumunda sorun yoksa ya da itiraz süresinin geçmesi nedeniyle olağanüstü itirazın reddine karar verirlerse, bu milleti bunca gündür neden oyaladıkları sorusunu da yanıtlamak durumundalar.
Bütün bu karmaşanın tek bir nedeni var: Hepsi yüksek yargıç olmuşlar ama hâlâ karar verirken kaşları, gözleri oynuyor!
***
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump ile telefonda görüştü.
Telefonda kimin sesi daha yüksek çıktı, kim alttan aldı bilmiyoruz tabii ama Reis açısından hoş olmadığını, Saray’dan yapılan açıklamaya bakarak söyleyebilirim.
Saray’ın bu telefon görüşmesiyle ilgili açıklamasında şöyle bir bölüm var:
“Sayın Cumhurbaşkanımız, Rusya Federasyonu’ndan S-400 savunma sisteminin tedariki konusunda bir çalışma grubu kurulması teklifini gündeme getirmişlerdir.”
Şimdi benim hatırladığım kadarıyla, Reis, bu konuda daha önce de konuşmuştu.
Mesela 7 Mart’ta, Kanal 24’teki monoloğunda şöyle konuşmuştu:
“S-400 anlaşmasını Rusya ile yaptık. Dolayısıyla geri adım atmamız söz konusu değil. Ruslarla anlaştık, ortak üretime gireceğiz, belki S-400'den sonra S-500'e gireceğiz.”
14 Mart günü bu kez Bloomberg HT’deki monoloğunda şunu söylemişti:
“Biz bu işi bitirdik. Geri adım atmamız söz konusu değil. Ben bunu sayın Trump’a söyledim. En sonunda bana hak verdiğini söyledi.”
31 Ağustos 2018 günü de şöyle konuşmuştu:
“Bizim bu tür dayatmaları kabul etmemiz mümkün değildir. Türkiye’nin S – 400’lere ihtiyacı var. Anlaşması bitmiştir en kısa zamanda inşallah alacağız.”
Geçen gün de partisinin Kızılcahamam’da düzenlediği toplantıda şunu söylüyordu:
“S – 400 ve benzeri güvenlik tahkimatlarını yapmayı sürdüreceğiz. Şu şöyle demiş, bu böyle demiş, hepsi bir kenara. Biz ne diyoruz, o önemli.”
İki gün sonra geldiğimiz yerde ise Trump’a “bu konuda çalışma gurubu kuralım” diyor, Trump’ın buna ne yanıt verdiği açıklamada yok.
Belli ki ya duymazdan geldi, ya da tatsız bir şeyler söyledi.
Temmuz ayına artık az bir zaman var. S – 400’ler gelip, kapıya dayandığında bakalım ne olacak?
***
Böyle dedikodulara pek inanmam ama o kadar çok duyar oldum ki insanın içine yine de bir kuşku düşüyor.
Dedikodu şu: 15 Temmuz Fethullahçı darbe girişiminin hemen öncesinde yurt dışına kaçan bazı FETÖ’cüler dönüş hazırlığı içindelermiş.
Bir dedikoduya göre aile başına, bir dedikoduya göre de kişi başına 5 milyon ABD doları ödemeye ve bir daha Fethullahçı çeteyle ilişki kurmamaya söz verenler memlekete sessiz sedasız döneceklermiş!
Dediğim gibi böyle dedikodulara tedbirli yaklaşmak gerekir. Ardında her şey olabilir, hatta bizzat Fethullahçılar bile uyduruyor olabilir.
Ancak son günlerde Fethullahçı diye hapse girenlere ve hapse atılmak istenenlere bakınca, içime de bir kurt düşmüyor değil.
Emniyet’teki Fethullahçı yapılanmayı ilk ifşa eden polis müdürü hapse atıldı, hem de Fethullahçılıkla suçlanarak!
Cumhuriyet gazetesi çalışanlarının bir bölümü de öyle, aralarında karikatürist Musa Kart bile var ki yıllardır Fethullahçı tehlikesini çizerdi.
Sözcü çalışanları Necati Doğru, Emin Çölaşan, Metin Yılmaz, Yücel Arı hapse atılmak isteniyor, Fethullahçı diye haklarında açılan dava sürüyor.
Onun için bu tür dedikoduları duyunca argo tabirle “kıllanıyorum.”
Çünkü bu tam da bizim memlekete uyan bir durum: Taşları bağlarlar, itleri salarlar!