Atletik yapılı ve yakışıklı genç adam, barmene döndü:
- Bir Dry Martini… Ama derin bir şampanya kupunda olsun.
- Peki efendim.
- Bir dakika, daha bitmedi: Üç ölçü Gordon's cin, bir ölçü votka, yarım ölçü Kina Lillet. Buz gibi oluncaya kadar iyice salla, sonra da kadehe süz ve büyükçe ama incecik bir limon kabuğu ekle…
- Elbette efendim. Bu içkiyi çok seviyorsunuz galiba.
- Yemekten önce tek kadeh içerim. Ama o kadeh büyük, kuvvetli, çok soğuk ve çok iyi olmalı. Hazırladığın içki benim tarifim. İyi bir isim bulunca patentini alacağım!
Genç adam bu arada hazırlanan içkisinden ilk yudumu aldı ve kısa bir duraklamadan sonra "Mükemmel" dedi. Ama eklemeden edemedi:
"Bir de patates yerine tahıl votkası kullansaydın, daha da iyi olurdu…"
Sean Connery'nin bar tezgâhına yanaşıp, buz gibi bir yüz ifadesi ve emredici bir ses tonuyla kendine özgü Dry Martini'sini (Vesper Martini) ısmarladığı sahneden bu yana, yarım yüzyıldan fazla bir zaman geçti. Majestelerinin sadık ajanı 007'nin 1962'deki ilk James Bond filmi Dr. No'da içkisini ısmarlarken verdiği "Shaken… Not stirred!" (Çalkala, karıştırma!) komutu, sinema tarihinin en önemli cümleleri arasına girdi. Ve belki de sırf bu yüzden milyonlarca kadeh Dry Martini, normalde karıştırma kabında bar kaşığı ile karıştırılan kokteylin formülünden uzaklaşan bu sıra dışı tarifle hazırlandı.
İçki dünyasını küçücük bir repliğiyle böylesine etkileyen bu güçlü aktör, geçtiğimiz hafta ardında böyle güzel anılar bırakarak dünyaya veda etti.
1930'da doğan İskoç aktör Sean Connery, canlandırdığı Bond gibi "sofistike bir beyefendi" değildi aslında. Yoksul bir ailenin çocuğuydu, Edinburgh yakınlarındaki kasabasında kooperatifte sütçülük yapmak için okulunu terketmişti. Yaşıtları lisede okurken o haftada bir sterlin karşılığında at arabasıyla süt dağıttı. Kamyon şoförlüğü, tabut cilâlama, orta sıklet boksörlük ve resim derslerinde modellik gibi işler yaptı. Uzun boyu ve iri yapısıyla vücut geliştirmeye yöneldi, "Bay Kâinat" yarışmalarına katılıp bir-iki ödül bile aldı. Bu ödüllerden aldığı cesaretle "Şansımı futbolda mı, sahnede mi denesem" diye düşünürken, South Pasific müzikalinin seçmelerine katılarak koroda kaslı bir denizci rolünü kaptı.
Ardından yavaş yavaş sinemada küçük rollerde gözükmeye başladı, giderek de tanındı. Ta ki, 1962'deki ilk James Bond'la dünyanın dört yanında adı duyuluncaya kadar…
Aristokrat aileden gelen bir centilmen değildi ama kültürünü geliştirmesinin önünde de bir engel yoktu. Aktörlükte yükseldiği bu yıllarda edebiyatın büyük klasiklerine, felsefe ve bilim kitaplarına gömülerek yarıda bıraktığı eğitiminin acısını çıkardı. Sinemada ilerlerken kendi kendini yetiştirdi, onu hafife alıp sadece yakışıklı bir kas yığınından ibaret sananları utandırdı.
Kendisinden sonraki James Bond Roger Moore'un "Sean Connery bir katildi. Ben ise bir sevgiliydim" dediği ünlü aktör, bu sözlerin tam tersine Bond karakterindeki inceliklerin de hakkını verdi. Silahlı kovalamaca sahnelerindeki başarısını kristal avizeli salonlarda gümüş tabaklardan yemek yerken de gösterdi.
Sadece bir içki connoisseur'ü değil, sıkı da bir gurmeydi bu filmlerde. İkinci filmi Rusya'dan Sevgilerle'de, balıkla kırmızı şarap ısmarlayıp herkesi şaşırtmıştı. Oysa o bir cehaleti sergilemiyor, bazı hallerde balıkla da kırmızı şarap içilebileceğini gösteriyordu.
Ona basit bir tetikçi muamelesi yapmaya kalkanları, bazen fena utandırırdı. Ölümsüz Elmaslar'da birer kadeh şeriyi karşılıklı yudumlarken, müdürü bay M'e "Karaciğeriniz için çok kötü sör, bu bir 51 solera" diyordu. Bay M hemen bir karşı atış yapmıştı: "Şeride rekolte yılı yoktur, 007." Bond ise keten peçetesiyle ağzını hafifçe silip, çıtayı bir yükseğe taşımıştı: "Harmandaki en yaşlı şaraptan söz etmiştim sör. 1851'den…"
Altın Parmak'ta ise ona "Nadir bir konyak" diye sunulan brendiyi balon kadehte sallayıp kokladıktan sonra, "30 yıllık, sıra dışı bir harman. Ama Bons Bois bölgesi konyağı harmanda biraz fazla kaçmış" diyordu.
Bond, yemekte de seçici oldu hep. Ölümsüz Elmaslar'daki "Mükemmel kadın, yatakta olduğu kadar sos bearnez'de de iyi olan kadındır" sözü unutulmazdı.
Kuşkusuz Sean Connery James Bond değildi, o karakteri canlandıran bir aktördü. Yine de kişisel karizması, Bond romanlarında adeta kendi hayatını yazan gazeteci ve gizli istihbaratçı Ian Fleming'in yarattığı karakterin gerisinde değildi. O yüzden de içki firmaları hep peşinde koştu, Amerika'nın en çok satılan viskisi Jim Beam'e de Japonya'nın en ünlü viskisi Suntory'ye de reklam yüzü oldu. Bir İskoç milliyetçisi olduğundan ülkesinde bunlardan dolayı topa tutuldu ama gülümseyerek geçti. "Ülkemden teklif alsaydım İskoç viskisi reklamlarında da oynardım" demeyecek kadar da zekiydi. Kraliçe'den Sir unvanını aldığında onu protesto eden İskoç fanatiklere karşı da ağzını açmamayı yeğledi.
James Bond karakterine hayat veren son aktör Daniel Craig, ustasının ölümünün ardından "Bir devri, bir tarzı temsil ediyordu. Sir Sean Connery Bond olarak ve daha fazlası olarak hep hatırlanacak" diyor, golf tutkusuna atıfla "Her nereye gittiyse, umarım orada da golf sahası vardır" diye de ekliyordu.
Ben de, "Her nereye gittiyse, umarım orada da en güzel içkilerle dolu bir bar vardır" diye eklemek istiyorum. Dünyada içki kadehinin eline en yakıştığı insandı çünkü.