Giremem içeri üst baş külüstürZira Gambrinos pek bir lüküstür
Gaco şıkırdımı Pera gülleri, Lavanta sürünmüş hoş kâkülleri
Şampanya patlatır bir şişe en az, Onlarda tamamdır her türlü cilve, naz
Tatavla, Kumkapı, Hasköy beyleri, Gündüzden verilmiş gece peyleri
Kimilerinin "çok edepli" koyu bir din devleti gibi göstermeye çalıştığı Osmanlı'nın son demlerinde, 1898'de açılan İstanbul'un lüks Gambrinos birahanesi ve ünlü âlemleri, halk şairi Hasköylü Sarkis'in dizelerine böyle geçmişti. İmparatorluğun İstanbul ve İzmir gibi dışa açık kentleri 1850'lerden beri bira içiyor, Avrupa'dakileri aratmayacak şık birahanelerde orkestralar müzik yapıyor, revüler sahneye çıkıyordu. Bazılarına "Şimendöferle Viyana'dan her gün taze bira geliyor"du, Arnavutköy istiridyeleri ve siyah havyar bile sunulan bu mekânlarda az bilinen Sırp birası Yogodina bile içilebiliyordu. Tabii bira bahane, eğlence şahaneydi.
Buraları "sulayan" en önemli bira ise, 1890'dan beri Şişli'nin Bomonti semtinin birasıydı. İsviçreli Bomonti kardeşler bir bakla tarlasını satın alıp buraya Alman stilinde kuleli bir bira fabrikası kurmuş, yanıbaşına da geniş bir bira bahçesi açmışlardı. Burada ağaçların gölgesinde serin serin oturup taze birayı ahşap fıçıdan içmenin zevki bambaşkaydı. Feslisinden kasketlisine binlerce Osmanlı vatandaşı burada çektirdikleri fotoğraflarla ölümsüzleşmişti. 1940'lara kadar Bomonti adıyla yapılan bira 1940'larda tesisin devlete satılmasıyla Tekel birası olmuş, yeni adıyla da kuşaklar boyu içilmişti.
Bu uzun girişi, böyle zengin ve renkli bir tarihe sahip nadir bir tesisin binaları hoyratça yıkıldığı için yaptım. Kuleli kısmı "Bomontiada" adıyla Doğuş Holding'e devredilip kurtarılan tesisin malt, kazan ve silo binaları geçen yıl mescit ve yurt yapılmak üzere Diyanet'e devredildi, geçen hafta ise açılan iptal davalarının sonucu beklenmeden bir oldu - bittiyle yıkıldı.
Çok büyük ihtimalle birileri "Oh ne güzel, bira fabrikalarını yıkıp yerine dinî tesis yapıyoruz" diye mutlu oluyor, kimileri de gökdelenlerle çevrili değerli arazide katlanacak rant için iştahlanıyordu. Diyanet binalarının birkaç yıla kalmaz yanı başlarındaki Bomontiada'nın konserlerinden, içkili lokantalarından rahatsız olacaklarını, "Dinî binaların yanında alkolün, eğlencenin ne işi var! Bunlar buradan kaldırılsın…" diye kampanya yapacaklarını tahmin etmek için kâhin olmaya da gerek yoktu…
Kim bilir, belki de birileri pek hayranı oldukları Abdülhamid'in bira fabrikası açtırmasını içlerine sindiremiyor, o tesisten kalan izleri de unutturmaya çalışıyorlardı. Fanatik kesimlerin sembollere ne kadar duyarlı olduklarını gördükçe, insan bu ihtimali de hesaba katıyordu.
Asırlık sanayi tesisleri bizden de fazla olan Avrupa'nın ise böyle kompleksleri hiç yok... Londra'nın Thames kıyılarındaki eski elektrik santrali Tate Modern Gallery olarak yılda yüzbinlerce kişi tarafından geziliyor, yine nehrin bir başka bölgesindeki eski bir et suyu tableti fabrikası ülkenin en büyük cirolu restoranlarından Oxo'ya ev sahipliği yapıyor. Bizde de iyi örnekler yok değil, Bilgi Üniversitesi'nin kültür merkezi olarak kullandığı Silahtarağa Elektrik Santrali ile Hasköy'deki eski fabrika binalarına kurulan Rahmi Koç Müzesi, görenlerin hayranlık duyduğu birer cazibe merkezi.
Ama belli ki ideolojik takıntılar ve raht iştahı birilerinin gözünü kör ediyor, "kültür mirası", "tarih", "kent belleği" gibi kelimeler onlar için hiçbir anlam ifade etmiyor…