Şaraplarıyla ünlü Bordo'nun saygın şatolarından birinde, Phelan-Segur'de şatonun sahiplerinden Laurent Gardinier ile söyleşiyorduk. 700 dönümlük dev bağın bittiği ve şato binasının başladığı yerde, Laurent karşımızdaki ırmağa inen eğimli araziyi gösterdi: "Burası Gironde ırmağı kıyısının en güzel yeri, en geniş çimenliği. Burada her sene bir yaz daveti veririz. Grand Cru Şatolar Birliği'nin bazı ziyafetleri ve bazı düğünler için de kiralarız…"
Bu kadar değerli bir bağ bölgesinde, 40-50 dönüm bir arazinin bağ yapılmadan çayır-çimen olarak bırakılmasını yadırgamıştım. "Niye buraya bağ dikmiyorsunuz?" diye soracak oldum. Laurent, "Ne yazık ki dikemiyoruz" dedi. "Apelasyona göre bu kısım bağ için değersiz, ‘Düz Bordeaux' statüsünde. Şatonun arkasındaki bağımız ise prestijli St. Estephe bölgesine dahil. Apelasyon bir şatonun iki ayrı statüde şarap üretmesine izin vermiyor, ucuz şarap daha değerli olanın içine karışmasın diye ‘Arazinde iki ayrı bölgeye dahil iki parselin varsa birini seçeceksin' diyor. Biz de buranın çimenlik kalmasını tercih ediyoruz…"
Fransızların AOC diye kısalttıkları "Appelation d'Origine Controlee", yani kontrollü köken adlandırması böylesine katı bir sistem. Tarım Bakanlığı'na bağlı dev kadrolu bir enstitü tarafından yönlendiriliyor, denetimi ise daha çok bölgelerin üretici birlikleri üstleniyor. Apelasyon denilen dar elbiseye giren yöresel ürünlerin ün ve kazançları artıyor ama bu da "bedavaya" olmuyor. Önceleri büyük bir özgürlükle üretilen ürünler apelasyon altına girdikten sonra sert kurallara tabi oluyor, sıkı denetimlerden de geçiyor, arzları da kısıtlanıyor. Şaraplarda mesela sınırları belirlenen bölge dışından üzüm alınamadığı gibi, üzümün nasıl yetiştirileceği ve dönüm başına ne kadar randıman alınacağı da kurallara bağlanıyor. Şarapların yoğun olabilmesi için gübreleme yasak, bağcıya sürekli budama yaparak verimi daha da azaltma baskısı yapılıyor. Apelasyonsuz bir arazide dönümde 1 ton civarı üzüm alınıp şarap yapılabilirken, sistem içindeki bir bağda bu sınır 450 kiloya kadar düşebiliyor.
Türkiye ise apelasyonun bu tip "kol kesme" ve kontrolünü de yapma yönlerini devre dışı bırakıp sistemin sadece isim tescili verme yönünü aldı ve buna "Coğrafî İşaret" dedi. Ve onun da suyunu çıkardı… 1936'da Fransa'da başlatılan apelasyon koskoca Avrupa Birliği'nde gıdada 1.403, şarapta da 1.750 sayısına 85 yılda ancak ulaşmış iken, Türkiye 25 yılda 728 tane yerel ürüne coğrafî işaret tescili verdi. 750 ürün de sırada, onlara da hızla, patır patır veriliyor. Belediye başkanları denetim yapmadan, niteliği uymayan ürünü ayıklamadan, hatalı üretim yapana ceza kesmeden sadece isim tesciliyle kasalar para dolacak sanarak "Coğrafî işaretli ürün iki katı fiyata satılıyor, herkes bir anda zengin oluyor" demeçleri verip duruyor, bir kör döğüşüdür gidiyor…
Neyse ki valilikler, belediyeler ve ticaret odalarının sihirli bir değnek sandıkları konuya ciddi yaklaşanlar da var. Yöresel Ürünler ve Coğrafî İşaretler Türkiye Araştırma Ağı YÜciTA'yı kuran ve Türkiye'yi kavramla tanıştıran Prof. Dr. Yavuz Tekelioğlu, ortaya çıkan tescil enflasyonu karşısında çareyi uyarılar yayınlamakta buluyor. YÜciTA son bildirisinde "Coğrafî İşaret sistemi tescil, yönetişim ve denetimden oluşan bir bütündür. Yasal koruma elde edilen tescil sadece ilk adım, sistemin işlerliği ancak etkin bir yönetişim ve denetim ile sağlanabilir" diyor. Kurum şunları da ekliyor: "Tescil başvurularında Cumhurbaşkanı'nın patent ödül törenlerindeki konuşmalarından kaynaklanan büyük bir patlama yaşanıyor. Cumhurbaşkanı yerel ürünlere sahip çıkılması ve bunlara tescil alınması konusunda çağrıda bulundu, ardından tescillenen ürün sayısında baş döndürücü artışlar yaşandı. 28 ülkeli Avrupa Birliği'nde bir yılda tescillenen Coğrafî işaret sayısı sadece 35 olduğu halde Türkiye'de bu sayı 100'e ulaştı.
Denetim ve yönetişim ise hâlâ arka plana atılıyor. Bir yerlere hoş görünmek ve bir şeyler yapıyormuş gibi olmak adına coğrafî işaretler popülizme kurban ediliyor. Duvarlara asılan tescil belgelerinin sayısını arttırmaktan çok, sistemin içi doldurulmalı..."
Yavuz Hoca, "İsmi tescil etmek bu işin sadece yüzde 5'i. Kalanı ise yönetişim ve denetim… Bir rokfor peyniri piyasaya çıkana kadar 400 farklı kontrolden geçiyor. Bu işin aslı denetim ve kurallara uymayana uygulanan yaptırımdır. Örneğin coğrafî işareti alınan Finike portakalının üretimi 160 bin ton. Oysa sadece İstanbul haline bir yılda 500 bin ton ‘Finike portakalı' geliyor… Bunu önlemek için adım atmadıktan sonra işaretin bir işlevi kalmıyor" diye de ekliyor.
Coğrafî işaret öyle bir enflasyona uğramış durumda ki, her yöre "Ne kadar tescil yaparsam o kadar iyi" diyor ve başka bölgelere de ait olan ürünleri kendine maletmekte sakınca görmüyor. Anadolu'nun pek çok yerinde hemen hemen aynı malzemelerle yapılan höşmerim tatlısı, "Balıkesir höşmerim tatlısı" olarak, yine hemen her ilde pişirilen etli yaprak sarması "Konya etli yaprak sarması" olarak tescil ediliyor mesela. Erken kalkan ilk tescili yapıyor! Ya da çok sınırlı bir bölge dışında kimsenin adını duymadığı, "erişimi olmayan" yemeklere bile coğrafî işaret veriliyor. Hiçbir lokantada bulup yiyemeyeceğiniz Tunceli'nin şorbik çorbası, Iğdır'ın taşköfte yemeği, Denizli'nin Tavas baklavası, Afyon'un Şuhut keşkeği bunlar arasında.
Trajikomik bir olay ise, "Coğrafî işaret durduk yere ürünün değerini arttırır" sanılırken tam tersinin yaşanması, dünyaca ünlü Malatya kayısısının tescil edildikten sonra değerinin düşmesi… "Bu durum dünya coğrafî işaret tarihinde bir ilk" diyen Prof. Yavuz Tekelioğlu Malatya'daki bir konferansta kendini tutamadı, "Kayısının tescil öncesi ihraç değeri 3.6 dolar iken, tescil sonrası kilo fiyatı 2.8 dolara geriledi. Çin'in Pinggu şeftalisi ise tescil almadan önce 1.5 yuandı, tescilden sonra 4.5 yuan oldu. Madem değer kazandırmayı beceremeyecektiniz, neden tescil aldınız? 3 yıl öncesine kadar yapılan Uluslararası Kayısı Festivali'ni bile yapmaz oldunuz" diye sitem etti.
Görülen o ki, üretim ve kalite standartlarının belirlenmesi ve denetlenmesi halinde ürünlere değer katacak coğrafî işaret, "Üreticiyi sıkboğaz etmeyelim, ceza-meza yazıp kimseyi küstürmeyelim. Elimizi taşın altına koymadan, hiçbir fedakârlık yapmadan, kimsenin ayağına basıp tezgâhını bozmadan durduk yerde para kazanalım" tarzı Şark kurnazlığı yüzünden anlamını yitirmiş durumda. İnandırıcılıktan yoksun, tüketici için bir referans olamamış, yöreler arası bir ego parlatma ve reklam yarışına dönüşmüş halde.
Kısacası, dünyanın en saygın kavramlarından, değerli uygulamalarından birini daha sulandırmış, içini boşaltmış durumdayız.
Emeği geçen herkese tebriklerle…