Dik merdivenlerin ve labirent gibi uzun koridorların sonunda nihayet bir holde soluklanıyoruz. Duvarlar, Tekel tarihinden siyah-beyaz fotoğraflarla dolu. Karşımızdaki kapının üzerinde ise "Yenilikhane" yazılı. Yeni Rakı'nın Ar-Ge çalışmalarını yaptığı inovasyon merkezine bu ismi vermesi, doğrusu çok sevimli.
İçeride kimya laboratuvarlarını andıran bir ortam beklerken, küçük çaplı bir damıtımevi buluyoruz. Adam boyunu bile bulmayan 500'er litrelik iki imbiğin birinin üzerinde Saadet, diğerinde de Reyhan yazılı levhalar var. Mey İçki'nin Kalite Kontrol Müdürü olan mihmandarımız Koray Özcan gülümsüyor:
"Normal rakı imbikleri 5'er bin litrelik, bunlar ise butik ölçekteki deneme üretimleri için yapıldığından çok daha küçük. Adları da burada görev yapan iki arkadaşımızın annelerinin adları…" İçerisi sıcak, damıtım devam ediyor. Bakır bir borudan iplik gibi akan ılık rakıyı parmaklarımıza bulayıp yalayarak tadıyor, 70 dereceye yakın alkolünden hafifçe yanıyoruz.
Bir başka köşede ufak bir çelik tankın üzerinde "Proje 124" yazısını görünce "124 tane rakı projeniz mi var?" diye soracak oluyoruz. Özcan, "Daha da fazla, tam 128 tane proje yaptık" diyor. "Ama korkmayın, hepsi birden çıkmayacak. Sadece en beğendiğimiz bazılarını şişeleyeceğiz, çoğundan elde edeceğimiz bilgiler ise varolan ürünlerde kaliteyi yükseltmeye yarayacak."
Mey'in Türkiye'nin en büyük bağ bölgesi Manisa-Alaşehir'deki "İçki Fabrikası", 40 yıldır gördüğüm pek çok rakı tesisinden biri. Ama ne yalan söylemeli, böyle bir "fabrika içinde atölye" ile butik bir kalite elde etmeye en yatkın olanı.
Önceki hafta Mey'cilerin davetiyle yaptığımız ziyaret geniş kapsamlı bir rakı tadımıyla devam ediyor. Ev sahibimiz Mey İçki CEO'su Levent Kömür, müjdesini de burada açıklıyor:
"Kalite yöneticilerimiz Çukurova Üniversitesi ile birlikte rakının 'aroma çarkı' denilen koku ve tad çemberini oluşturdu. Ve bu uluslararası hakemli bir akademik dergide yayınlandı. Rakının içinde bulunan 93 farklı aroma ayrıştırıldı ve belgelendi. Rakıya mümkün olduğunca bilimsel yaklaşmaya, onu gelecek kuşaklara da doğru aktarmaya çalışıyoruz…"
Sohbetimiz rakıların verdiği gevşemeyle tatlanırken, 175 liraya satılan bir şişe temel kalite rakının 130'unun vergi olduğunu öğrenince acı-tatlı esprilerle de renkleniyor. Bir konuk, "Eskiden rakı şişesi gördüğümde muhabbeti düşünür ve keyiflenirdim. Şimdi vergi memuru görmüş gibi olacağım, neredeyse şişeden korkacağım…" diye takılıyor.
Gezimiz genç kuşağın yetenekli şeflerinden Murat Deniz Temel'in Alaşehir yakınlarından derlediği malzemelerle yaptığı bir ziyafet, hayatımda ilk kez tattığım Bafa Gölü çipurasına eşlik eden bolca rakı ve Güntaç Özdemir'in şarkılarıyla renklenen akşam davetiyle sona eriyor.
Bir hafta geçmeden yine yollardayım, bu kez Küp Şarapları'nın konuğu olarak yeni tesislerini görmek üzere Denizli uçağındayım. Bekilli ilçesinde 1959'dan bu yana şarap üreten firma, elektriğini çatısındaki güneş panellerinden üreten çevreci ve çok modern bir tesis yaptırmış. Ama önce bağlara uğruyor, gözleme ve katmerli bir köy kahvaltısı yaptıktan sonra çizmeleri çekip toza-toprağa bulanıyoruz. Yörenin en renkli insanlarından terzi Hasan Altıntaş'ın kurduğu firmanın başında oğlu Asım Altıntaş var, torun Hasan Çağlar Altıntaş da gıda mühendisliği okuyarak geleceğin önoloğu olmaya hazırlanıyor. Nesli azalan Anadolu beyefendilerinden Asım Bey, "Kendimizi fazla öne çıkarmıyoruz ama 7.5 milyon litre şarap üretme kapasitemiz var" diyor. "Bağlarımızı da 800 dönüme çıkardık, tarım yapılmayan uygun arazileri de alıp bağları büyütüyoruz. Yöreye özgü Çalkarası'nın ve Cabernet, Şiraz, Öküzgözü gibi üzümlerin yanında Pinot Noir gibi çeşitleri bile deniyoruz" diye de ekliyor.
Siyah mermer paneller, füme renkli duvarlar ve bakır kızılı mobilyalarla dekore edilmiş tesis, şık tadım ve ağırlama odalarıyla kasaba atmosferindeki bölgeden bir asır daha ileride duruyor. Fransa'nın iyi üreticilerinden alınmış 150 fıçıdaki şarapların güzellik uykusuna yattığı mahzende, "Şarap Bankası" olacak iki oda da ilk şişelerini bekliyor.
Asım Bey, yatırımının nedenini "Kimilerince yadırgandık, yatırımımız fazla lüks bulundu. Ama sadece üretmek yeterli değil, şarapçılığın yaygın olduğu bölgemiz bir 'Bağ rotası' oluşturup şarap turizmini de başlatmak zorunda. Biraz da buna hazırlanıyoruz" sözleriyle açıklıyor.
Küp'ün tattığımız yeni rekolteleri ve az bilinen-az bulunan vişne şarapları da doğrusu gelecek vadediyor. Asım Bey'e "Dünyada bir benzeri olmayan bu hem ekşi, hem tatlı, hem de kekre vişne şarabını niye canlandırmıyor, üretimi arttırıp ihraç da etmiyorsunuz?" diye sitem edecek oluyorum. Buruk bir ifadeyle ellerini iki yana açıyor: "Bilseniz nelerle uğraşıyoruz… Tarım Bakanlığı meyve şarapçılığı kodeksini yıllardır hazırlayıp yayınlamadığı için bürokrasiyle boğuşarak az miktarda ancak üretebiliyoruz. Üzüm alkolü eklenen bu şarabımıza alkol kotası çıkarabilmek için Ankara kapılarında günler geçiriyoruz!"
Ertesi günümüz de Denizli'nin kumaşlarıyla ünlü kadim ilçesi Buldan'ı, Laodikeia antik kentini ziyaretler, Denizli'nin aydın ve birikimli insanlarıyla tatlı söyleşilerle geçiyor. Elbette, kentin çarşısında sıkı bir lezzet turu da yapılıyor.
Her iki ziyarette de son yıllarda hem toplumsal trendlerimize, hem de lezzet dünyamıza damgasını vuran Ege'nin iç kesimlerinin tarımda ne denli bereketli, yüksek potansiyelli olduğunu bir kez daha hissediyorum. Üreticilerin ekonomik kriz ortamında ve kabaran gericilik dalgasında bile yatırımdan vazgeçmediğini, bugünü dikkate almadan uzun vadeyi düşündüklerini gözlüyorum. Ve en güzeli, dünyalarındaki gelişmeleri iyi izleyen, ürettikleri içkilerde ince dengeler arayan, kalite çıtası yüksekte bir damıtımcılar ve önologlar kuşağının yetiştiğini, içki dünyamıza da ağırlığını koyduğunu görüyorum.
Yolları açık, şansları bol olsun…