Beyoğlu'nun bohem hayatının asırlık merkezi Asmalımescit'te, geçen hafta Sofyalı sokağını arşınlarken gözlerim tanıdık bir mekânı aradı. Kendimi bildim bileli bu sokakta karşıma çıkan Refik Restaurant tabelası yerinde yoktu. Aynı "dükkân"da bu kez "Boncuk'lu Restaurant by Telo" gibi bana hiçbir şey ifade etmeyen bir levha duruyordu. Restoran yerli yerindeydi ama adı ve ekibi değişmişti. Cumartesi akşamı sokakta güzel bir masa bulmaktan mutlu, şen kahkahalar atan müşterileri de pek Refik müdavimlerine benzemiyordu.
Büyük bir şaşkınlıkla adeta sendeleyerek birkaç adım attım ki, tanıdık bir garsonla burun buruna geldik. "Refik'i arıyorsun değil mi?" dedi. "Refik sizlere ömür…"
Beyoğlu'nu Beyoğlu, İstanbul'u İstanbul yapan renkli insanlardan, Refik meyhanesinin kurucusu Refik Aslan 9 yıl önce ölmüştü ama evlâtlıkları restoranı aynı şekilde işletiyorlardı. Geçen yıl arkadaşlarla bir uğramış, yanıbaşımızdaki kalabalık doğum günü masasını ve şamatasını biraz yadırgasak da "Neyse ki Refik fazla da bozulmamış" diye kendimizi avutmuştuk. Meyhanenin son demlerinde olduğunu, yavaş yavaş eridiğini fark etmemiştik…
Refik'in kurucusu Refik Aslan 1937'de daha 14 yaşındayken Çamlıhemşin'den İstanbul'a gelmiş, bulaşıkçılıkla hayata atılmıştı. Uyanık bir genç olarak Beyoğlu'ndaki Fischer ve Teutonia gibi restoranlarda Rus ve Alman aşçılarından mutfağın inceliklerini kapmış, zamanla aşçılığa terfi etmişti. Derken 1954'te adını taşıyan meyhaneyi açmıştı.
Aynı adreste 70 yıla yakın hizmet veren Refik, Türk entelijensiyasının da uğrak yeriydi. Buraya bir kez bile uğramayan, bir kadehçik olsun rakı içmeyen yazar, çizer, aydın, akademisyen neredeyse yoktu. Aşçı kökenli olduğu için bahar aylarında öğlenleri yaptığı sakızlı kuzu kapama, kuzu kokoreç sarma gibi yemekleri de ünlüydü. Bu şişman, yumuk yüzlü meyhaneciyi akşamüzeri restoranının önünde barbunya fasulyesi ayıklarken ya da eski ahbaplarından ünlü bir ressamla tavla oynarken görmek, sıradandı. 80'li yıllarda arada bir bizim gibi üniversiteliler de Refik'e gider, cüzdanları ince olduğundan hafif iğreti otururlardı. Refik Baba masada hesap korkusundan az içildiğini fark eder, bazen bir ufak rakı hediye yollardı.
Refik Usta 2011'de aramızdan ayrılınca sevgili Ali Sirmen'den o zaman yayında olan Gusto dergimiz için bir yazı istemiştik. Ali Bey yarım asır boyunca hem müdavimi, hem de dostu olduğu meyhaneciyi çok güzel anlatmış, yazının sonunda "Çok arayacağım bu değerli dostumun pek fazla telâffuz etmediği bir hayali vardı: 57 yılı devirmiş olan dükkânının bulunduğu sokağın kendi adıyla anılması…" demişti.
Zaman tersini gösterdi, bırakın sokağa adının verilmesini, Refik'in tabelası bile sokağından silindi. Beyoğlu'nun belediye eliyle bilinçli olarak Araplaştırılması, sohbet ağırlıklı meyhanelerin çalgılı-çengili eğlence mekânlarına dönüşmesi, işletmeyi yürüten evlâtlıkların ticarî hataları ve büyüyen vergi borçları, Refik'i iflasa sürükleyerek kapattırdı. Türkiye'de İtalya ve Fransa'daki gibi köklü markaları yok olmaktan kurtaran, gerekirse kayyıma, gerekirse yeni işletmecilere devrederek yaşatan yasal düzenlemeler de olmadığı için, 70 yıllık bir "marka" da yok oldu. Refik de Beyoğlu'nun Rejans Restaurant, Markiz Pastanesi, Hacı Salih ve Hacıbaba lokantaları gibi tarihe karışan efsanelerinin yanında yerini aldı.
Meyhaneciden sonra, meyhane de öldü.