“Mürefte şarabıyla ilk tanışmam 1980’lerin başında, Beyoğlu’ndaki Pano şaraphanesinde olmuştu. Eski Pano bugünkü gibi bir bistro değil, iyice düşmüş alkoliklerin haşlanmış patates ve yumurta eşliğinde ‘köpeköldüren’ şarabı içtikleri berbat bir yerdi. Öğrenci harçlığımızla birer su bardağı beyaz Mutuk şarabını zorla içip, ters bakışlarıyla oranın bizim gibi tıfıllara uygun olmadığını hissettiren ayyaşların ortamından hemen kaçıvermiştik. Hamam suyu sıcaklığında gelen esmer renkli geçkin şarap hem midemizi ekşitmiş, hem de başımızı fena halde ağrıtmıştı.
Mürefte’yle yıllar sonra Doluca sayesinde barıştım. 90’larda şarapta kalite çizgisine yönelen Doluca’nın dev tesisi Mürefte girişindeydi ve buraya yaptığım gezilerde daha iyi bir şarap üretmeye dönük çabaları adım adım gördüm, heyecan ve sempati duydum.
Mürefte şarapçılığı ne yazık ki Doluca’yı izleyemedi. Bölgenin üzümleri vasattı, küçük üreticilerin bağ ve teknoloji yatırımı için sermayeleri yoktu, bölge şarabının pazarı da zaten ucuz şarap piyasasıydı. Ayrıca şaraba durduk yerde ilginin artması sayesinde hiç popo kımıldatmadan para kazanırken, yorulup üzülmeye ne gerek vardı?
Ama şarapseverler buraya naif duygularla sevgi gösterdiler. Doluca’nın yakınına, Şarköy’e Gülor gibi saygın bir şarap yapımevinin kurulması da bölgenin çizgisini biraz kımıldattı, İstanbul’a üç saat mesafedeki bu şarap bölgesine şarap meraklıları gidip gelerek sahip çıktılar. Bağbozumu gezileri ve turları da bunun üstüne ekmek kadayıfının kaymağı gibi geldi.
Gelin görün ki, ilgi her geçen gün arttığı halde ne Şarköy’de, ne Mürefte’de halkta ve yerel yöneticilerde bunu değerlendirmek gibi bir kımıltı var. Üç yıllık bir aradan sonra gittiğim Şarköy ve Mürefte’de, ortalık toz ve pislik içindeydi. Şaraphanelerin tabelaları paslı, sevimsizdi. Yörenin iyi ürünlerinden zeytini şarapla evlendirebilecek şirin dükkânlar hâlâ açılmamıştı. Jandarma ruhsatları yok diye bir-iki düzgünü dışındaki içkili lokantaları kapatmış, kimsenin gıkı çıkmamıştı. Üstüne üstlük balıkçı barınağı diye başlayıp yat limanına dönüşen inşaatın sırtlarında, İstanbul’un Park Otel faciası gibi, dev bir şarap fabrikası yapımına ve enkaz halinde terk edilmesine göz yumulmuştu. Şu günlerde İstanbul’dan görgülü, doğa ve tarih seven, alım gücü de olan yüzlerce şarapsever bölgeye akın edecek, onları ağırlayacak bir tane bile şirin butik otel yok...
Her ne kadar AB’ye girmeye çalışsa da, çoğu bakımdan Orta Doğu’dan hallice bir ülkede yaşadığımızın farkındayız. İspanya’nın şarap cenneti Rioja’daki gibi, kaldırımları kabartma üzüm desenli taşlarla kaplı bir şehir filan istemiyoruz. Tek istediğimiz, ‘velinimeti’ olan şaraba sahip çıkan, yeni şaraphane açtığı halde 21. yüzyılda hâlâ okside şarap üretmeyen, gelenlerin göz zevkini ve konforunu bir nebze de olsa dikkate alan bir Şarköylülük, Müreftelilik bilincinin oluştuğunu görmek...
Acaba çok mu istiyoruz?”
Bir gazetecinin uzun yıllar önce yazdığı bir yazıyı yeniden yayınlaması; kendini tekrar etmesi, zamana ayak uyduramayıp gelişememesi olarak yorumlanabilir. Ama ya o eski yazıları hâlâ güncelliğini koruyorsa, eleştirdiği konularda bir arpa boyu bile yol alınamamışsa?..
Geçtiğimiz günlerde bir zamanlar Türk şarapçılığının kalbi olan Mürefte’ye bir kez daha uzandım ve yine hayal kırıklığına uğradım. Ve 2003 Ocak’ında, o zamanlar yayın yönetmeni olduğum Gusto dergimizde yazdığım yukarıdaki yazıyı buldum, aynen yayınlanabileceğini de üzülerek gördüm… Peki hiç mi bir şey değişmemişti? Değişmişti değişmesine ama daha da kötüye gitmişti. Antik çağlardan bu yana çok önemli bir şarap bölgesi olan, bir zamanlar tüm Akdeniz limanlarına, hatta Fransa’ya şarap gönderen Mürefte’nin şarapçılığı Doluca’nın da Çerkezköy’e taşınmasıyla tamamen çökmüştü. Beldedeki birkaç orta boy üretici de vergi borçlarından dolayı kapanmış, ortalık iyice merdivenaltı şarapçılara kalmıştı. Tekel şarap tesislerinin tasfiyesi bağların da azalmasına yol açmıştı. Gerçi Mürefte-Şarköy arasındaki Gülor ile Şarköy’deki Kayra ve Château Kalpak kendi bağlarından kaliteli şaraplar üretiyordu. Ama üç üreticinin en alt basamak şarapları dahi ucuz yazlıkçılığa teslim olmuş bölge için o kadar pahalı kaçıyordu ki, buralarda bulunmuyor, doğrudan İstanbul’a gönderiliyordu. Bakkallar ilkel etiketlerle kaplı gazoz fiyatına şaraplarla doluydu.
Şarap turizmi ise sıfıra yakındı, zaten Şarköy’deki belediye sosyal tesisi dışında derli toplu kalacak yer bile bulunmuyordu. Yörenin tek iyi balık lokantası kapanmış, yerini çekirdek çitlenen bir çay bahçesi almıştı.
Hiç mi teselli yoktu?.. Belki de tek teselli, son yıllarda Tekirdağ merkeze yakın birkaç kaliteli şaraphanenin kurulması ve altın madalyalar alabilecek şaraplara imza atmasıydı. Dolayısıyla, çökmekte olan bir şarap bölgesinin ardından bir ağıta benzeyen 16 yıl önceki yazı da, başlığı da ne yazık ki güncelliğini koruyordu:
“Mürefte’den üzüntülerle”…