1990’larda Londra’ya ilk gittiğimde ilk iş olarak Kraliçe’nin gıda tedarikçisi Fortnum & Mason mağazasını aramış, Piccadilly caddesindeki dev mağazadan içeri girdiğimde gördüğüm ihtişama şaşırmıştım. Burası alt tarafı lüks bir gastronomi mağazasıydı ama sanki ondan çok daha ötesiydi. 1707’de kurulan mağazada yerler halı kaplıydı, yüksek tavanlarda kristal avizeler ışıldıyordu ve yaş ortalaması 60’ı bulan siyah fraklı tezgâhtarlar hizmet veriyordu. Loş bir dolapta iksir gibi küçük şişelerde “aceto balsamico” etiketlerini görünce, yeni tanınan bu fıçıda yıllanmış sirkelerin fiyatını soracak olmuştum. Aristokrat tavırlı tezgâhtar öğrenci kılıklı bir gençle oyalanmaktan hoşnut değildi ama görevini de yaptı. Yüzünde “Size fazla gelir” diyen küçümseyici bir ifadeyle, “Hundred pounds, sir…” dedi. Küçücük şişe bugünkü paramızla 700 liraydı. Her şeyin çok pahalı olduğu mağazadan minik bir paket özel harman çay alıp kendimi dışarı zor attım.
Türkiye’ye döndüğümde, Ahmet Örs’ten mağazanın bir de üst katı olduğunu öğrendim. İngiliz asiller ve zengin turistler burada 5 çayı keyfi yapıyor, gümüş demliklerden birinci sürgün Darjeeling çayı içerken minik sandviçlerde İskoçya ırmaklarının tadına doyulmaz yabanî somonlarını yiyorlardı.
Birkaç yıl önce aynı mağazaya tekrar gittiğimde dekorasyon hafiflemişti, tezgâhtarlar daha genç ve rahat giysiliydi. Raflardaki zenginlik ise azalmamış, tam tersine artmıştı. Bu kez dikkatimi 100 gramı 20 pound’a satılan Polonya mağara tuzu ile küçücük kavanozu 8 pound’luk Japon Yuzu marmeladı çekti. “Yağlı müşteri” görünümü yaratıp içki bölümünde birkaç viski tattım, bir-iki şarap alıp cüzdanımı boşaltmadan çıkmayı başarıverdim. Lüks aksesuar ve hediyelik eşya satışlarının da desteğiyle yılda 126 milyon pound (882 milyon TL!) ciro yapan mağazaya sadece 30 pound kaptırdım.
Bu Londra anılarını niye mi anlattım? Türkiye’nin Fortnum & Mason’ı olmaya aday Nar Gourmet sessiz sedasız kapandı da, ondan… Lezzet malzemelerimizin hem içerik, hem de ambalaj kalitesini arttırıp onları ihraç etmeye sıvanan, hep özlediğimiz gibi tarım ürünlerimize katma değer sağlamaya başlayan Nar Gourmet, ekonomimizi kurtaracak yönelişin sembolik bir basamağıydı. Ama soluksuz kaldı, yaşayamadı…
Nar Gourmet ABD’nin efsane üniversitesi MIT’den doktoralı elektronik mühendisi Yalçın Ayaslı tarafından, bir hobi yatırımı gibi kurulmuştu. Ayaslı’nın ABD’deki şirketinin ileri teknoloji patentlerinden çok yüksek gelirleri vardı ve Nar Gourmet’yi kâr baskısı altında bunaltmıyordu. Eski bankacı İbrahim Betil’le Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nda yıllarca çalışan idealist yönetici Samir Bayraktar firmayı yönetti ve Nar’ı Türk lezzet ürünlerinin lüks markası haline getirdi.
Zengin turistlere hitap eden halı ve mücevher mağazalarıyla dolu Nuruosmaniye’de yine Ayaslı’ya ait Armaggan mağazasının girişine bir satış reyonu açıldı, internet satışları başladı, free shop’lara ve iyi marketlere de ürünler verildi. Armaggan’ın en üst katında açılan Nar Lokanta da ürünlerin yemeklerde tadılabildiği bir tanıtım platformu oldu.
Neler yoktu ki Nar Gourmet ürünleri arasında… Osmanlı dönemindeki gibi Yemen’den gelen kahveler… Karadeniz’in fındığından ve Antep’in fıstığından ilk kez denenen soğuk sıkım yağlar… Yüksek meyve oranlı geleneksel reçellerin yanında, çikolatayla harmanlanmış ahududu ve çilek reçelleri… Geldiği köylerin etikete yazıldığı nadir ballar… Az nişastalı, bol meyveli birinci sınıf lokumlar… Gıda mühendislerinin kontrolünden geçen organik baharatlar… Ve İtalya’da bile ödül kazanan yöresel zeytinyağları…
Galiba Nar Gourmet’nin attığı en büyük “gol” bu zeytinyağlarıydı. Zira yöresel üreticilerden derlenen yağlar yetmemiş, şirket Ankara Üniversitesi ile işbirliğine giderek İtalya’da özel bir TIR dizayn ettirmişti. İçi modern bir yağhane olan TIR’la zeytinleri gölgede kalmış bölgeler geziliyor, tek cins zeytinlerden küçük sıkımlar yapılıyor, sıcağı sıcağına da tadılıp analiz ediliyordu. Böylece Hatay’ın Savranî, Antalya’nın Tavşanyüreği ile Beylik, Tarsus’un da Sarıulak zeytinlerinin lezzet ve sağlık potansiyelleri ortaya çıkarıldı, bu zeytinlerin yağları adlı adınca şişelenip meraklılara keşfettirildi. Bu yağlar ödüller de kazanınca yörelerinde de parladı, Antalya’da o zamana kadar adı pek geçmeyen Tavşanyüreği yağı bir efsane haline geldi.
Nar Gourmet THY ile işbirliğiyle “WE’R” isimli bir alt marka da yaratmış, bu markanın ürünleri uçaklarda ve havalimanı mağazalarında satılmaya başlanmıştı. Ancak son yıllarda yaşanan ekonomik kriz, bir yandan gıda hammaddelerinin fiyatlarını arttırdı, bir yandan da alım gücünü geriletti. Terör olaylarının turizmi baltalaması da Nar’a epey müşteri kaybettirdi. Ve önce Nuruosmaniye’deki Nar Lokanta, ardından da Nar Gourmet kapanmak zorunda kaldı…
Anadolu’da bir deyim var; “Erken öten horozun başını keserler”… Biraz katı bir gözlem olacak ama, Nar’ın da başına biraz bu geldi. Türkiye’nin Fortnum & Mason’ları üç asırdır yaşatan İngiltere, gastronomik “modaevi” Fauchon’u kuran ve dünyaya yayan Fransa, yeryüzünün en büyük gurme mağazası KaDeWe’ye evsahipliği yapan Almanya gibi bir refah toplumu olmaması, Nar ürünlerini çok dar bir kitleye hapsetti. O dar kitle de son yıllarda ekonomik krizden etkilenince, sürdürülebilirlik tehlikeye girdi.
Ancak elbet bir gün daha iyi yönetilecek, kaynaklarımızı daha iyi kullanacak, daha zenginleşeceğiz. Giderek uyanan çiftçilerimizdeki kültürel canlanma, beyaz yakalıların tarıma girişi ve aydın kesimin köylere yerleşimi, gıda ürünlerimizin kalitesini de yükseltecek. Büyük sermayemiz “lüks gıda sektörü” diye bir alan olduğunu fark edecek ve bu yüksek kârlı alana yatırım yapacak. Ve başka isimler altında, Fortnum & Mason’ların pastasından dilimler almaya aday yeni Nar Gourmet’ler doğacak.
Kapanmasına üzüldüğümüz Nar Gourmet’nin mirası ve tecrübesi de, onlara yol gösterecek…