“Müdürüm, rakı kadar güzel olmasa bile bizim buraların da yöresel bir içkisi var. Bir gün seni en iyisinin yapıldığı köye götürelim, tattıralım…”
80’lerin başlarıydı. Bu satırlar yazılırken 45. Yıldönümünü kutladığımız Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de kurulmuş, devlet kurumları Türkiye örnek alınarak oluşturulmuştu. O yıllarda sert alkollü içkileri üreten Tekel’in Kıbrıs versiyonu da “Taşel”di ve başına da Tekel’in parlak yöneticilerinden Esen Ataay atanmıştı. Esen Bey teklifi kabul etti, hafta sonunda Girne’nin sırtlarındaki bağ köyüne gitti. Sonrasını bana şöyle anlattı:
“Köy kahvesine oturduk, muhtarın ikram ettiği sade kahveyi içerken sohbet ettik… Kendi üzümlerinden damıttıkları ‘zivaniya’ dedikleri renksiz içkiyi getirdiler, tattık. Sert ve buruktu, anasonu olmadığından rakıya benzemiyordu. Ama köylülerce rakı gibi içiliyordu. Bir ara etrafta pek genç olmadığını fark ettim. Kahve dizleri titreyen, gözleri pek iyi görmeyen ihtiyarlarla doluydu. ‘Köyün gençleri nerede?’ diye sorunca, muhtar ‘Burası sıcak oldu, buyurun dışarıda oturalım’ dedi. Ve dışarıda kulağıma fısıldadı: ‘Beyim, bunların çoğu aslında genç sayılır. Ama bizim köyde akraba evliliği çok, o yüzden çoğu böyle titrektir…’
Birkaç şişe zivaniyayı arabaya koydurdum, hafta başı laboratuarda incelettim. Hepsi de fecî şekilde metil alkollüydü… Belli ki köydeki eklem ve göz rahatsızlıkları metil alkolün azar azar zehirlemesindendi. Hemen muhtarı çağırttım, durumu anlattım ve ‘Bu içkiyi kimler yapıyorsa buraya gelecekler, bizden kurs alıp doğru yapmayı öğrenecekler. Bari bundan sonra zehirlenmeyin’ dedim…”
Türk rakıseverler ise şu sıralar bırakın böyle azar azar zehirlenmeyi, metil alkolden sapır sapır dökülüyor… Son bir ayda “ev yapımı” rakılardaki metil alkolden ölenlerin sayısı 20’yi aştı. Ölecek kadar içmeyip yavaş yavaş zehirlenenlerin, görme duyusu azalıp dizleri tutmayanların ise herhangi bir yerde kaydı yok. Belki de çoğu yavaş yavaş zehirlendiklerinin farkında değil, dertlerini yaşlılığa ya da başka şeylere bağlıyor. Konu Meclis’e de taşındı, CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, “İçkiye yapılan zamlar kullanıcıları 'kimyacı' yaptı. Kaçak üretim yaygınlaştı. Kendi yapıp tüketenler dışında bazı restoranlarda dahi kaçak rakıdan söz ediliyor. ‘İçmesinler’ demek sorunu çözmüyor” dedi…
1935'te jandarmanın yakaladığı Bartınlı kaçak rakı imalatçı ... Rakı fiyatları bu düzeyde seyrederse, yakında bu sahneler yeniden canlanacak
Aşırı vergiler yüzünden fiyatı artan rakının halk sağlığını tehlikeye atması, kaçak rakılar yüzünden ölümlerin çoğalması pek de yeni bir durum değil. Cumhuriyet’in ilk yıllarında da hem bütçe açığını kapamak, hem de rakıcıları o yıllarda devlet eliyle canlandırılan şaraplarımıza yönlendirmek için rakıya çok yüksek vergiler konulmuş, bir süre sonra da bu yanlıştan dönülmüştü. Akşamcıların bir kısmı kaçak rakıya, bir kısmı da doğrudan mavi ispirtoya yönelince halk sağlığı daha fazla tehlikeye girmesin diye hükümet rakı fiyatlarını ucuzlatmıştı.
1946’da iktidara gelen Recep Peker hükümeti, “Sadece bir yılda resmi rakı tüketimi 1 milyon litre azaldı. İnsanlar ispirtoyu süzüp içiyor, halk sağlığı tehlikeye giriyor. Rakı fiyatı yüksek kaldıkça takdirsiz halk öldürücü zehirli alkolleri içiyor” diye rakı fiyatlarını yarı yarıya indirdi. İspirto ve kaçak rakı içme alışkanlığı da hızla geriledi. Vergisi alınan kayıtlı rakı içildiği için hazinenin geliri yükseldi, ortalıkta yalpalayarak dolaşan, kırmızı burunlu ispirtoculara da rastlanmaz oldu…
AB ülkelerinde bir şişesi 12-13 avroya satılan rakının yeni vergilerle 150 liralar bandına tırmanması, dar ve orta gelirli kesimi rakı içemez hale getiriyor. Onlar da marketlerde satılan içki alkolüne acılık veren madde katıldığından, kaçak alkol alıp içine anason yağı katarak rakıyı andıran bir içki yapıyor. Kimileri de garajlardaki imbiklerde, mutfaklardaki tencerelerde kendi alkollerini damıtarak “rakı” imal ediyorlar. İnternet ev rakıcılarının platformlarıyla dolu, alkol, aroma ve ekipmanlar her yerde satılıyor. Böylece bir şişe rakı benzeri içki 20-30 liraya mal edilebiliyor. Ama kullanılan alkol metil alkollü ise ya da evde alkol damıtılırken hassas ölçülere dikkat edilmiyorsa, körlük ve sonraki aşamada ölüm, birden ya da yavaş yavaş kapıyı çalıyor…
Ölümlerin öteden beri “boğma rakı” kültürü olan Adana ve Mersin gibi illerimizde artması tesadüf değil. Tıpkı, 2004 yılında 44 milyon litre tüketilen rakının, 2018’de 35 milyon litreye düşmesinin tesadüf olmaması gibi… Nüfus artışı ve turizmin yükselişiyle yukarı doğru gitmesi gereken tüketim miktarı aşağı iniyor, çünkü tüketim ev rakılarına ve kaçak rakılara kayıyor. Vergileri sürekli arttıran devlet, kayıtdışına yöneliş yüzünden aslında daha fazla vergi gelirinden oluyor.Rakı modern tesislerde, kimya bilgisi ve üretim tecrübesi olan ustalar tarafından üretiliyor. Evde yapılması mümkün değil
Tekel ve Mey İçki’nin emektar rakı müdürlerinden Mehmet Başkaya ve Beylerbeyi Rakı Üretim Müdürü Talat Kaan gibi üstadlar, “O evlerde yapılanlar rakı değil. Rakı, lezzetini alkolün anasonla birlikte damıtılmasından alır. Anason tohumlarının bakır imbiklerde, alkolle birlikte kaynatılması gerekir. Anason tohumu sıcak buharda ‘patlar’, içindeki bütün yağları alkole geçirir ve alkole nefaset verir. Bu da ancak ciddî boyuttaki tesislerde, kontrollü ısıtılan imbiklerde bilimsel yöntemlerle yapılır” diyorlar. Alkole anason yağı damlatılmasıyla yapılan içkinin rakının yerini tutmayacağını, olsa olsa uzo benzeri bir içki olacağını söylüyorlar. “Rakıda kullanılan halis Çeşme anasonudur. Evlerde alkole katılan anason yağı ise Çin’den gelen ikinci kalite yıldız anasonundan yapılır” diye de ekliyorlar.
Rakıseverleri bu tehlikeli yollardan koruyarak damak tadlarını iade etmek, hazinenin de vergi gelirini arttırmak için yapılması gereken belli: rakıdaki vergileri düşürmek, fiyatları gerçekçi bir düzeye çekmek.
1947 yılında rakı fiyatlarını indiren hükümetin Gümrük ve Tekel bakanı Tahsin Coşkan, “Muhtelif cins alkollerle çok ilkel bir şekilde yapılan ve toksin maddeleri fazla olan kaçak rakıların yurttaşlarımızın sıhhati üzerinde yaptığı çok muzır tesirleri gören ve bilen mesûl bir hükümetin, bu duruma göz yummasına imkân olamazdı” diyordu.
72 yıl sonra, aynı noktadayız… Ankara’da o yıllardaki gibi “mesul bir hükümet” olmasını dileriz.