Bundan 180 yıl önce, yine başka bir salgın döneminde, Fransız hükümetinin üyeleri kara kara düşünüyorlardı. O yılların Avrupa’yı kasıp kavuran salgın hastalığı Afrika’daki sömürgelerden gelen sıtmaydı ve tek ilacı vardı: Kinin. Kınakına ağacının kabuğundan elde edilen ilaç o kadar acıydı ki, kimse içmeye yanaşmıyordu. O günlerin bilim kurulundan birisi, parlak bir öneride bulundu: Kinin tatlı bir şarabın içine yedirilir, böylece acılığı kırılırsa nasıl olurdu? Hükümet fikrin üzerine hemen atladı ve böyle bir karışımı başaranların ödüllendirileceğini ilan etti. İki cesur kimyager, Joseph Dubonnet ile Alphonse Juppet kolları sıvadılar, biri Dubonnet, öteki de St. Raphael adında iki iksiri yarattılar. Paris’te bir yarışma düzenlendi, kazanan ve desteklenmeye lâyık görülen Dubonnet oldu. İlacın burukluğu şekerle dengelenmiş, portakal kabuğu ve vanilya aromalarıyla kötü kokusu gizlenmiş, öte yandan şifalı özelliği korunmuştu…
Aynı dönemlerde benzer bir "halk sağlığı operasyonu" da İngiliz hükümeti tarafından uygulanıyor, İngilizler de sömürgeleri Hindistan’da sıtmadan kırılan vatandaşlarına kininin şekerle karıştırıldığı "tonik" adlı bir sıvı içiriyorlardı. Tonik o kadar acıydı ki, koloni kulüplerinde cinle seyreltilip içilmeye başlandı, cin-tonik modası da böyle doğdu…
Korona salgınına karşı kinin bazlı bir ilacın etkili olduğu ortaya çıkıp halkın bir kısmı "Bu ilaç bulunmuyor, o olmadan nasıl kinin alabiliriz?" diye marketlerdeki tonikleri yağmalayınca, "tarih tekerrürden ibarettir" diyenlere hak verdim. Dr. Ülkümen Rodoplu’nun "Bu tür içecekler yüksek dozda böbrek ve karaciğere zarar verir" uyarılarını okurken, bir zamanlar hükümetlerin insanlara kinin içirebilmek için icad ettikleri Dubonnet ve tonikleri de hatırlamadan edemedim…
1846’da Fransa’da Dubonnet ile başlayan kininli şarap kampanyası, Cumhuriyet’in ilk yıllarında sıtmayla mücadele eden Türkiye için de iyi bir örnekti. Ancak genç Cumhuriyet’in Fransa’dan kininli şarap getirtecek dövizi yoktu. Türkiye’nin ilk ilaç fabrikatörlerinden Dr. Ali Vasfi Atabay kolları sıvadı ve Pendik bağlarının şarabına kinin ile birkaç madde daha ekleyerek 1933’te Kiniumol adıyla eczanelere dağıttı. "İştah ve kuvvet ilacı" denilen iksiri uzun yıllar "Pendik şarabı" adıyla da üretti, hatta bir de "Doktor Ali Vasfi Şampanyası" yaparak yine eczanelerde sattı.
1950’lerde ise devlet devreye girdi, Tekel hem Kınakına şarabını, hem de Kınakına likörünü üreterek piyasada öne çıktı. 1950’lerde çocuk yaşlarda olan barmen ağabeyimiz Vefa Zat, "Kınakına’yı doktorumuz Hacı Mansur beyin reçetesiyle Ethem Pertev eczanesinden alır, kuvvet şurubu olarak içerdim" diye hatırlıyordu.
Kininli şarap o kadar yaygınlaşmıştı ki, orijinal marka Dubonnet 1960’larda Türkiye’de üretilmeye başlanmıştı. Bu yıllarda artık sıtma hastalığı yenilmiş, şarabın şifasından çok lezzet ve keyif yönü öne çıkmıştı. Nitekim Dubonnet için dergilere verilen ilanlarda "Şen Paris’in aperitifi" sloganı kullanılıyordu. Bir başka ilanda da "Sizi bu akşam çok neşeli görüyorum" diyen birine, muhatabı "Tabii, Dubonnet’mi içiyorum da ondan" cevabını veriyordu. "Dübone", büyük kentlerdeki kibar salonların vazgeçilmezi olmuştu.
Dubonnet ve zamanında rakibi olan St. Raphael, kininle aromalandırılmış şarap bazlı birer içki olarak hâlâ hayatlarını sürdürüyorlar. Eski popülerliklerinde olmasalar da, her öğle yemeğinden önce Dubonnet ve cin karışımı aperitifini "alan" İngiltere kraliçesi Elizabeth gibi tutkunları var. Tonik ise daha şanslı, 19. yüzyıl toniklerine göre azaltılmış acılığıyla sadece cinin değil, votkadan konyağa pek çok içkinin de yoldaşı durumunda.
Salgınlar büyük acılara ve kayıplara yol açıyor, insanlığa her bakımdan maliyetleri çok büyük oluyor. Onlardan geriye buruk anılar kadar, bazen böyle buruk içkiler de kalıyor…