Fransız şarap dergisinin kapağına çıkardığı fotoğraf, doğrusu çok çarpıcıydı. Taneleri kütür kütür bir kara üzüm salkımı, tam ortasından bir otomobil tarafından çiğnenmiş gibiydi. Salkımın ortasında tekerleklerin izleri ve çamur artıkları bile görünüyordu. Fotoğraflara bilgisayar programlarıyla müdahale etmenin bugünkü kadar kolay olmadığı o günlerde yapılan bu fotoğraf oyunu öyle çarpıcı bir görüntü ortaya çıkarmıştı ki, hemen Fransızcası iyi bir arkadaşıma yazıyı özetlemesini rica ettim.
Konu, yapımı planlanan bir otoyol ile ilgiliydi. Bordo'dan geçmesi düşünülen bir otoyol projesi bölgenin en değerli bağlarının bulunduğu Margaux'yu tam ortadan yarıyor, sakin ve dingin bir doğadaki bağların bu özelliğini tehdit ediyordu. 300 dönüm bağın kamulaştırılarak yola verilmesi gerekecekti, yolun kıyılarında kalacak bağlar da hava kirliliği ve gürültüden etkilenecek, ayrıca bölgenin doğal dokusu ve sevimliliği de bozulacaktı. Elbette şarap turizmi ve günlük hayat da binlerce otomobilin geçişinden kötü etkilenecekti.
Margaux Şarapçılar Birliği Başkanı "Dünyanın eşsiz teruarlarından birinin ekolojik dengesi ve imajı riske atılıyor. Margaux harika şarapların çıktığı romantik bir bağ bölgesi olmaktan çıkacak, asfaltıyla anılacak" diye yırtınıyordu. Efsanevi şatolar Margaux ile Palmer'in başını çektiği 70 şatonun halkı da arkalarına alan direnişi sonunda sağduyu galip geldi ve proje bir daha inmemek üzere tozlu raflara kaldırıldı. Belli ki, Fransız hükümeti de 14 bin dönüm bağında 6 milyon litre şarap üreten ve şişesini 30 ila 800 Euro arasında satan bölgeye bu hançeri saplayamamış, "altın yumurtlayan tavuğu" kesmeye kıyamamıştı.
Bizde ise şu aralar Türkiye'nin en değerli şaraplarını üreten bağların önemli bir bölümü, taş ocaklarının ve madencilerin tehdidi altında. Türkiye'nin şarap ihracatında şişe başı 50 dolara şarap satarak bir rekor kıran Mustafa Çamlıca şu sıralar kara kara düşünüyor, mahkemeden mahkemeye koşuyor. Zira Osmanlı döneminde çok önemli bir şarap bölgesi olan, şarapları tüm Avrupa'ya ihraç edilen Kırklareli'nin bu potansiyelini canlandıran Chamlija bağlarının etrafında dinamitler patlıyor, topraklar çöküyor, dev kamyonlar vızır vızır geziyor ve doğa bağcılık yapılamayacak denli kirleniyor. Altın yumurtlayacak tavuk, birkaç lokmalık eti için hoyratça kesilmeye çalışılıyor…
Çamlıca'nın yaşadıkları adeta bir korku filmi gibi. Lüleburgaz Pınarhisar'ın Tozaklı köyündeki bağ diktiği araziye bir sabah gittiğinde, kil ve kömür ocağı işleten madencilerin kazdığı çukurun bağının 5 dönümünü çökerttiğini görmüş. Maden hakkında suç duyurusunda bulunsa da arazisi gittiğiyle kalmış, "Diğer 10 dönüm de yağmurlarla beraber yavaş yavaş çöküyor" diyor.
Ernst & Young gibi dünya çapında bir şirketin Türkiye başkanlığından emekli olan Çamlıca, hobi olarak girdiği şarapçılıkta hızlı mesafe almış, "Balkanların En İyi Şarap Üreticisi" seçilmiş, madalya rekorları kırmış bir üretici. Ama "Bu gidişle adliye kapılarında beklemekten şaraplarımızla ilgilenemeyeceğiz" diye yakınıyor. Ve "Sorun sadece bir münferit olay değil. Pınarhisar ve Vize çimento fabrikaları bölgemizden kil ve kireç alıyor. Maden ruhsatları bölgedeki tarım önemsenmeden kolayca veriliyor, madenciler doğayı hoyratça tahrip ediyor. Bölgedeki granitleri çıkarmak için açılan taş ocakları da tahribatı ikiye katlıyor. Maalesef işgal kuvveti gibiler, doğayı mahvediyorlar" diye ekliyor.
Şarabın kalitesini toprak, iklim ve diğer doğa koşullarının bir bileşkesi olan "teruar" belirliyor. Çamlıca, Kırklareli'nin Pınarhisar bölgesi teruarını Château Petrus gibi efsaneleşmiş şarapları çıkaran Bordo'nun Pomerol teruarına çok benzetiyor. "Madencilerin peşinde koştuğu kilin ben de peşindeyim, özellikle killi topraklarda bağ dikiyorum. Ama onlar kili bir kereliğine, çimentoculara satmak için çıkarıp tüketiyorlar, ben ise o kilden yıllar boyu yüksek fiyata satılacak iddialı şaraplar üretiyorum. Bu hazineyi böyle harcamaya değer mi?" diye soruyor.
Bölgede madencilerle mücadele eden sadece Çamlıca da değil. Doğal Yaşamı Koruma Vakfı DAYKO ile Kırklareli Kent Konseyi de bölgenin yağmalanmasına karşı davalar açıyor, protestolara öncülük ediyor. Kent Konseyi Çevre Meclisi Başkanı Göksal Çidem, "Sadece kapasite büyütmek isteyen bir taşocağı için 144 bin ağaç kesileceği ortaya çıktı. Bu Istranca ormanlarını gözden çıkarmak demek. Kırklareli genelinde son 5 yılda bu tip tahribatlar yapacak 200'e yakın dosya geldi. Bunlar ormanları yok ettikçe yörede ormanların beslediği yeraltı suları da azalacak, doğa bitme noktasına gelecek" diye isyan ediyor. Mustafa Çamlıca da "Ormanların yarattığı mikroklima ve fauna yok olursa bağcılık da imkânsız hale gelir" diye uyarıyor.
Şarap üreticilerimiz yıllar boyu yüksek vergilerle, tanıtım yasaklarıyla, satış sınırlamalarıyla baskı altında tutuldular. Şimdi de bir darbeyi bağlarını bile yok eden doğa yağmasından yiyorlar. Çamlıca'ya "Ne yapacaksınız?" diye soruyorum. "Hayatımı başka bir ülkede kurgulayacak yaşı geçtim. Mücadele, kaderimiz gibi gözüküyor. O halde mücadeleye devam edeceğim. Hem bağlarımı ve bölgemi kurtarmak için mücadeleye, hem de daha iyi şaraplar yapmak için mücadeleye…" cevabını veriyor.
Ben de, "Şarapseverler de eminim ülkenin dört yanındaki şarapçıların böyle engellerle boğuştuklarını dikkate alacak, eminim yudumlarıyla mücadeleye destek olacaklardır" diyorum.