Portekiz’in ünlü Porto kentinin limana açılan şirin sokakları, o akşam tek kelimeyle duman altındaydı. Şehrin ünlü sardalya festivali kutlanıyordu ve hemen her evin önündeki ızgaralarda iri okyanus sardalyaları kızarıyor, ayıklanmadan balıkçı deyimiyle "b.klu kebap" yapılarak ekmek arasında ayaküstü yeniliyordu. Herkes sokaklardaydı, ortam çok neşeliydi ama balıkların çoğu bayat ve yavandı. Lüfer iriliğindeki okyanus sardalyaları zaten bizim Gelibolu’dakiler nefasetinde değildi, üstelik de buzhane balığıydı. Portekizli sardalya tüccarları her sene av mevsimi başlamadan buzhanelerdeki geçen sene balıklarını festivalde "eritiyor", hem artık kokuşacak balıklardan kurtuluyor, hem de tazelerine yer açıyorlardı. Bedava dağıtılan balıklar bu yüzden de lezzetsizdi.
Bir grup Türk yeme-içme yazarı iki-üç lokma atıştırdıktan sonra yürürken bir gün önce restoranında yemek yediğimiz kentin Michelin yıldızlı şefi Rui Paula’ya rastladık. O da kervana katılmış, restoranının önüne koyduğu ızgarada sardalyaları kızartmaya başlamıştı. Israrla davet edince onunkinden de tattık ve damağımızı bayram ettirdik. Paula iyice ayıkladığı taptaze sardalyaları nefis kızartmıştı, bu denli iddialı bir şef olmasına rağmen o da pahalı restoranının önünde halka bedava ikram yapıyordu. "Şehrin en lüks restoranını işletiyorsunuz, bu halk tipi festivale katılmasanız da kimse size kızmazdı" diyecek oldum. Güldü ve kulağıma fısıldadı:
"Hep almak olmaz… Biraz da vereceksin!"
Bugünlerde İstanbul’un en lüks restoranlarının en havalı aşçılarını dev kazanların başında fasulye pişirirken gördükçe, o akşamı hatırladım. Şimdiye kadar daha çok alan şeflerimiz de şu aralar veriyorlar, hiçbir ücret talep etmeden gönüllü olarak yoksulları ve sağlık emekçilerini doyuruyorlar.
Bu organizasyonların en büyüğü, "Sen Güvende Kal" hareketi. Gastronomi yazarı arkadaşımız Ebru Erke ile yeni tarz mezeleriyle ünlü şef Umut Karakuş, pek çok aşçının, gönüllünün ve gıda firmasının desteğiyle günde 1.200 dar gelirliye iki öğün yemek çıkarıyor. Kadıköy Belediyesi’nin Fenerbahçe’deki tesislerinde her gün dev kazanlar kaynıyor, aralarında Ali Ronay’dan Hazer Amani’ye, Maksut Aşkar’dan İsmet Saz’a, Aylin Yazıcıoğlu’ndan Esen Hünal’a tümünün adlarını buraya sığdıramadığım pek çok tanınmış şef, burada kepçe sallıyor. Diyetisyen Dilara Koçak’ın dengeli beslenmeyi gözeterek hazırladığı menülerin malzemeleri firmalardan bağış olarak geliyor, yemeklerin ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasını da belediye üstleniyor.
Yoksul ailelerden çok görev başında iyi beslenme olanağı bulamayan sağlık çalışanlarını hedefleyen bir kampanya da, "Gastro inisiyatif". Ünlü şef Tolga Atalay ile Food in Life dergisi yayın yönetmeni Gökmen Sözen’in başını çektikleri kalabalık bir ekip, Şişli Belediyesi’nin organizasyonuyla hastane personellerine lezzetli kumanyalar hazırlayıp ulaştırıyor. Havalimanı catering’inde uzman BTA ile Cookshop, Midpoint, Big Chefs gibi restoran zincirlerinin, Ekol ve Koza gibi gıda firmalarının desteklediği hareket, her geçen gün büyüyor.
Osmanlı’dan bu yana kültürümüzde zaten imarethane kurumu var, yoksul halka ücretsiz sıcak yemek sunmak çok eski bir Türk geleneği… Ne var ki, Koronavirüs salgınından sonra devlet muhtaç insanlara sadece karbonhidrat ve bakliyat ağırlıklı gıda kolileri dağıtıyor, "Bu insanlar kaliteli proteini, vitamini nereden alacaklar da bağışıklıklarını güçlendirecekler" diye düşünülmüyor. Deprem ve diğer afetlerde devreye girip halka sıcak yemek dağıtan Kızılay’ın seyyar mutfakları, bu salgın süresince nedense ortalarda gözükmüyor. Dargelirlilerin en azından bu dönemde daha iyi beslenerek sağlıklarını korumaları ihtiyacı, kamunun bir türlü gündemine giremiyor.
Ve dev kazanları kaynatma görevi, şeflerimize, yeme-içme yazarlarına, onların peşinden giden gıda firmalarımıza düşüyor. Bu organizasyonları da her an itilip-kakılan ve yardım kampanyaları soruşturma konusu olan ilçe belediyeleri yürütüyor.
İnsan, "Bari Ankara’dakiler görüp utansalar" diye düşünmeden edemiyor…