Galatasaray transfer döneminde zihinsel olarak Avrupa defterini kapatmış ve fiziksel açıdan yetersiz bazı futbolcuları kadrosuna katarak futbolcuları
Bu bir maç yazısı değil, daha çok bir analiz diyebiliriz. Buna uygun olarak yazıya bir istatistikle başlamak istiyorum. Galatasaray geçen hafta 2-1 yenildiği Yukatel Kayserispor maçında tam 166 top kaybı yaptı. Bu sezon rekoruydu. Ancak bu maçta Galatasaray 765 kez topla buluştu. Bu da Galatasaray'ın yaklaşık her dört toptan birini rakibine verdiğini ortaya koyuyor. Bunun oransal karşılığı yüzde 21,69.
Yukatel Kayserispor maçı Galatasaray'ın en çok top kaybı yaptığı karşılaşma oldu. Ama oransal olarak baktığımızda bu sezon Galatasaray'ın yüzde 21,69'dan daha fazla top kaybı yaptığı bir karşılaşma daha olduğunu görüyoruz; Trabzonspor maçı. Galatasaray'ın o maçtaki top kaybetme oranı yüzde 22,02'ydi. (631 kez topla oynamaya karşı 139 top kaybı.)
Beni bu yazıyı yazmaya iten tam da bu oldu. Trabzonspor maçında Galatasaray yenilmemişti, ancak yorgun ve eksik Trabzonspor'u yenmeyi de başaramamıştı. Nedense o maçta sahadaki oyundan daha çok, takımdaki kimya sorunu gözüme çarpmıştı, hafif bir isteksizlik görülüyordu.
Yukatel Kayserispor maçında da benzer bir kimya sorunu göze çarptı. Oynayan futbolcu grubunun motivasyonunda dalgalanmalar vardı. Yani maçın kazanılması için ciddi bir uğraş veren oyuncular bulunduğu gibi jübile maçına çıkmış gibi davranan başka futbolcular da vardı.
Şimdi tam buradan geriye doğru gideceğim.
Son dönemde neredeyse bütün Galatasaray muhabirlerine aynı şeyler fısıldandı. Onlar da bunları bize aktardılar. Yukatel Kayserispor maçı öncesinde bize aktarılan ortak cümlelerden birisi şuydu; "Juan Mata antrenmanlarda çok iyi, antrenman eksiğini kapattı." Benzer kalıplar Dries Mertens ve Maruo Icardı için de kullanıldı.
Yukatel Kayserispor maçı öncesinde Galatasaray taraftarını heyecanlandıran da bunlar olmuştu. İnsanlar ilk kez bir arada uzun süre çalışan takımın artık farklı bir futbol oynayacağını, oyun içindeki üretim sorunlarının büyük ölçüde üstesinden gelineceğini düşündüler. Yanıldılar (yanıltıldılar mı demeli) tabii. Bu nedenle de maçtan sonra büyük infial ortaya çıktı. Zira umutlar bir anda umutsuzluğa dönüştü. Bunun de etkisiyle bir anda Galatasaray'ın yeni teknik direktör arayışında olduğu gibi haber ve fısıltılar kapladı ortalığı. Okan Buruk yüksek dozda eleştirilmeye başladı. Şimdiye kadar suskun görünen sosyal medyadaki Fatih Terim taraftarları hafif hafif konuşmaya başladılar.
Doğruyu söylemek gerekirse Okan Buruk'un Yukatel Kayserispor maçında önemli bir hata yaptığını düşünüyorum. Hata şu; Okan Buruk Mata, Icardi ve Mertens üçlüsüne aynı anda forma vererek yenilginin ana mimarı oldu.
Aslında burada çift hata demek sanki daha doğru. Şundan; eğer bir pozisyonda başka faktörlerin etkisinde kalarak gerçekte formayı hak etmeyen futbolcuları oynatırsanız takıma iki yönden zarar verirsiniz. İlk olarak oynattığınız futbolcuların takıma katkısı çok az olacağı için maçı kaybetme olasılığını kendi elinizle yükseltirsiniz. İkincisi ve daha önemlisi, o pozisyonda oynaması gereken asıl oyuncunun güvenini kaybetmeye başlarsınız. Ki Okan Buruk'u bekleyen asıl tehlike de bu.
Örneklemek gerekirse. Eğer yönetimin dayatması sonucunda Mata'yı ofansif orta sahaya, Icardi'yi santrfora, Mertens'i de sol öne koyarsanız maçı kazanma olasılığını bir hayli düşürmüş olacağınız gibi, forma adaletini sarsmış olduğunuz için o oyuncuların yerine oynaması gereken oyuncu grubunun da (Bafétimbi Gomis, Milot Rashica, Kerem Aktürkoğlu, Barış Alper Yılmaz, Sergio Oliveira, Léo Dubois) size olan inancını zedelemiş olursunuz. Bu da zorluk derecesi oldukça yüksek bir kimya problemidir.
Bu hızlı girişten sonra şimdi Galatasaray'daki yapısal görünümünü analitik bir çerçeve içinde kalmaya gayret ederek anlatmaya çalışacağım.
Galatasaray'ın kompakt ve homojen bir strateji izlenmediğine ilişkin ileri sürdüğüm bulgular şöyle: Bir yanda hem yaş, hem maliyet / performans açısından iyi işlere imza atıldı; Kâzımcan Karataş, Léo Dubois, Yusuf Demir, Fredrik Midtjø, Sergio Oliveira gibi. Bir yandan da kadroya ikinci baharlarını bile yaşamayacak denli yaşlı ya da zihinsel olarak futboldan kopmuş oyuncular takviye edildi, Mata, Mertens ve Icardi gibi.
Burada tabii temel sorun fazla performans alınamayacak oyunculara yüksek meblağlar ödenmesi. Bu açıdan transfer edilen bazı futbolcuların geleceğine değil, geçmişine yatırım yapıldığı çok açık. Bu da bize transfer döneminde akıl ve stratejinin değil, taraftara oynama şehvetinin, yani popülist bakış açısının baskın geldiğini düşündürtüyor.
Fiziksel boğuşmaya dayalı ligimizin bu özelliğinin yaşı ilgilendiren bir boyutu var. Geçmişte yaşları otuzun üzerinde olsa da atletizminin önemli bir bölümünü koruyabilen oyuncuların Türkiye'de önemli başarılara imza attıklarını gördük. Atletizmleri yüksek oyuncular Türkiye'de ligin kaderiyle oynayabildiler. Örneğin Gomis. Türkiye'ye 32 yaşında gelmesine rağmen büyük ölçüde koruduğu atletizmi ve gücü sayesinde bir sezonda en çok gol atan yabancı futbolcu unvanını eline geçirdi. (Gomis bugün 37 yaşında olmasına rağmen halen Galatasaray'ın en çok gol atan oyuncusu durumunda.)
Buna karşın atletizme sahip olmayan teknik, ama yaşlı futbolcular için ligimizin oldukça zorlayıcı olduğu da açık bir gerçek. Yukatel Kayserispor maçında Mertens ve Mata'nın yaşadıkları fizik yetersizliği bu kapsamda ele almalıyız.
Tam burada fırsat transferi olarak takdim edilen Mertens, Mata ve Icardi hamlelerinin hangi taraf için fırsat olduğu sorusu gündeme geliyor. Şu an itibariyle sezonun tamamı için konuşmak doğru olmaz. Ancak dokuz maçlık periyot üzerinden değerlendirdiğimizde bu üç futbolcunun Galatasaray adına değil, kendi adlarına fırsat transferi yaptıklarını söylemek de çok yanlış değil.
Mantığı şu; Galatasaray Türkiye'de Avrupa zihniyetine en çok benzemekle övünen (burada vaktinde Tevfik Fikret tarafından formüle edilen "Batıya açılan pencere" mottosunu hatırlamalıyız) bir yapı. Dolayısıyla Avrupa kulüpleri yaşı ve atletizmi geçmiş olan futbolculara niçin kapılarını kapatıyorsa batılı duruşu nedeniyle Galatasaray'ın da aynı gerekçelerle bu futbolculardan uzak durması gerekmiyor mu? Gerekiyor, en azından prensip olarak. Fakat bu gerçekleşmiyor, zira Galatasaray'a batılıyla kendini eşit gören değil, Türkiye'yi batının ötekisi olarak kabul eden oryantalist bir zihniyet hâkim.
Transfer dönemleri oryantalist zihniyetin en gözle görülür olduğu dönemlerdir. Zira oryantalist genç Mertens'ler, Mata'lar, Icardi'ler yetiştirmekle ilgilenmez; o, bu futbolcuları transfer etmekle ve bununla övünmekle ilgilidir. Artı onları havaalanında karşılamakla. Oryantalist, "Avrupa Galatasaray'ın transferlerini konuşuyor" yollu haberlerle mutlu olur. Çünkü o Avrupalı olmayı Avrupa kulüplerine galebe çalmak olarak değil, "dünya yıldızları"nı Galatasaray'a getirmekle eşitlemiştir artık. Avrupa futboluyla aradaki makasın, üretmek ve kazanmak kültürü yerine tüketerek böbürlenme kültürüne geçtiği için açıldığının farkında bile değildir.
Soru şu; Avrupa'nın kalburüstü bir kulübü olması itibariyle kuramsal çerçevede Galatasaray'ın potansiyel rakipleri arasında yer alan Napoli, yaşlı bir oyuncusunun kontratından çıkıp genç bir futbolcuya yönelirken, Kvaratskhelia'ya verilen bonservis miktarının yaklaşık yarısını bir yıl içinde Mertens'e ödeyecek olan Galatasaray futbolda Napoli'yle nasıl rekabet edebilir, rekabet edebilir mi? Sorunun yanıtını herkes biliyor. Bu örneği, Mata ve Icardi, hatta Haris Seferoviç için de çoğaltabiliriz.
Burada kendimi daha iyi ifade etmek için şunu da eklemek istiyorum. Mertens, Mata ve Icardi transferindeki ana sorun bu üç oyuncundan ikisinin, Mertens ve Icardi'nin ilk 11 için transfer edilmesi. Mertens açısından şu ana kadar gördüğümüz, Belçikalı oyuncunun iyi niyetine rağmen fiziğinin ilk 11'i kaldıracak seviyede olmaması. Icardi açısından temel sorun ise zihinsel olarak futbolla bağının oldukça zayıflamış olması. Mata ise zaten rotasyon oyuncusu olması için transfer edildi. Özetle, Galatasaray için temel sorun normalde rotasyon oyuncusu olmaları gereken bu şöhretli futbolculara performanslarının çok üzerinde paraların veriliyor olması.
Futbolda kadro mühendisliği itibariyle optimuma en çok yaklaşan planlama, ideal 11 ile rotasyon grubu futbolcuları arasındaki mesafenin en az olduğu planlamadır. Bu kritere Türkiye'deki 8+3 kuralını da eklemeliyiz.
Bu kriterler açısından baktığımızda görünen manzara şöyle: Kadro planlaması açısından iyi şeyler de var, eksik şeyler de, yanlış şeyler de.
Yukarıda maliyet / performans kriteri açısından Mertens, Icardi ve Mata transferlerinin yanlışlığına değindik. Esasında yanlış hamlelere Haris Seferoviç de eklenebilir. Zira dünkü 2. Lig temsilcisi GMG Kastamonuspor karşısında bile fizik açıdan oldukça yetersiz görünen Seferoviç de ilk 11 değil, rotasyon oyuncusu olmayı hak eder ediyor gibi. Dolayısıyla o da Galatasaray'dan maliyet / performans kriterinin çok ötesinde gelir kazanan futbolcu grubunda yer alıyor.
Şu an itibariyle Galatasaray'da üst seviye atletizme sahip tek oyuncu var: Sacha Boey. Ancak onun da sezon başındaki kadro planlamasında düşünülmediği hatırlanırsa, sanki 2022-2023 kadrosu oluşturulurken atletizm meselesi üzerinde hiç düşünülmemiş olduğu gibi bir fotoğraf ortaya çıkıyor.
Kadro planlamasında göze çarpan başka bir eksiklik daha var; hava hâkimiyetine sahip cüsseli oyuncu sayısının azlığı. Dünkü kupa maçına kadar Galatasaray'ın duran toptan skor üretememesinde bunun da payı olsa gerektir.
Son olarak Galatasaray'da yerli kanat forvet rotasyonunun yetersizliği de eksikler listesine eklenebilir. Barış Alper Yılmaz'a ek olarak Kerem Aktürkoğlu ve Yunus Akgün'ü kolayca yedekleyebilecek yerli bir oyuncu olsaydı, seçenek anlamında Okan Buruk'un eli kuvvetlenmiş olacaktı.
Potansiyelleri itibariyle bu futbolcu grubuna en yakın genç futbolcu nüvesi 1991-1994 yıllarında yürütülen bir proje doğrultusunda Galatasaray çatısı altında bir araya getirilmişti. Yıllar sonra, 2000'de, üç önemli yabancı futbolcu takviyesiyle UEFA Kupası'na yürüyen, 1991-1994 arasında bir araya getirilen bu genç futbolcu grubu olacaktı.