Ne ara oldu, fark edemedik. Artık efsane aktör ve aktrislerini bile sosyal medyada linç edebilen, hatta gelenekleri hiçe saymak pahasına cenazelerinin arkasından konuşabilen bir toplum olmaya meyletmiştik. Ortak değerleri bir bir yitiriyorduk.
Hafta içi kaybettiğimiz Can Bartu, vefatıyla taraflı tarafsız herkesi üzse de bu ülkede hâlâ vefanın, hürmetin, kadirşinaslığın var olduğunu bizlere hatırlattı. "Endüstriyel futbol" her ne kadar sporun içinden sevgiyi çıkarıp "ötekini yok etme" üstüne kurulu vahşi rekabetten beslense de Bartu'nun cenaze töreninde dostça bir araya gelen Galatasaraylı, Beşiktaşlı ve Fenerbahçeli ezeli rakipler, spor denen oyunun aslında "sevgi"den yükseldiğini anımsayacaktı.
Canlı izleme şansı yakalayamasak da hepimiz, Can Bartu'nun 1960'lardaki muhteşem İtalya serüvenini biliyorduk. Ama kendisine duyulan derin saygının nedeni, sadece gıpta edilecek kariyeri değildi. "Avrupa kupalarında final oynayan ilk Türk futbolcu" unvanıyla ülkenin Batı'ya dönük yüzüydü "Sinyor"... İç çekişmelerden başını kaldıramayan günümüz Türk futbolunun çok ötesindeydi.
Profesyoneldi profesyonel olmasına; ama aynı zamanda basketbolda da mücadele etmiş, "tam" bir sporcuydu. Ve elimizdeki en güzel fotoğraflarından birinde, Metin Oktay'la formalarını değiştirecek, biraz da "sarı kırmızı" kalacaktı kalplerde. Aradan 50 yıl geçecek, cenaze töreninde sarı kırmızı formalılar taşıyacaktı Can Bartu'nun çelengini. "Sinyor"un vefat ettiği hafta kader, Fenerbahçe ile Galatasaray'ı bir kez daha karşı karşıya getiriyor. Taraftarlar bugün, tıpkı Can Bartu ile Metin Oktay gibi iki futbolcu çıksa da formalarını değiştirip dostluk mesajı verse diye hayal kuruyor. Ama her iki takımın kadrosunda da bunu yapacak "sembol" bir isim bulunamıyor.
Başarıyı kısa yoldan, milyon dolarlık transferlerde arayan herkese Can Bartu, vedasıyla da büyük bir ders veriyor.