Bir haftadır onları izliyor, enine boyuna tartışıyoruz. En meşhuru, malum; Çalar - Söylemez ailesinin yeni doğan bebekleri için düzenlediği "mevlit"in videosuydu. Dekorundan abartılı kıyafetlerine, finalde bebeğe takılan "tektaş" yüzüğe kadar çokça konuşuldu. Kimileri bu videoda AKP iktidarıyla el değiştiren sermayeyi ve dolayısıyla sınıf sorununu; kimisi de "eğitimsizliği" ve "sonradan görmeliği" buldu. Peki ya "israf" haram değil miydi; işin İslami boyutu ne oluyordu? Olup biteni "Büşra'nın 'mevlit şov'u" yazısında inceleyen Tayfun Atay, izlediğimizin aslında dinî bir ritüel değil; alt tarafı bir "story", bir "mevlit simülasyonu" olduğunu söylüyor ve tartışmalara son noktayı koyuyordu.
TIKLAYIN - Tayfun Atay yazdı: Büşra'nın 'mevlit-şov'u
İçeriğin tamamen önemsizleştiği, her şeyin "görüntü" demek olduğu mobil çağında, bir hafta içinde daha pek çok video çıkacaktı karşımıza... Bunların bir tanesinde yine "tesettürlü" gelin Merve'yi, gayet "açık" dansözlerin arasında süzülürken izliyorduk. Videoda asıl çarpıcı olan "Led ışıklı" davullardı ve "sultan Merve", bu davullar sayesinde reytingi alacak (!), ülke gündemine oturacaktı. "Kına gecesi simülasyonu" da tamamlanmıştı.
Ama bu hafta gösterime giren "muhafazakâr" videolar içinde birisi vardı ki, bu kez bize "aşk"ı sorgulatıyordu. Hamile bir hanım kızımızla eşi, "saray"ı andırır bir ortamda, yine dev avizelerin altında, harcıâlem bir pop şarkısı eşliğinde buluşuyorlardı. Derken eşi, hamile hanımının karnını sevecek; sonra da çiftimizin aşk dolu bakışlarına, hatta dokunuşlarına tanıklık edecektik! Sahi biz ne izlemiştik?!..
Bunlara bakınca aklıma ilk gelen mahremiyet. Hamile olman, eşinin karnını sevmesi, evin, yatak odan, koklaşman..güzel şeyler ama neden herkes izlesin ki üstelik saçının telini bile herkesten saklarken? pic.twitter.com/sD4bih3iAM
— Yeliz Koray (@YelizzKoray) November 18, 2019Oysa şimdi sormamız gereken bir başka soru vardı. Videonun sakilliğini, işin dinî ve ideolojik boyutunu bir yana bıraktığımızda, artık çoğumuz o çift gibi değil miydik? Instagram'da "aşkito"muzla günde en az beş "selfie" çekmiyor; "kocişimizle" pazar gezmelerini, bebeğimizin tuvalet ve yemek saatlerini bile canlı yayınlamıyor, bundan "like" almaya çalışmıyor muyduk?
Her gün kalpli fotoğraflar ve aşk dolu dizeler yayınlayan çiftlerin gerçek hayatta boşanmak üzere olduğunu öğreniyor, dehşete kapılıyorduk! İnsanların "ilişki durumu"nu Facebook'ta birbirlerini ne kadar beğendiklerine göre ölçüyor, ortak fotoğraf kalkarsa araya bir "küslük" girdiğini anlıyorduk.
Hoşlandığımız kişi "story"lerimizi düzenli takip etmeliydi! Birini bile kaçırırsa, eyvah; kesin gözü başka birindeydi! Bunu sınamak için bir "story" de Whatsapp'a koyuyor ve "aşkımızın" karşılığını mobil cihazın ekranında bekliyorduk.
Elbette sevmek güzel şeydi ve insanın sanal da olsa aşkını haykırası gelebilirdi. İlişkimizden gurur duyabilir, "İyi ki eşimsin!" diye bunu cümle âleme ilan etmek isteyebilirdik. O halde hangi paylaşımın kalpten geldiğini, hangisinin sadece "ilgi" ve "reyting" hedeflediğini nasıl ayırt edecektik?
Cevap basit aslında. Güneş hızla batarken, harika bir manzara karşısında, bu bir defalık, eşsiz anı doya doya seyretmek, içinize sindirmek mi istersiniz? Yoksa önce fotoğrafını çekip, sonra filtreleyip yayınladıktan sonra gelen "like"ları sayarken havanın karardığını fark etmek mi?
Ya da çok özlediğiniz gözler karşınızda, hep hayalini kurduğunuz eller avucunuzdayken, gerçekten o an cep telefonu aklınıza gelir mi?
Bu soruların yanıtını elbette herkes, kendi kendine vermeli. Ama tuhaf zamanlardan geçtiğimiz kesin. Geçenlerde Alman kanalı WRD, bir araştırma sonucu yayınlıyor ve 2011-2017 arasında en az 259 kişinin "selfie" çekerken hayatını kaybettiğinden bahsediyordu! Özellikle Hindistan'ın bazı tehlikeli bölgelerinde olası kazalara karşı artık "selfie yasağı" olduğu da ekleniyordu.
Kısacası artık kendimizi beğendirmek, canımızdan daha değerli hale gelmişti! Ve tabii "aşk"tan da!..
Yüzlerce, binlerce takipçisi olan bir yalnızlıktı aslında yaşadığımız... Ve "aşk" da "like" almanın en geçerli yollarından biriydi.
Aşk denince aklıma nedense Gabriel García Márquez'in "Kolera Günlerinde Aşk" romanı ve Mike Newell'ın bu romandan uyarladığı 2007 yapımı film gelir. Filmin kahramanı Florentino Ariza, güzeller güzeli sevgilisi Fermina tarafından terk edilecek ve onun evliliği bitsin diye tam 51 yıl, 9 ay, 4 gün bekleyecektir!
Filmin şarkısında ise Shakira, aşkın yıllandıkça güzelleştiğinden bahsedecektir.
Bugün insanların koleradan değil ama "selfie"den öldüğü bir çağda, kimsenin aşkı yıllandırmaya mecali yok. Bırakın yıllandırmayı, mesajımıza cevap 51 saniye gecikse çıldırıyor, "Bu iş bitti!" diyebiliyoruz. "Sultan Merve"ler, "story"ler, "emoji"ler hızla akıp giderken Fermina'lar belki hâlâ çok güzeller; ama aşklar artık Florentino'suz...