Hayatta bazı şeyler vardır ki seveni çok sever, sevmeyeni hiç sevmez. Sakatat türleri olarak böbrek ve beyin mesela... Kimileri için bir tutku, kimileri içinse kâbustur! Tıpkı "selfie" çekmek, balık tutmak, opera ve baleye gitmek gibi... Böyle spesifik ilgi alanlarında da genellikle "Az severim!" gibi bir "orta yol" yoktur.
Aşk - nefret ikiliğinin futboldaki en canlı karşılığı olarak ülkemizde Fatih Terim'i görebiliriz. Birçok Galatasaraylı için o, "hikmetinden sual olunmayacak" bir futbol bilgesi, adı bile "şampiyonluk" için yeten bir kulüp değeridir. Rakiplerine göreyse Terim, teknik-taktik bilmeyen bir "kabadayı", takımlarına sadece motivasyon aşılayıp "kaos futbolu" oynatan "maço" bir karakterdir.
Ve el hâk, Galatasaray'ın başına geçtiği 1996'dan beri Fatih Terim, hep böyle ikiliklerden beslenmiştir!
A Milli Takım'da Sepp Piontek'in halefi olarak kendini geliştiren ve Türkiye'yi Avrupa Futbol Şampiyonası'na taşıyan Terim, bu referansla aynı yıl Galatasaray'da göreve getirilecekti. Aktif futbolculuk yaşamında Galatasaray'la hiç şampiyon olamadığı için adı "uğursuz"a çıkan Terim'in işi hiç kolay değildi. Hatta daha ligin dördüncü haftasında Fenerbahçe'ye kendi sahasında 4-0 yenilecek ve istifası gündeme gelecekti. Ama kulübün başında Faruk Süren gibi dirayetli bir başkan olunca Terim hiçbir yere gidemiyor, sezon sonu Galatasaray'a 8 puan farkla şampiyonluğu hediye ediyordu. "Uğursuzluk" geride kalmış, "kara büyü" bozulmuştu! Ama asıl tartışmalar şimdi başlıyordu.
Başarılara paralel olarak sertleşen Terim'in mizacı göze batarken, kimileri onun fevriliğini "Adanalı" kimliğine bağlıyor, kimileri de medyada "maganda" polemiği başlatıyordu. Bu gürültü patırtıyla daha da motive olan Terim, 2000 yılında UEFA Kupası'nı ve taraftarın gözünde "imparator" unvanını kazanacaktı.
Ardından Fiorentina ve AC Milan'ı çalıştıran Terim, bu macerada pek aradığını bulamasa da İtalyanlar tarafından "Grande" diye anılıyor ve UEFA'nın "elit teknik direktörler" listesine giriyordu. Türkiye'ye döner dönmez soluğu tekrar Galatasaray'da alan Terim'i bu kez hezimetler, kaçan şampiyonluklar ve fiyasko transferler bekliyordu. Şimdi tüm Türkiye, Terim'in İtalya'da "şımardığını" ve kendini "ilah" zannettiğini konuşuyordu.
2005'te A Milli Takım'a dönen Terim, Dünya Kupası'na gitmeyi kıl payı kaçırıyor ve İsviçre maçının ardından Türk futbolcular rakibe saldırınca yine suçlu ilan ediliyordu.
2008'de Türkiye'ye tarihinin ilk Avrupa 3.'lüğünü kazandıran Terim, fırtınaları atlatmış, yeniden tarihe geçmişti. Terim'in 2011'deki rotası tekrar Galatasaray olacaktı. Yılların getirdiği "olgun"lukla artık daha sakin ve uyumlu bir portre çizse de şimdi karşısında en az kendisi kadar "egosu yüksek" bir başkan, Ünal Aysal vardı. Ve kulübün "duayeni" Terim, Fenerbahçe'nin sahasında kupa kaldırarak kazandığı şampiyonluğa rağmen "eleman" diye nitelenerek Galatasaray'dan uzaklaştırılacaktı. Yaman çelişkiler "İmparator"un yakasını bırakmıyordu.
60'lı yaşlarına A Milli Takım hocası olarak giren, "Ben artık ders almam, ders veririm!" diyen Terim, bu kez futbolla değil, bir "kebapçı baskını" ile manşetlerdeydi! O çapta bir ismin, "ailevi" nedenlerden "mekân basması" hayret vericiydi.
Çelişkileri enerjiye dönüştürme ustası Terim, kısa süre sonra "Nerede kalmıştık?" diye bir tweet atarak Galatasaray'a dönecek ve zor şartlar altında iki şampiyonluk daha elde edecekti.
İkiliklerin adamı Terim, bu sezon da Galatasaray'ın kötü gidişiyle yine çok tartışılıyor. O ise son Beşiktaş yenilgisinin ardından tevazu içinde "hata"yı üstlenirken, hemen ardından kendini "FT" diye tanımlıyor, bir kez daha kendini Kaf Dağı'nın tepesine konumluyor. Yıllardır kendisinden esnaf siyasetçi misali "biz" diye bahseden Fatih Terim, çıtayı "FT"ye yükseltirken spor medyasını daha da üstüne çekiyor.
Zıtlıkları seven, gerilimle güçlenen "FT", mevcut krizi fırsata çevirebilecek, kiralık oyunculardan oluşan, yamalı bohça misali takımla bu sezon da şampiyon olabilecek mi, bilinmez.
Ama Terim'in kariyer yolculuğu bize ülkemiz hakkında çok şey anlatıyor.
20 kupalı bir mazi bile söz konusu olsa başarıların hemen unutulduğunu, insanların kolayca tu kaka edilebildiğini görüyoruz Terim'in hikâyesinde... Ve en ufak başarıda tüm skandalların geride bırakıldığını, pirüpak sayfalar açıldığına tanık oluyoruz.
"Orta yol"u sevmeyen, her şeyi ille "ak" ya da "kara" görme eğiliminde bir toplum oluşumuza ayna tutuyor Fatih Terim'in yolu. "Vatan haini teröristler" ile "milli irade" olarak nasıl kolayca ikiye bölünebildiğimizi, ara tonların arada nasıl ezilip gittiği yüzümüze çarpıyor.
Bu sebeple Terim'den bu sezon ya mutlaka şampiyon olması ya da bir "bahane" uydurup istifa etmesi, yani "kaçıp gitmesi" bekleniyor! Herhangi "ortalama" bir sonuç, örneğin ligde 3. olmak kimseyi tatmin edecek gibi görünmüyor.
Bize de defalarca izlediğimiz çift sonlu bir filmin bu kez nasıl biteceğini merak etmek düşüyor!..