"Türk aile yapısı" kavramı bürokratik dilde her daim pek sevilse de asıl olarak Radyo Televizyon Üst Kurulu, yani RTÜK ile birlikte hayatımıza girdi. 1994'te, özel televizyonları denetlemesi için kurulan RTÜK, yeri geldiğinde dizilerin son derece sıradan öpüşme sahnelerine bile "ceza yazacak", gerekçe olarak da "Türk aile yapısına aykırı!" ifadesini kullanacaktı.
2002 sonrası AKP'nin hâkimiyetine giren RTÜK, dindarlık ve millilik sosunu daha da koyulaştırıyordu. Mafya dizilerinin testereli infaz sahneleri, Osmanlı'nın bol kanlı savaşları ve masaya tabanca konarak yapılan evlilik teklifleri, ulusal kanalların en çok izlenen saatleri için gayet uygundu. Neticede "delikanlı" bir toplumduk! Ve şimdi kliplerdeki şarkıcı kızların açık göbeğinin ahlakımızı bozmasından korkuyorduk! Artık para verip izlenen kült dizileri, evlilik dışı ilişkileri ya da haşa huzurdan (!), eşcinsel aşkları anlatıyor diye sansürleyebiliyorduk!
Eşsiz bir "namus" anlayışımız vardı bizim... Hollywood'dan bile "Türk aile yapısı"na uymasını bekliyorduk!
Sahi, neydi "devlet baba"nın bu kadar üstüne titrediği, pamuklara sarıp korumak istediği "Türk aile yapısı"?.. Büyüklerin eli öpülür, babanın yanında bacak bacak üstüne atılmaz, akşam yemekleri sofrada hep beraber yenir gibi toplumda genel kabul gören âdetler miydi? Eğer öyleyse; kimin evinde nasıl oturacağından, misafirini nasıl karşılayacağından RTÜK'e neydi?
Kaldı ki Kürdü, Gürcüsü, Çerkezi; Rumu, Ermenisi ve Yahudisi'yle birçok etnik ve dinî kimliğe sahip bir toplumda, "Türk aile yapısı" gibi bir "ortalama" neye göre belirlenmişti?
Düğün gelenekleri bile çok farklı; Artvin'den Muğla'ya, Nişantaşı'ndan Siverek'e uzanan bir coğrafyada hangi değerler "asgari müşterek" kabul edilecekti?
Soruların cevabını Michael Haneke'nin Türkçeye "Beyaz Bant" olarak çevrilen 2009 yapımı filmi "Das weiße Band"da bulabiliyoruz aslında... 1. Dünya Savaşı öncesi bir Alman kasabasında tuhaf olaylar olmaktadır. İnsanlar durduk yere yaralanmakta, binalar yanmaktadır. Film ilerledikçe Haneke, bu esrarengiz olayların ardında kasabadaki çocukların olduğunu hissettirir bize...
Zira feodal ilişkilerin hüküm sürdüğü bir dönemde, "baba" baskısı altında öfkeli bir kuşak yetişmektedir ve o kuşak büyüdüğünde dünyaya Nazizm'i "armağan" edecektir! Filmin fonundan kiliseleri, bira bahçelerini ve lahana tarlalarını çıkardığımızda elimizde "Alman aile yapısı" değil, korkunç bir "ataerkil"lik kalacaktır.
Haneke üzerinden gittiğimizde, yıllardır ülkemize "Türk aile yapısı" diye dayatılan ucube değerlerin aslında yerel tatlar içeren spesiyal bir yemek değil; yerlilik ve millilikle kaplanmış "ataerkillik" zehri olduğu görülebiliyor. Ve o zehirle yetiştirilen erkekler, şimdi her gün bir kadını öldürüyor, yaralıyor ya da intihara sürüklüyor.
Sırf bir hafta içinde; sevgilisinin yüzüne kezzap atan adamın "basit yaralama"dan yargılandığını, kızına "cinsel istismar" suçundan 30 yıl hapis cezası verilen babanın tahliye edildiğini ve bir kadının 23 kez polise şikâyet ettiği eşi tarafından satırla öldürüldüğünü öğreniyor, dehşete kapılıyoruz.
En son gencecik bir balerin kız, evinin önünde, yarı açık cezaevinden (!) firar etmiş bir psikopat tarafından bıçaklanıyor. İçimizden bir parça kopuyor.
Ne ilginçtir ki "Türk aile yapısını koruma" gibi büyük bir "ideal"e sahip devlet, masum insanların canını bile güvence altına alamıyor. Ve tüm bu cinayetlerdeki kusurunu, ihmalini, "Kızımızı geri getirmez" diyerek örtbas ediyor.
Böylece asıl korunmak istenenin "aile" falan değil, devlet ile iç içe geçmiş, bütünleşmiş ataerkillik olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Yıllarca "Kadın evin süsüdür" diyen, hamilelerin sokakta gezmesini istemeyen, kadının "ortalıkta" kahkaha atmasına bile karşı bir zihniyet, kendi "erkek egemen" toplumsal düzenini nice canlar pahasına korumak istiyor.
Ve otobüsteki kızı "fazla açık" bulup "Çekil gözümün önünden!" diyen "amcalar"ın... "O mini eteği giyerse tabii ki dik dik bakarım!" diyen "dayılar"ın...
Amcası tarafından taciz edilen öz torununa mahkemede "Ellediyse ne olmuş; senin g*tün bizim aile şerefimizden daha mı önemli?!" diye çıkışan dedelerin "milli irade" kabul edildiği yerde, "Türk aile yapısı" artık dikiş tutacağa benzemiyor.