Futbolda "profesyonellik" denince akla ilk gelen isimlerden biri Tarık Çamdal'dır. 2014'te büyük umutlar ve yaklaşık 5 milyon Euro bonservis bedeliyle Galatasaray'a transfer olan Çamdal, ilk sezon sık forma şansı bulsa da beklentileri karşılayamıyordu. Ertesi sezon sadece 15 maça çıkacaktı Çamdal ve ardından bir alt lige, Eskişehirspor'a kiralanacaktı. 2017'de kontratı gereği Galatasaray'a dönen genç oyuncu, artık kadroya bile alınmıyordu. Ama "garanti para" içeren sözleşmesi nedeniyle Çamdal'ın toplamda 7 milyon Euro'ya yaklaşan maaşı tıkır tıkır ödenecekti. Çamdal da kendine yeni bir yol çizmek yerine Galatasaray'da kalacak, bir anlamda parayı spora tercih edecekti.
Artık o, şampiyonluk kutlamasında taraftarca ıslıklanan bir isimdi. Oysa kimilerine göre Çamdal'ın tavrı son derece "profesyonelce"ydi. Neticede Galatasaray'ın cömertliğiyle ünlü (!) başkanı Ünal Aysal'a bol sıfırlı kontratı silah zoruyla imzalatmamıştı. Tarık'la Galatasaray'ın "uzatmalı ilişkisi" bittikten kısa süre sonra bir başka "profesyonellik" öyküsüne tanık olacaktı futbol camiası... Bu kez başrolde bir Norveçli sağ bek, Martin Linnes vardı. Yine Galatasaray'ın çılgınca transfer yaptığı bir dönemin sonunda yabancı kontenjanı dolmuştu. Bu durumda bir oyuncunun kadro dışı bırakılması gerekiyordu ve kurban, geçen sezonun başarılı isimlerinden, disiplin ve istikrar abidesi Martin Linnes olacaktı.
Transferin son günlerinde yaşanan bu gelişme, Norveçli oyuncuyu şoke edecekti. Ama diğer taraftan, isterse iki yıl boyunca yan gelip yatabilir ve 3 milyon Euro'ya yakın maaşını kuruşu kuruşuna tahsil edebilirdi.
"Kuzeyin Kralı" Linnes, kırgınlığına rağmen buna tenezzül etmeyecekti. İdmanları sektirmiyor, kulübün yayınladığı fotoğraflarda, en önde hep o koşuyordu. Hafta sonu boncuk gözlü kızı ve eşiyle maçlara gidiyor, takım arkadaşlarını destekliyordu. Bu görüntüler taraftar nezdinde büyük saygı uyandırıyor, Linnes'i yeni bir Galatasaray efsanesi haline getiriyordu.
Nihayet devre arasında Linnes, tekrar kadroya dahil edildi ve kazanmak için çok çalıştığı formasına kavuştu. Hatta hafta içi Rizespor'la oynanan kupa maçında "Kuzeyin Kralı"nı kaptanlık pazubentiyle izliyor, hayatın ne kadar tuhaf olduğuna bir kez daha tanıklık ediyorduk.
Öyle ya; aynı günlerde Arda Turan'ın Galatasaray'a geri dönüşü tartışılıyordu harıl harıl... Saha kenarında top toplarken Hagi'nin golüne sevinen Galatasaray'ın "öz evladı" Arda, zaman içinde futboldan kopmuş, artık (herkesçe malum) magazin ve adliye haberleriyle kitleleri kendinden soğutmuştu. Linnes ise işine odaklanmanın ödülünü alıyor; taraftarın yolunu gözlediği, maç sonu "üçlü çektirmesi" için tribüne davet ettiği özel isimlerden biri haline geliyordu.
Rıdvan (Dilmen) Hoca'sından aldığı "Türk tipi başkanlık sistemine evet!" çağrısını Youtube'da Burak Yılmaz "kardeşine" ileten Arda, siyasetin bulanık sularına bodoslama dalıyor, toplumun neredeyse yarısından tepki çekiyordu.
Linnes ise gözlerden olabildiğince uzak yaşarken milyonların sevgisini kazanıyor, adına sosyal medyada sayfalar açılan bir kahramana dönüşüyordu.
Sonuçta Arda, 22 yaşında kaptanlık yaptığı kulübüne, Fatih Terim'in açık onayına rağmen dönemezken bir Norveçli sağ bek, azim ve alın teriyle o mevkiye yükseliyordu.
Barcelona'da Messi'lerle, Neymar'larla forma giyen, futbolun en üst basamağına tırmanmış Arda; Galatasaray camiasının büyük bölümü için "persona non grata", "istenmeyen şahıs" ya da kendisinin daha çok seveceği cinsiyetçi tabirle "istenmeyen adam" şimdi... Linnes ise dünyanın en iyi sağ beki olmadığı, hatta herhangi bir süper yeteneği bulunmadığı halde gerek karakteri, gerekse iş ahlakıyla Galatasaray kariyerine en saygın şekilde devam ediyor.
"Kayırmacılığın" vefa, "hatır-gönül ilişkileri"nin profesyonellik, "el öpme"nin saygı ve efendilik zannedildiği ülkemizde güzel şeyler de oluyor.