Hayırlı, uğurlu olsun; "11 ayın sultanı" Ramazan geldi çattı! Milyonlarca mümin bu gece kalkacağı sahur ile niyet edecek, yarından itibaren de oruç tutacak. Ve postmodern çağda Ramazan, huşu içinde okunan akşam ezanı, sıcacık pide kokusu ve zeytin tanesi olmaktan bir kez daha çıkıp; hangi meşrubatın susuzluğu daha iyi giderdiği, sahurda hangi sucuğun yenmesi gerektiğini anlatan TV reklamlarıyla yaşanacak! Aynı ekranlarda siyasilerin, ünlülerin ve zenginlerin gösterişli iftar sofralarını göreceğiz bol bol!.. Boğaz'ın zarif sarayları ve beş yıldızlı otellerin "roof"larında oruçlar, dana bonfile madalyonları ve "brokoli au graten"lerle açılacak. Tatlı olarak da üstüne elbette "mütevazılığın helvası" alınacak!
Ramazan'ın "nefsi kontrol etme", "iştah ve şehvete zincir vurma" gibi çıkış prensiplerinin sadece ekranlarda ya da üst sınıfların ve yönetici elitin parlak yaşamında şaştığını söylersek haksızlık olur. Günümüz tüketim toplumunda din ve onun gündelik yaşama yansıması olan ibadet, hemen her kesim için ticarileşmiş durumda. Bunun en güzel örneğini hipermarketlerin "Ramazan kolileri"nde görüyoruz. Geleneksel olarak bulgur, mercimek gibi temel gıda maddeleri içeren bu koliler artık; "ziyafet", "süper", "mega" diye kategorilere ayrılırken, içinde ton balığı bulunan pakete "lüks" adı veriliyor! Devlet resepsiyonlarındaki "susamlı levrek simidi"nin halk sofrasındaki karşılığı, soğuk kuzey denizlerinin sevimli orkinosları oluyor!
İnsanları en azından ibadette eşitleyeceği söylenen dinde, bir diğer hiyerarşik yapıya "umre turizmi"nde rastlıyoruz. Hac dönemi dışında da müminleri "kutsal topraklara" götürmeye talip acenteler, düzenledikleri turları "gümüş", "altın", "platin" ve hatta "deluxe" olarak beğeniye sunuyorlar! Elbette bu derecelendirme, Mekke ve Medine'nin merkezinde Hilton, Swissôtel ve Anjum gibi, Kabe'ye "tepeden bakan" otellere göre belirleniyor. Hatta "umre turu"nu internette sanal olarak deneyimlemek istediğinizde karşınıza çıkan camiler ya da Kabe tavafı değil; bilakis, süper lüks otellerin 3D görüntüleri oluyor! Bu sanal gezinti sırasında görüyoruz ki birçok otelin tuvaletinde taharet için el duşu bulunurken Hilton'un banyosu, bidesiyle fark yaratıyor! Kimi tur operatörleri umre yolcularına VIP Mercedesler'le aktarma vadederken kimileri de beş litrelik pet bidonda zemzem suyu taşıma hakkı tanıyor.
"Kişinin maneviyatını ve dünyevi şeyleri sorgulaması" amacıyla çıkılan "Hacc-ı asğar" (küçük hac) yolu, gecesi 100'lerce dolardan (evet, ille de dolardan!) başlayan bir "tur paketi"ne dönüşüyor. Tabii ki İslami bankaların sağladığı 60 aya varan faizsiz (kâr paylı!) kredi imkânlarıyla!..
Böylece ticaret ile "kitle kültürü"nün iç içe geçtiği günümüzde ibadet, artık parayla satın alınabilen ve inananların maddi gücünü cümle aleme gösteren bir inanç pratiği haline geliyor. Ve böylece Diyanet'in "Zekat taksitle verilebilir" fetvasını da içeren, internetten yapılan Ramazan kolisi ve fitre bağışlarına dek uzanan dev bir sektör kurulmuş oluyor. Eskiden "Bir elin verdiğini öbür elin görmesin" şiarıyla yapılan yardımlar, artık "3D secure" ödeme güvencesiyle kredi kartı bilgilerimizi sanal hırsızların görmemesini garantiye alıyor!
Ve yine böylece din, Prof. Dr. Tayfun Atay'ın çarpıcı analizinde dediği gibi tarım toplumlarında hayatı belirleyen "özne"yken modernizmle birlikte önce insan aklının "otopsi masası"na yatırdığı bir "nesne" ve nihayet postmodern hayatın tüketim kültürü içinde "meta" haline geliveriyor. (Prof. Dr. Tayfun Atay, Din Hayattan Çıkar, İletişim Yayınları 2017, s.131)
Benzer biçimde, köyünde geleneksel - kırsal yaşam sürerken kente gelince horlanan kitlelerin, sermaye musluklarını ele geçirdikten sonra nasıl "dünyevi"leştiği, şatafat peşine düştüğü daha iyi anlaşılıyor. Ekranda yüz binlerce lira kazanan "televaiz"lerin, sermayeden pay alamayan sıradan halka ve samimi dindarlara "Bir lokma, bir hırka"yı hatırlatması ve "tevekkül" tavsiyesiyle tablo tamamlanıyor.
Andrei Tarkovsky'nin 1966 yapımı filmi "Andrey Rublev"de en vurucu sahne, ne Tatarlar'ın yaptığı katliam ne de köylülerin çırılçıplak "aşk ayini"ydi aslında. Bir başka sahnede, 15. yüzyıl Rusya'sında ikonograf (ikona sanatçısı) olan Rublev'i yeni inşa edilmiş, bomboş bir kilisede görüyorduk. Bembeyaz duvarlarıyla mekan "tabula rasa - boş bir levha"ydı adeta... Ancak insan eli değip içine parlak haçlar, rengârenk ikonalar ve rölyefler yerleştirildiğinde orası "tanrının evi" hüviyetine kavuşacaktı. Oysa amaç "yaradan"a yakın olmaksa, bunun için kilise, havra ya da camilerin "görkemli" olmasına ne kadar ihtiyaç vardı? Bu sorunun yanıtını Tarkovsky değil ama penceresinden bakıldığında Kabe'nin neredeyse zor seçildiği şaşaalı Mekke otelleri fazlasıyla veriyor. Baş döndürücü hırsıyla insanlık, tarih içindeki "insanca" yolculuğuna devam ediyor.