Gündelik hayatta bir kişinin niyeti açık değilse ona, "Politik davranma, net ol!" deriz. Sohbet ettiğimiz bir arkadaşımıza mesela; hiçbir şey söylemiyor ama uzun uzadıya konuşuyorsa, "Senden iyi siyasetçi olur!" benzetmesi yaparız.Yani siyaset, "hem nalına hem mıhına vurmak"tır halk dilinde... Politikacı ise kibar tabirle, "boş konuşan kimse"!..Bu ön kabul, "Dün dündür, bugün bugün" anlayışını mubah hale getirir ve örneğin bakanlık teklifi alan bir siyasetçi, neredeyse küfür ettiği bir partinin en "has" neferine dönüşebilir saniyesinde!..
Yine Türkiye gibi doğu toplumlarında, bir tür "memuriyet kapısı"dır siyaset... Özellikle de sağ kesimde... Nasıl sivil hayatta başarılı olamayacağını fark eden kitleler, memurlukla hayatını garantiye almaya çalışıyorsa; birey olarak kendi kimliğini inşa edemeyenler de bir partide mevki kazanarak "özneleşmek" isterler. Eh, "Tüp gaz bayisiyim" demektense kendini "Fevkalade Parti'nin Koyunluyayla İlçe Başkanı'yım" diye tanımlamak her zaman daha havalıdır!
Üstelik ister istemez, bazı kapılar da açılır! Tabii katı bir hiyerarşi içinde, "müdürünü sevmek, amirini saymak" şartıyla!..
Bu ultra bürokratik mekanizma nedeniyle Türkiye siyaseti, uzun yıllardır genç ve etkileyici bir "yeni lider" hasreti çekmekte... Hatırlanabilir dönemde bu talebe karşılık veren iki isim zikredebiliriz. İlki, arkasına dev holding gücünü alarak kısa sürede yüzde 7 oya ulaşan Cem Uzan'dı… Ki sandviç-döner ikramlı mitinglerindeki Hitler karikatürü performansıyla 3. Dünya Savaşı bile çıkartabilirdi! Neyse ki tarih o yönde gelişmedi!
Daha yakında ise Selahattin Demirtaş'ı görüyoruz. Cem Uzan'ın tam aksine, bir siyasi gelenekten gelen, kendi emeğiyle yükselen Demirtaş, açık sözlülüğü, zekâsı ve esprileriyle oy patlaması yapıp geniş kitlelere ulaşmasını bildi. “Mükâfat” olarak da Edirne F Tipi Cezaevi'ne gönderildi!..
Ve gelelim, son dönemin en ilginç politik figürlerinden Cem Toker'e... Besim Tibuk'un Liberal Demokrat Parti'sinde (LDP) 2005'te genel başkanlık görevine gelen Toker, sandıkta hep binde 5 (yüzde 0,5) civarı oy almasıyla ünlendi! Nitekim 2017'de seçmenlere ve politik düzene sitem ederek, genel başkanlık görevini devretti.Evet, bizzat kendi arzusuyla koltuktan vazgeçmişti! "Siyaset esnafı"nın "Oyumuzu yüzde 1 artırdık, bu seçimin galibi biziz" dediği siyasal iklimimizde az şey değildi Toker'in jübilesi...
Ve kendisine asıl şöhreti, bu kararı getirecekti.Muhalefetin son derece renksizleştiği ülkemizde Cem Toker, az sayıdaki özgür TV kanalının gedikli konuğuydu artık!.. Çünkü lafı gevelemiyor, net bir şeyler söylüyordu! Yeri geldiğinde "Milli iradeye saygı duymuyorum" diyor, "Sandık eşittir demokrasi değildir! Suriye'de Esad da seçim yapıyor" diye ekliyordu!..
Son seçimde Muharrem İnce "Adam kazandı" diye teslim olurken, şüpheli sandıkların hesabını Cem Toker soruyor, CHP örgütünü seçmen listesi denetlemeye çağırıyordu. Ve iktidarı sivri mizahıyla yerden yere vururken gerektiğinde kendi binde 5'lik oyunu da makaraya alıyordu. Çok etkin kullandığı Twitter'da her görüşten 171 bin takipçiye ulaşıyor, adeta sandığa yansımayan oyların acısını çıkarıyordu.
Turgut Özal'dan beri "liberal" ile "liboş" aynı kabul edildiği için soğuk bakabiliriz Toker'in ideolojisine. Uzun yıllar yaşadığı ABD'yi, bambaşka dinamikleri olan Türkiye'ye sürekli örnek göstermesinden sıkılabiliriz. Hatta idam gibi çağ dışı, barbarca bir cezayı savunduğu için ona kızabiliriz de... Ama bu onun, alıştığımız memur profilli liderlerden farklı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Wikipedia'nın neredeyse iki yıldır "yasak" olduğu ülkemizde, kaç siyasetçi ısrarla "Uyanın! Dünya demokrasi endeksinde 110. sıraya geriledik!" diye insanları sarstı ki? Yerel seçimler yaklaşırken Yüksek Seçim Kurulu'nun "Bir dairede 52 kişi yaşayabilir" içtihadına (!) dikkat çeken de, kabul etmek gerekir ki Cem Toker'di.
Görünüşte betonlaşarak "kentleşsek" de toplumun büyük kısmının hayatı hâlâ "kırsal" değerlerle algıladığı bir gerçek... Bunun yansımasını; siyasetin "din", "hemşerilik" ve "hamaset" gibi arkaik motifler üzerine kurulmasında görebiliyoruz. "Vatan, millet, Sakarya" denince muhalefetin bile tek sesli bir "koro" haline geldiği politik sahnede "Çocuklarınızı mümkünse yurt dışına gönderin!" diyebilen Cem Toker, hem fazla "sivil", hem de fazla "kentli" kaçıyor. Hiçbir "geleneksel" yanı bulunmayan Toker'in binde 5 oy alması, tabloda yerli yerine oturuyor. Sonuçta o artık miting alanlarında pek bir ortak paydasının olmadığı geniş kitlelere dert anlatmaktansa, muhalif ekranlarda ve sosyal medyada boy gösteriyor. Kötü diziler oynatan popüler bir kanal yerine, sadece meraklısının izlediği, Netflix veya BluTV olmayı tercih ediyor.
Ve Ankara jargonuyla "Sayın Toker" olmaktansa, kendi halinde, butik bir "Cem Bey" olarak hayatına devam ediyor.