Mutat Almanya dönüşlerinde dedemi karşılamak için gittiğim Atatürk Havalimanı'yla küçük yaşlarda tanıştım. "Dış hatlar geliş"in kapısı açılıp dedem göründüğünde büyük bekleyiş sona erer, eve gidip bavuldan çıkacak çikolatalara kavuşma heyecanı başlardı!
Yaş ilerleyince Atatürk Havalimanı'na seyahat için de gider olduk. İlk uçma fobisiyle onun koridorlarında tanıştık, "free shop"tan aldığımız Jägermeister'i onun terasında kafaya dikerek uçağa binecek cesareti bulduk!
Kısa iş gezilerinin açılış sahnesinde de uzaktaki sevgiliye kavuşmak için dakikaları sayarken de fonda hep Atatürk Havalimanı vardı. Günlük koşuşturma sırasında sadece önünden otomobille geçerken bile, bambaşka coğrafyaların hayaline açılan kapıydı.
O kapı, dün itibariyle tamamen kapandı.
Kadir Topbaş zamanında önce "billboard"larda görmüştük yeni havalimanı "müjdesi"ni... "Metroyla sadece 45 dakikada ulaşacağımız" özellikle vurgulanıyor ve sevinmemiz isteniyordu! Oysa Atatürk Havalimanı'nın hem metrosu vardı hem de "billboard"un bulunduğu noktadan Yeşilköy'e 45 dakikada yaya olarak bile varılırdı! Zaytung haberi gibiydi durum!..
Derken iş giderek ciddiye bindi ve Kuzey Marmara Otoyolu'yla birlikte "Yeni Havalimanı" da ete kemiğe büründü. Projenin, kenti Karadeniz'e doğru büyütüp rant elde etmek için yapıldığında herkes hemfikirdi. Ama iktidar ısrarla Atatürk Havalimanı'nın kapasite yetersizliğinden bahsediyor, "Yeni Havalimanı"nın yolcu aktarma potansiyeli ile "Avrupa'nın lideri" olacağını söylüyordu.
Gerçekten de yılda 70 milyon yolcu kapasitesiyle bile çok yoğundu Atatürk Havalimanı... Hatta bazen iniş kuyruğuna girebilmek için uçakların İstanbul semalarında dakikalarca tur attığı olurdu. Ama çözüm, bazı seyahat sitelerinde "dünyanın en iyi 5. havalimanı" seçilen bir değeri tamamen kapatmak mıydı?
Havacılık uzmanları ve ekonomistlere göre bu sorunun cevabı kesinlikle "hayır"dı. Kentin dışına yapılacak daha küçük havalimanlarıyla Yeşilköy'ün yükü hafifletilebilirdi pekâlâ. Örneğin Londra'da altı, Paris'te beş havalimanı vardı ve hepsi farklı amaçlarla kullanılarak birbirlerini tamamlıyordu.
Ama bu önerilere kimse kulak asmayacaktı. Zira yaşam kalitesi yerine paraya, nitelik yerine nicel büyüklüğe önem veren iktidar cenahının yeni "mega proje"lere ihtiyacı vardı. Tıpkı daha önce Çamlıca Camii örneğinde gördüğümüz gibi, olacaksa "en büyüğü" olmalıydı! İbadet için bir seccade bile yeterdi icabında ama bu tip gerçeklerin "büyüklük" tutkusu yanında pek önemi yoktu.
İktidarın sırf rant değil aynı zamanda "büyüklük" peşinde olmasını nasıl açıklamak gerekir peki? Bu noktada Immanuel Kant'ın "güzel" ve "yüce" kavramlarına başvurabiliriz. Kant'a göre "güzel" nitelikle alakalıyken, "yüce" niceliğe (boyuta) ilişkindir.
Örneğin bir insanın Mısır piramitlerine duyduğu hayranlık, o yapının niteliğinden (kalitesinden) değil, esasen dev boyutlu olmasından kaynaklanır. Hayal gücü sınırlı bizleri cüssesiyle, ölçüsüzlüğüyle etkiler böylesi yapılar ve bunun için "matematik yüce"dirler.
Benzeri nedenlerle İstanbul Havalimanı'nı da AKP ve kitlesi için "matematik yüce" diye nitelendirmek mümkün. Henüz metrosu bile yoktur, milyonlarca insan otobüslerle taşınacaktır oraya ama "dünyanın en büyük havalimanı"dır neticede!
Yaşlılar ve engelliler için bir havalimanında kısa mesafeler makbulken, İstanbul Havalimanı'nın yüzlerce metrelik koridorları vardır! Konrad Adenauer'de uçağına üç-dört adımda ulaşan Alman, bu büyüklüğümüzü kıskanmaktadır!
Ve İstanbul Havalimanı'nın kent yaşamından neler götüreceği değil, kaç gişede toplam ne kadar para basacağı önemlidir!
Niteliğin yerine nicelik önemli olduğunda; Kanal İstanbul'dan 1150 odalı saraylara, Katar'ın "hediye ettiği" dev uçaktan onlarca otomobillik polis konvoylarına kadar her şey, "yüce" bir itibar göstergesi halini alır. Ve bilindiği üzere, "itibardan tasarruf olmaz"!..
Bu satırlar yazılırken gerçekleşen "büyük göç" ile Türk Hava Yolları'nın tüm uçuşları İstanbul (Yeni) Havalimanı'na taşındı. Bundan böyle Atatürk Havalimanı, sadece "devlet büyükleri"nin uçaklarına açık olacak.
1912'de askeri amaçlarla açılan 1933'ten beri İstanbul'un sivil uçuşlarına ev sahipliği yapan ve 1985'te "Atatürk" adını alan "Yeşilköy Hava Meydanı", artık anılarda kaldı. Tıpkı 6 yıldır "Dış Hatlar Terminali"nde çikolata dolu bavuluyla beliremeyen dedem gibi... Tıpkı Zeki Müren'in "Durdurun uçağı, iniyoruz!" dediği Yeşilçam filmleri gibi!..
1966 yapımı "Düğün Gecesi" filminde Zeki Müren ile Türkan Şoray, uçağı durduramasalar da paraşütle atlıyor, kaderlerini tayin ediyorlardı. Şimdi insanlar sosyal medyada Atatürk Havalimanı'nın yasını tutsalar da maalesef bizim için tarihi değiştirme şansı kalmadı.