Suriye’de ise geri dönüşü zor bir süreç yaşanıyor. Esad yönetimi genel geçer değişikliklerle reform görüntüsü vermek isterken
Arap ayaklanmaları sürecinde şiddet ve çatışmalarla bir lider devrilerek ilk yaşandı. Tunus ve Mısır’daki görece barışçıl protestolarla devrilen Bin Ali ve Mübarek’ten sonra Yemen lideri silahlı bir kalkışma sonucu ağır yaralanarak ülkeden çıkmak zorunda kaldı; muhtemelen geri dönemeyecek. Böylece, Libya ve Suriye ile birlikte ayaklanmalarda farklı bir örnek oluşturan silahlı isyan Yemen’de sonuç verdi. Bahreyn’i işgal ederek barışçıl isyanı kanla bastıran Suudi Arabistan Yemen’de devlet başkanını apar topar ülkesine kabul ederek bu kez silahlı isyancılardan yana çıktı. Suudilere “yakışan” bu tavır Suriye’de olan bitenlerle de birleşince bölge nasıl bir “savaşın” yaşandığını anlayabiliriz. Libya’da kirletilen Arap ayaklanmaları Yemen’de iç savaşla yeni bir aşamaya girdi, Suriye’de ise karanlık bir tünelde devam ediyor. Riyad diktası “kendine yakışır bir biçimde” eski diktatörleri tek tek toplamaya başladı; Washington’da bu duruma onay verdi. Suudiler ve Amerika yine “özgürlüğün” sınırlarını çizmeye başladı. Libya’da muhaliflerin acele davranması ve Batının ayaklanmayı kontrol etmek için dinamiğinden kopararak normal sürecinde gidebilecek bir halk isyanını iç savaşa dönüştürmesinden sonra ülkede ne olacağı hala belli değil. Nato bombalıyor, ülkenin tüm alt yapısı çöküyor, muhalifler bastırıyor ama süreç uzadıkça içeriği boşalıyor. Kaddafi gittikten sonra muhaliflerin elinde sadece bir enkazın kalacağından şüphe yok; tıpkı Irak gibi. Muhtemelen Libya’yı bu şekilde “özgürleştirenler” daha sonra bunu bedelini ödetecekler; “imar etmek” için sıraya girecekler.Suriye kendi sonunu getiriyorSuriye’de ise geri dönüşü zor bir süreç yaşanıyor. Esad yönetimi genel geçer değişikliklerle reform görüntüsü vermek isterken cenazelerde onlarca kişiyi öldürüyor; bu durum çarpan olarak kendine dönüyor; baskıcı yönetimden vazgeçemeyen Şam’ın başlangıçtaki “iyi niyet”i bile işe yaramıyor.ABD ve AB’nin Esad ve çevresi için uyguladığı ambargo ağırlaştırılıyor. Durumu giderek nazikleşiyor. Ama en başta söylenecek olansa tıpkı Libya’daki gibi bir müdahalenin herhangi bir işe yaramayacağı, ayaklanmanın ruhuna aykırı olduğu ve işgalden başka bir anlam taşımayacağı.Ancak, Esad rejim giderek içine kapanarak kendi sonunu kendi eliyle getirecek gibi. Üç senaryodan söz ediliyor: Ülkede rejim bekası adına ya halkını öldürerek işi provokatörlere havale ediyor ya Suudi Arabistan, Katar gibi ülkeler mezhep çatışması üzerinden Suriye’yi kaosa itiyor ya da ordu ve poliste saf değiştirmeler başladı ülke iç savaşa gidiyor. Hepsi mümkün. Suriye rejiminin giderek sertleşeceği muhakkak. 1980’lerde binlerce insanın öldürüldüğü yeni bir Hama katliamından çekinenler söz konusu. Reformlar çerçevesinde vatandaş olmayan Kürtlerden kimlik almak için başvuranların sayısının 30 binlerde kalması da manidar. Üstelik, Suriye’de başlayacak top yekûn bir ayaklanmada Kürtler özerklik ilan etmekten kaçınmayacaktır. Ya da bir göç durumunda Suriyeli Kürtlerin Türkiye sınırına dayanmaması için hiçbir neden yok. Hatta, Türkiye Suriye içlerine girip bir tampon bölge bile oluşturabilir.Ama Suriye bölgede yeni bir aşamaya işaret ediyor; yani içeride ayaklanma, dışarıdan gizli müdahale. Müslüman Kardeşler ve Selefi grupların Suudi Arabistan ve Katar tarafından silahlandırıldığı söyleniyor. Suudiler, Suriye’yi bölgede Şii kuşağından koparıp, İran’ı yalnızlaştırmak için elinden geleni yapıyor. Çünkü Suudi Arabistan’ın derdi, demokrasi, özgürlük değil. Bu karmaşadan kendi ekseninin güçlendirmek; bölgenin en anti demokratik ve insan hakları ihlallerinin yoğun olduğu bu şeriat yönetiminin sicili malumumuz. Ayrıca Suriye, Libya gibi homojen bir yapıya da sahip değil. İş çığırından çıktığında kimin kiminle savaşacağı belli değil. Nusayriler, Hristiyanlar hala Esad yönetimiyle birlikte, Kürtler duruma göre hareket edecek geriye kalanlar ise Sünniler. Ama tablo karanlık, ülkeye giriş izni olmadığı için ne olduğu tam bilinmiyor. Son kertede süreç önüne geçilemeyecek bir noktaya doğru gidiyor.Antalya’da toplanan Suriyeli muhalifler, “önce Suriyeliyiz” diye yola çıkıyor, bildirgede demokrasi var ama laiklik yok. Laiklik, bölgede rejimlerle özdeşleştirilmiş gibi. Oysa Esad rejimi dahil, laik oldukları için baskıcı değiller, laikliği bir baskı aracı olarak kullanıyorlar. Yoksa hepsi bildiğimiz diktatörler. Bu nedenle Müslüman Kardeşlerin kafası karışık. Oysa Suriye’nin sadece İhvan ideolojisi ile yönetilemeyeceği ortada. Demokratik, laik, insan haklarına saygılı, etnik, mezhebi grupların, tüm halkların eşit şekilde temsil edileceği bir yönetim ancak isyanın, yeni bir dönemin içini doldurabilir. Aksi zaten Esad rejiminde var.Türkiye'den Libya taktiğiTürkiye, Libya’daki gibi tekli oyundan ikiliye geçti. Bir yandan Şam’a tavsiyede bulunuyor, Esad yönetimi ile görüşüyor diğer yandan muhaliflere ev sahipliği yapıyor; gidişata göre birinden vazgeçecek. Ama giderek Ankara ve Şam arasındaki dostluk ilişkisinin azaldığına, karşılıklı güvenin kaybolduğuna yönelik bilgiler var. Hükümet, Suriye’deki Esad iktidarı ile kökenleri paralellik taşıyan İhvan hareketi arasında seçimi yapmak durumunda kalabilir ki iş oraya doğru gidiyor. İhvan-ı Müslim tüm bölgede örgütlü, AK Parti tabanını da çok yakından tanıdığı bir hareket. Çıkış noktası, ideolojisi ortak olsa da olsa da her ülkenin şartlarına göre siyaset uygulayabiliyor. Ancak Türkiye’nin geçmişte olduğu gibi Suudi Arabistan’ın yaratmak istediği Sünni ekseni “tuzağına” düşmemesi için dikkatli olması gerekiyor. Türkiye’nin komşularla sıfır sorun politikası ise yeniden elden geçirilmeye mevcut. Çünkü Türkiye’nin bu politikası için laboratuvar işlevi gören Suriye çökmüş durumda. Çünkü komşunun bizzat kendisi sorunlu. Ve bu sorun bölge içine doğru derinleşerek gidecek, Lübnan, Irak’ı da etkileyecek nitelikte.Bölgedeki genel gidişat ise her türlü müdahaleye rağmen yeni bir dönemin habercisi. Bu dönemin sonucu olumlu ya da olumsuz sonuçlansa da başlangıç itibariyle insanların kendi inisiyatifleri ile hareket ettiğini unutmadan, bölgedeki baskıcı rejimlerin yıkılması ile sonuçlanacağını bilmeliyiz. Ve sadece olan bitene komplo gözlüğü ile baktığımızda Samır Kassım’ın kitabının isminde olduğu gibi “Arapların talihsizliğini” aşılamayacağını görmemiz gerekiyor. Bu talihsizliğini yenmenin ilk adımı ise kendine güven ve demokrasidir.