BDP’liler Meclisi boykot etme konusundaki tutumlarında haklılar. Sadece BDP açısından...
BDP’liler Meclis'i boykot etme konusundaki tutumlarında haklılar. Sadece BDP açısından değil sivil ve yasal siyasetin en temel haklarından biri olan şiddet dışı direnme, sivil itaatsizlik gibi yöntemler demokrasinin olmazsa olmazı, tadı tuzu, rengidir. Her şeyden önce bir haktır. Demokrasilerde her hak gibi direme hakkı da vardır. Bazıları için modası geçmiş gibi olsa da “canım ne var dönün işte” hafifliğinde değerlendirilse bile, demokrasilerde uzlaşma kadar direnme de meşru ve yasaldır. Demokratik uzlaşma dereken bunu “itaat” etmekle karıştırmamak, “haklardan vazgeçmek” olarak algılamamak gerekir. Çünkü bazılarının aklına uzlaşma deyince bunu her şeyde ve her koşulda uzlaşma olarak algılıyor ki bu zaten demokrasi demek değil. Demokratik bir uzlaşma tarafların en azından asgari koşullarda birbirlerinin taleplerini kabulden, talepler konusunda yazılı ya da sözü taahhütlünden, niyetinden geçer. Abdullah Öcalan haftalık avukat görüşmelerinde “mutabakat sağlanırsa Meclis'e girsinler” demiş. Kendi görüşü gibi olsa bile Öcalan’ın BDP ve BDP kitlesi üzerindeki etkisi bilinir. Öcalan doğrudan “girin” demeyip mutabakatı şart koşarak BDP’ye hareket alanı sağlamış. Bu nedenle BDP bu sözleri kendi açısından değerlendirecektir. Öcalan’ın mutabakat dediği BDP’nin seçim öncesi ve sonrasında öne sürdüğü koşullardan farklı değil. Bu yüzden bardağın boş tarafından bakıldığında durum kolay çözülecek gibi değil. Çünkü, Hatip Dicle’nin bugünden yarına serbest bırakılması, bu koşullarda KCK’lıların Meclis'e girmesi mümkün görünmüyor. Yüzde 10 barajı gibi konular da mutabakat içinde var tabii ki. Ancak, devam eden satırları dikkatle okumakta yarar var: “ Öyle hemen Hatip Dicle meselesi ve diğer meseleler çözülmeyebilir, öyle hemen serbest bırakılma olmayabilir. Ancak, bu koşulların yerine getirilmesi için zaman içinde devletin- hükümetin yapacağı şeyler bir yazılı metne bağlanır ve zamanla yerine getirilir." Yani bu koşullardan taleplerin hepsi olmasa bile bazıları konusunda sözlü bir garanti verilemesin halinde sorun çözülür ve BDP Meclis'e döner gibi görünüyor. Bunu Öcalan’ın dayatması gibi okumak ise tüm süreci yanlış okumak olur. Çünkü Öcalan zaten bu görüşmesinde devletle Barış Konseyi için anlaşma sağlandığı da söylüyor. Hal böyleyken yeni bir anaysa sürecinde zaten tartışılacak ve yer alması gereken bazı taleplerin kabul edilmemesi mantıklı olmaz. KCK tutukluları ve Hatip Dicle konusu ise yasalardaki değişiklikle giderilir. Bunların hemen geçekleşmesi beklememeli. Yani medyanın durumu okuduğu gibi BDP’nin bir iki gün içinde Meclis'e girmesi mümkün değil. Dicle ve KCK’lılar konusu uzun süre sonra çözülecek olsa bile “zemin sağlandığı” takdirde BDP Meclis'e dönecektir ve dönmelidir de. BDP’liler buna hazır gibi. Normali de budur. Tabii ki çözüm isteniyor siyasetten sadece “itaat ve tabi olmak” anlaşılmıyorsa