İsrail ile yapılacak hava tatbikatının iptal edilmesi ile başlayan, Suriye ve Irak açılımları ile devam eden bir süreçte Türkiye’nin bu tavrı stratejik bir değişikliğe gidecek taktik bir adım olarak değerlendirilebilir. Ama İsrail’e yönelik bu politik değişikliği, bugünden stratejik bir değişiklik olarak değerlendirmek için vakit erken.
Hükümet son dönemde bölgedeki konjonktürel gelişmelerin kendi lehine bir hava oluşturduğunu düşünerek içeride ve dışarıda bu havanın meyvesini toplama niyetinde. Ama muhatap İsrail olunca iş değişiyor ya da değiştiği sanılıyor.
En büyük tepki de “İsrail’le aranın bozulmasının maliyetinin yüksek olabileceği” ve “Türkiye’nin Ortadoğu politikasında ekseni iyiden iyiye Arap ülkelerine doğru çevirdiği” yönünde.
xxxxx
Baştan söylemek gerekiyor: Kendine güvenen, uluslararası gelişmelerin o anki dinamiğini yakalayabilen ve mantıklı davranan bir ülkenin attığı adımda korkulacak hiçbir yan yoktur. Türkiye’nin pozisyonu da budur.
xxxxx
İkincisi de, bölgesel ve uluslararası konjonktürün şu anda Türkiye’nin İsrail’e karşı olan tavrı açısından uygun olduğudur. Gazze saldırıları sonrası gerilen ilişkiler, İsrail’in Gazze’de insani açıdan bir adım bile atmaması, BM İnsan Hakları Komisyonu'nda İsrail’in suçlanması (Hamasla birlikte tabii), Türkiye bölgede birçok girişimde bulunurken İsrail'in tersine uzlaşmaz bir tavır içinde olması, İran’a yönelik tehditlerini devam ettirmesi de Türkiye’nin şu anki dış politika çizgisine ters düşmektedir. Türkiye, Dışişleri Bakanı’nın ifadesiyle “barış ve dostluk için yapılacak ne varsa yapmak ve bunun için çaba harcamaktadır.” İsrail bu tanımın dışında kalmaktadır
Türkiye, İsrail ile mesafe koyarak bölge ülkelerine, özellikle İran’a olası bir kriz durumunda Türkiye’nin pozisyonunu göstermek istemiş, Arap ülkelerine, ama daha çok Arap sokaklarına da “Davos’ta başlayan süreçteki çıkışının devam ettiğini göstermiştir.”
Bunun anlamı şudur: Türkiye bölgede önemli girişimlerde bulunmaktadır. Bölgede barışmak isteyen herkesle masaya oturulabilir, ama bunun önünde duranlara da tavır gösterilmelidir. Bu girişimin bir başka mesajı da yine Arap dünyasının önemli ülkelerine yöneliktir. Örneğin Araplar arasındaki, Filistinli gruplar arasındaki ihtilafların çözümüne talip olmasıdır.
xxxxx
Bir diğer etken ise, şu dönemde Türkiye’nin İsrail’e olan ihtiyacı ile ilgilidir ve bölgedeki dengelerdir. Türkiye yıllar önce ABD ve İsrail ile stratejik işbirliğine giderken Suriye ile sorunlu, İran’la “laiklik” eksenindeki iç politik manipülasyonların sonucunda gereksiz bir gerilimin tarafı olmuş, tamamen askerin tercihi ile hareket etmişti.
Bu dönem değişti. Suriye ve İran’la sorunlar halledilmekle kalmayıp, Suriye ile neredeyse sınırların kaldırılması aşamasına gelindi. İran o dönemin algısındaki gibi laiklik için bir tehdit oluşturmuyor. Üstelik İran’a bir saldırı ihtimali karşısında Türkiye’nin rengini belli etmesi gerekiyor. Türkiye böylece Suriye, Irak, İran üçgenindeki desteğini tamamlamış olacak.
Çemberi biraz daha büyütürsek, Amerika’nın uç karakolu olmasına rağmen İsrail ile ilişkileri şekerrenk olduğu için Türkiye elini (şimdilik) rahatlatmakta.
Tüm bunları bir araya getirince İsrail’e karşı tavırda bir beis yok. İçeride ise tabana yönelik mesajlar var. Kürt, Ermeni açılımı derken gündemi biraz da daha hoş karşılanacak bir mesele ile meşgul etmek. İsrail ile uğraşmak Türkiye’de her daim destek görür. Ama bunu Yahudi düşmanlığına kadar götürmek işin rengini değiştirir. Sınırı iyi bilmek, iyi çizmekte yarar var.
xxxxx
Tam bu döneme denk gelen, bu zamanlamanın tesadüf olduğuna inandığımız “Ayrılık” dizisi tartışmasını bir yana bırakacak olursak (dizinin birçok sorunu var) İsrail Türkiye arasındaki ilişki grafiğinde endişelenecek bir şey yok. Eskiden Türkiye İsrail’i ürkütmemek isterdi, şimdi İsrail’in Türkiye’ye ihtiyacı var. Şimdi düşünme sırası İsrail’de…