Barış süreciyle birlikte siyasal Kürt hareketinin Türkiye’nin sıcak gündeminden geri çekildiği, hükümetin yanında konumlanmasa da, ‘kendi gündemine’ yoğunlaştığı, kitlesel olaylarda yer almadığı eleştirileri söz konusu.
Mehmet Altan’ın t24 sitesinde yazdığı ‘Batı’da faşizm Doğu’da Özerklik mi?’ yazısı da geçen yıl Gezi olaylarından beri daha alçak sesle sürdürülen bir tartışmayı alevlendirdi.
Peki, bu eleştirilerde haklılık payı var mı?
Bir anekdot ve bir aktarımla devam edelim: Gezi sürecinin ilk günleri yabancı bir gazeteciye mülakat veriyorum. İnsanların neden medyayı eleştirdiğini soruyor. “Şiddet uygulanıyor ve bu şiddeti medyada göremiyorlar. Haklılar. Yalnız bu arada Kürtlere de bir özür borçları var” diyerek şöyle devam etmiştim. “ Medya 30 yıldır Kürtlerin başına geleni göstermiyor kimse de bundan sıkıntı duymuyordu. Ne zaman ki insanlar batıda kitlesel olarak devletin somut şiddetiyle karşılaştı, o vakit medyanın daha önce de benzer durumları görmediğini fark etti.”
Aynı dönemlerde İrfan Aktan Express Dergisi’nde (mealen) Gezi sırasında Tarlabaşı’nda polis tarafından sıkıştırılan “şimdi şuradan Kürtler çıkıp gelse çok sevineceğim” diyen gencin beklentisini aktarıyordu.
Bu ülkenin insanları çok acılar çektiler, şiddete maruz kaldılar, öldürüldü, sürüldü. Bu nedenle kimin daha fazla acı çektiğini yarıştırıp kategorik olarak Kürt-Türk ya da Kürtler-solcular-islamcılar ayrımı yapmanın bir yararı yok. Ama tüm bunlar da 30 yıldır Kürtlerin maruz kaldığı uygulamaları da hafifletmez.
Şu anda siyasal ve silahlı Kürt hareketinin konumunu eleştirebilir, yanlış bulabilir, barış sürecinde hataları vardır vs. denilebilir. Ama ‘Kürtler nerede? Neden kitlesel eylemlere destek vermiyor?’ ya da “hükümetin yanında hizalandılar” demek haksızlık olur. Kürtler, barış süreciyle birlikte, belki de birkaç yüzyıllık yok sayma sürecinin başka bir noktaya evirildiğinin, Türkiye barışına uzanan bir yolda ilerlendiğinin farkında.
Kürt hareketi doğal olarak bu yolda tarihsel bir zihin altı ve tecrübeyle daha dikkatli, sabırlı ve temkinli ilerlemeye çalışıyor. Bunu da her şeye rağmen yapmıyor; AKP hükümetini eleştirmekten kaçınmıyor, sokakta yerini alıyor. Bir yandan barış süreci adımını genişletmek için sonuna kadar zorluyor, masadan kalkmak, ilk geri adım atan olmak istemiyor. AKP’nin bu konudaki samimimiyetini test ederek yol almaya çalışıyorlar.
Kürtlerin tarihine bakınca, ne kadar ince eleyip sık dokumak zorunda olduklarını, kime ne zaman güvenip güvenmeyeceklerini, uzun yıllar sonra ilk kez inisiyatifi ele aldıklarını, Ortadoğu’daki gelişmeler açısından nasıl anahtar bir konuma geldiklerini biliyorlar. Ve tabii ki süreci kendi açılarından en iyi şekilde değerlendirmek istiyorlar. Ama bu sadece kendi açılarından değil Türkiye için de çok önemli. Bu AKP’yle oturulan masada hiçbir şey elde etmeden sonuna kadar kalacakları anlamına gelmiyor.
Çatışmasızlık süreci önemli ancak Kürt hareketinin barış sürecinin gidişatından çok memnun olduğunu göstermez. Sürecin hangi aşamada; diyalog mu müzakere mi olduğu henüz belli değil. Gazeteciler ya da akil insanların İmralı’ya gitme düşüncesi olumlu olmakla birlikte, bu görüşme ancak, süreci Öcalan’ın ağızından dinlemek, kamuoyuna duyurmak ya da kamuoyunu yumuşatmanın ötesinde somut bir adım sayılmaz.
Tabii ki Öcalan’la siyasi temsilciler dışındaki görüşmeler koşulların giderek değiştiğinin ama hala hedeflenen noktaya gelinmediğinin işaretidir. Bilindigi gibi Öcalan’ın müzakere aşaması ve çeşitli komisyonlar kurulması ile gazeteci/akil insan görüşmesi farklı şeyler. Bu da hükümetin hala ara formüllerle süreci devam ettirdiğinin göstergesi.
Bu aşamada Kürt siyasal ve silahlı hareketine neden harekete geçmediklerini sorgulamak haksızlık, Kürt hareketinin bu tavrıyla hükümetin elini güçlendirdiği tezi de yanılgı gibi görünüyor.
Üstüne üstlük, 30 yıllık bir savaş ve bu savaşın travmasını yaşamış Kürtlerin yeniden savaşmaya başlaması bir olasılık olmakla birlikte, var olan ulusal ve uluslararası koşulların kendi lehlerine olduğu biliniyor. Velev ki Kürtler de bu süreçte pragmatik davranıyor. Bu kadar pragmatizme de hakları var. Ama Kürt hareketinin Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sağlamayacağını ve sadece ‘kendi yolunu’ çizdiği eleştirileri haksızlık.
Çünkü barış sürecinde yol alınmadığı takdirde, demokratik özerkliğin hayata geçirilme süreciyle birlikte kentlerde pasif direnişten başlayarak hiç istemediğimiz silahlı çatışmaya varacak görüntülerle karşılaşabiliriz.
Bu olasılığa meydan vermemek ama hükümeti de bu konuda elini çabuk tutmaması, ipe un sermemesi ve barış sürecini Cumhurbaşkanlığı, genel secimler diyerek sürüncemeye bırakmaması için baskı yapmak gerekecektir.
Bu ülkede “muhaliflere” yapılanlar farklılıklar göstermiyor. Tuzak “milliyetçi” yaklaşımlardadır. Hem Türkler hem de Kürtler açısından. Yani “Türkiye demokratikleşirken Kürtler özgürleşecek-Kürtler özgürleşirken Türkiye demokratikleşecek” şeklinde sloganlaştırabileceğimiz durumda, birisi diğerinin önüne koyulmayacak kadar önemli. Her ikisi de birbirine mündemiçtir.