Suriye’de 1.5 yıldır devam eden bir ayaklanma söz konusu. Ayaklanmanın ana dinamiğini önceleri sokaklardaki barışçıl gösteriler oluşturuyordu. Protestocular, Esad rejiminin uygulamalarını protesto eden, birbirinden bağımsız, organize olmayan, coğrafi olarak dağınık, kendiliğinden, silahlı olmayan ve tabii ki Arap ayaklanmalarından esinlenen taleplerle yola çıkan insanlardı. O günlerde Deraa’da bir grup gencin duvarlara muhalif sloganlar yazması işkence ile karşılık bulmuştu. Daha sonra ülkenin farklı bölgelerinde temelde demokratik taleplere protesto gösterisi yapanlar rejimin sert tepkisi ile karşılaştı. Bu insanlar barışçıl sokak göstericilerinin üzerine doğrudan ateş açılarak öldürülmesine rağmen uzun süre aynı taktiği sürdürdü; silaha başvurmadı. Bu noktaya kadar diğer ülkelerdeki ayaklanmalarla benzerlik gösteren, lidersiz, programsız ve herhangi bir merkezi olmayan muhalifler rejimin tavrı karşısında uzun süre bocaladı. Bu bocalama yıllardır ülke içinde ve dışında herhangi bir muhalefet tecrübesi ve geleneğinin olmaması ve hatta yurtdışında yaşayan muhaliflerin rejimin devrileceğine yönelik inançsızlığından kaynaklanıyordu.
Ama iş çığırından çıkıp, rejimin barışçıl gösterilere acımasız davranması, ölü sayısını artması üzerine insanlar kendi çaplarında silahlanmaya özellikle Lübnan’dan sızdırılan silahlarla kendilerini korumaya başladılar. Silahlanma rejimin ateş gücü karşısında pek fazla anlam ifade etmedi. En büyük handikap ise ülkede ayaklanmanın dağınık bir şekilde cereyan etmesi oldu. Ordu, şehirlerarası bağlantıları kesip, muhaliflerin birbirlerileriyle iletişimlerini engelleyince ayaklanmanın yayılmasını engellendi. Ardından rejimin muhaliflere yönelik operasyonları sadece silahlı unsurları değil sivillerin yaşadığı kentleri de hedef alınca ülkedeki çöküşü kendi eliyle hızlandırmış oldu; birçok kişiyi muhalif saflara itti.
Bugün muhaliflerin giderek örgütlendiği, silah gücünün arttığını, ordu, polis ve paramiliter Şebiha güçlerine karşı organize saldırılar düzenliyor; bu arada tıpkı rejim gibi sivil hedefleri vurduğunu da unutmamak gerekiyor. Yani muhalifler siyasi ve askeri olarak tek bir merkezden yönetilmeseler, aralarında siyasi ve ideolojik birlik olmasa da geçmişe nazaran belli bölgelerde üstünlüğü ele almış durumdalar. Suriyeli muhalifleri Katar, Suudi Arabistan gibi ülkelerin silahlandırdığı, silahların Irak, Lübnan’dan ve basta New York Times gibi Amerikan gazetelerin iddiaları doğrultusunda Türkiye sınırından geçirildiği daha çok dillendiriliyor. Aslında muhalifleri silahlandırmak Suriye’nin Dostları Toplantılarında sık sık dile getirilen bir olgu. Türkiye dahil olmak üzere Suriye’ye yönelik bir dış müdahale yerine içerideki muhaliflerin silahlandırılması, askeri teçhizat, eğitim ve haberleşme temelli lojistik verilmesi destekleniyor. Son olarak Paris’te düzenlenen Suriye’nin Dostları toplantısında alınan karar sonrası Suriyeli muhaliflerin dış güçler tarafından eğitimi, silahlandırılması hızlanmış durumda. Suriye muhaliflerin dış unsurlar tarafından desteklenip, silahlandırıldıkları artik saklanmayan bir vaka.
Tüm bunların ışığında gelinen noktada Suriye muhalefetinin önemli adımlar atmakla birlikte hem siyaseten hem de askeri açıdan hala sorunlu olduğunu söyleyebiliriz. Siyasi alanda Suriye Ulusal Konseyi (SUK) şemsiyesi altında toplanan Suriye muhalefetinin askeri karşılığı Özgür Suriye Ordusu gibi görünse de öyle değil; bu yapı silahlı her gücün kullandığı bir marka. SUK, Suriye içinde hala rejimin yanında olan insanlara kendisini anlatamamasının sıkıntısını çekerken, ilk başlara nazaran epey yol katetti. SUK’a yönelik en önemli eleştiri, hedeflerini, amaçlarını ve programını halka anlatamaması, sadece Sünni kimlikli bir örgüt olarak algılanması ve Esad rejimi sonrası demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi ve dışlayıcı olmayan bir programla ortaya çıkmamış olmasıydı. Bu durum, SUK’a liberal, Hıristiyan, milliyetçi isimlerin eklemlenmesi, örgütün Müslüman Kardeşlerle özdeşleştirilmekten uzaklaşan yapıya bürünmesi ile sonuçlandı ki bu durumu taktik olarak görenler var.
SUK’un kapsayıcı, şemsiye bir örgüt olduğunu ortaya koymak için, biraz da zorlama bir tavırla başına Suriyeli bir Kürdün getirilmiş olmasına rağmen Kürtler hala örgüte katılmış değil; çünkü bunun kozmetik ve göstermelik bir değişiklik olduğu belirtiliyor. Ancak eski başkan Burhan Galyun’un sadece Müslüman Kardeşlerden olduğu için değil, örgütü bir araya getirmekten uzak olduğu için değiştirildiği biliniyor. Ancak, SUK’un toparlandığı, Suriye’den günlük raporlarla ülkedeki havayı daha sağlıklı yansıttığı biliniyor. Üstelik Suriye karşıtları açısından SUK artık resmi muhatap. Ancak, bundan sonrası için hala alması gereken epey yol var.
Askeri muhalefete gelince: ABD Dışişleri Bakanı Clinton ve Savunma Bakanı Panetta muhalefete ciddi destek vermemelerini çok derin bölünme içinde ve lidersiz olmalarına bağlıyor. Bu da Suriye içinde yani alanda birden fazla muhalif örgüt olduğunu gösteriyor. SUK Suriye dışında örgütlenen şemsiye bir örgüt iken içeride birden fazla teşkilat bulunuyor. Suriye Devrimi Genel Konseyi, Suriye Devrimi Yüksek Konseyi ve Yerel Koordinasyon komiteleri. Bu üç örgütlenme farklı siyasi hedefleri ve talepleri olan yapılar. Her birinin Esat sonrası farklı bir Suriye tahayyül söz konusu. Suriye Devrimi için Genel Konsey daha çok yerel unsurlardan oluşuyor SUK ile paralel çalışıyor. Ancak SUK’un Suriye içindeki zayıf örgütlenmesi onları da etkiliyor. Yerel koordinasyon komiteleri daha makul taleplerle ortaya çıkmış durumda: Rejimin şiddet yoluyla düşmesi halinde büyük kaos yaşanacağı düşünülürken siyasi çözüm olarak barışçıl geçiş planları üzerinde yoğunlaşıyor. Komiteler bu doğrultuda SUK ile sayısız toplantı yaparak işbirliği yapmaya çalışıyorlar. Bu örgütlenmelerin altında ise köy ve şehir örgütlenmeleri var ki bu yapılar gösterileri örgütlüyor. Bölge ve şehir düzeyinde Devrim Komiteleri ve Devrim Komuta Konseyleri yerel unsurlarla silahlı grupların bağlantısını kuruyor. Lidersizlik hem avantaj hem de dezavantajları: Lider olmaması serbest hareket alanı sağlıyor, lider kaybedildikten sonra bocalama geçirmiyorlar. Hums’da Şubat ayında Hums Devrim Konseyinin bütün liderleri öldürüldükten sonra hareketin ciddi yara aldığı biliniyor.
Bunların yanı sıra ülke dışından sızan ama içeride ise küçük destek bulan Irak’taki gibi radikal İslami hareketler, El Kaide esintili küresel cihad iddiasındaki gruplar mevcut ki ilerleyen dönemlerde en büyük sorunu yaratacak olanlar bunlar. Çünkü daha sonra güçlerine ters orantılı etki alanı yaratıp büyük sorun çıkarma kapasitesine sahipler. ABD, Türkiye bu grupların varlığını biliyor, en büyük destekçileri ise Suudi Arabistan. Örneğin, gelen bazı yardımların yerel komitelere ulaşmadan dağıtıldığı ve bu yardımların ayaklanmadan çok ayaklanmanın ayrışması ve mezhebi bölünmeleri hızlandırmaya yaradığı iddia ediyor. ABD ise henüz gönderilen finans ve silah yardımının El Kaide bağlantılı hareketlerin eline geçip geçmediğinden emin değil. Bu yılın Nisan ayında Suriye ordusunun Hums’a saldırısı sırasında radikal selefi grupların Müslüman olmayanlardan vergi adına para toplandığı biliniyor. Bu durum tabii ki ABD, Türkiye açısından risk taşıyor ve özellikle ABD acısından (başka önemli gerekçelerle birlikte) Suriye meselesinde neden temkinli davrandığını gerekçelerinden birini oluşturuyor. Çünkü geride bir Irak tecrübesi var.
Ayrıca üç ana grubun kendi içlerindeki farklılıkları ve çelişkileri kadar hala merkezi olmayan örgütlenme biçimi kitle desteğini zayıflatıyor; muhalefetin sıklet merkezini oluşturamıyor. Her şeye karşı 1.5 yıl içinde büyük yol alan Suriye muhalefeti abartıldığı kadar olmasa da bazı bölgelerde kontrolü elinde tutuyor. Bazı Amerikalı kaynaklar bu örgütlenme ile bağlantıya geçilmemesi halinde Esad rejiminin eline düşeceği ya da bu dinamiğin radikal İslamcı hareket tarafından ortadan kaldırılacağını iddia ediyor. Çünkü muhalefetin niteliği, rejime karşı verdikleri mücadele kadar, eğer yıkılırsa, rejim sonrası Suriye için de büyük önem taşıyor. Rejimin ömrüne gelince: Muhaliflerin tahminleri dahil olmak üzere hemen hepsine mesafeli yaklaşmak gerekiyor.
NOT: Sevgili Aydın ağabey ve T24 yöneticileri de Esad yerine Esed tercih etmeye başlamış. Arapça köken itibariyle öyle olduğunu söylüyorlar. Doğru olabilir ama biz Arapça kelimeleri ve isimleri genelde Türkçeleştirip kullanırız. Esed’de Esad’tır. O vakit Şam’a Dimask ya da Dimesk, Sur’a Tir, Sayda’ya Sidon vs.. Onlarca örnek verilebilir.