Suriye yönetimi Arap ayaklanmalarının ruhunu anlayamadı: Sokaklara çıkan...
Suriye yönetimi Arap ayaklanmalarının ruhunu anlayamadı: Sokaklara çıkan kitleleri silahla bastırıp öldürmeye başladığınızda kendi ipinizi çekersiniz, öldürdüğünüz her kişi size tepki olarak geri döner. Suriye’de olan da bu. Kendi insanını öldürmeye devam eden Şam yönetimi inandırıcılığını yitirmiş durumda, giderek yalnızlaşıyor. Arap Birliği’nin Suriye’nin üyeliğini askıya alması ile Şam’da aralarındaTürkiye’nin de bulunduğu diplomatik temsilciliklere yapılan saldırılar önemli bir kırılma noktası. Arap milliyetçiliğinin “babası”, Baasçılığın “ideoloğu”, bir zamanların “politika belirleyicisi” Suriye’nin birlikten şimdilik uzaklaştırılması ciddi bir darbe ve Suriye gibi bir ülke için “küçültücü” bir durum. Türkiye ile ilişkilerin geriye dönüşü ise mümkün görünmüyor. Yani, Arap dünyası ile Türkiye üzerinden batı dünyasının Suriye politikası artık net: Şimdilik ekonomik ve siyasi ambargoyla tamamen yalnızlaştırma. Bundan sonrası soru işareti. Libya’da benzer bir karar alan Arap Birliği, Batı’nın herhangi bir askeri müdahalesinden söz etmiyor. Çünkü, Suriye’nin rejimin yıkılması halinde bir Libya olmayacağı kesin. Çevre ülkeler üzerinde daha yıkıcı olma kapasitesi yüksek. Bu nedenle Arap Birliği, Suriye ordusuna satır arasında mesaj yolluyor: Yönetime el koyun. Ancak ordu hâlâ Esad rejiminin temel dayanağı; tıpkı Şam ve Halep şehirleri gibi. Şam ve Halep’te Nusayri azınlık, Hıristiyanlar, Sünni “burjuvazi”nin ikna olması gerekiyor. Kürtler bu konuda işin sonunu bekliyor. Suriye ordusu Kaddafi’nin sözüm ona ordusu gibi değil; Esad ve rejime bağlı, her ne kadar saf değiştirip orduyu terk edenler olsa bile ordu hâlâ ayakta. Ancak son dönemde saf değiştirenlerin saldırılara başlaması bir iç savaşın da işaretlerini veriyor. Uygulanmak istenen formül, Esad’ın devrilmesi halinde ülkedeki Nusayrilerin geleceğinin tehlikeye girmemesi, ülkenin bölünmesinin önüne geçilmesi. Ordu bu garantiyi alırsa harekete geçebilir. Arap Birliği ve Türkiye de bu formüle sıcak bakıyor. Aksi halde vakit uzadığı sürece ordu içindeki bölünmelerle birlikte içeride kanlı bir savaş başlayabilir. Arap Birliği’ne ne oldu? Bugüne kadar hemen hiçbir önemli karar alamayan, yaptırımı olmayan, sadece isim olarak varlığını sürdüren, kendinden menkul bir yapı olan Arap Birliği, yıllardır ortak karar alamıyordu. Peki ne oldu da Suriye gibi bir ülkeyle ilgili önce uzlaşma formülü oluşturup aradan bir hafta geçmeden üyeliğini askıya aldı? Birincisi, bölgedeki Arap monarşi ve diktatörlükler artık geleceklerini garanti edemiyor. Suudi Arabistan bir yandan bölgedeki selefi grupları her anlamda desteklerken -ki bunun arasında Suriye’dekiler de var- diğer yandan Şam yönetiminin krizi bölgeye yayma ihtimalinden dolayısıyla kendi koltuklarını kaybetmekten korkuyor. İkincisi, Arap kamuoyu hiç olmadığı kadar gözönünde ve kararlı. Liderler kitlesel ölümlere göz yumduğunda kendi ülkesinde tepki topluyor. Üçüncüsü, Arap liderler Suriye dolayısıyla bölgede mezhep çatışmalarının yayılacağından da endişeli. Yani bazı Arap yazarlara göre Suriye tüm bölge için “tehlikeli bir kavşak”.Beşar Esad’ın “bölgesel deprem”den söz ederken ülkede mezhep çatışmalarını körükleyip yangını etrafa yayması mümkün. Şu anda Sünni gruplardan bazıları da aslında bu beklenti içinde. ‘Tehlikeli kavşak’ Suriye’de artık iç ve dış dinamik yani muhaliflerin inisiyatifiyle ayaklanmanın devam etmesi ve ayaklanmayı dış ülkelerin kışkırttığı iddiası tartışması aşıldı. Çünkü kendi ülkesinde gerekli adımları atıp demokratik süreci işletmeyen Esad yönetimi, Suriye’de başka ülkelerin “oynamasını” da kolaylaştırdı. Ancak, kimse Suriye’ye yönelik Libya’daki gibi bir dış müdaheleyi savunmuyor, savunmamalı. Suriye’ye yapılacak bir askeri müdahalenin kimseye yararı olmayacağı bilinmeli. Bu arada, Libya’yı NATO’ya, Suriye’yi Arap Biriliği’ne, Yemen’i Körfez ülkelerine, Bahreyn’i de Suudi Arabistan işgaline bırakan bir anlayışı deşifre etmek gerek. Arap ama özellikle Körfez ülkelerini Suriye konusunda tavır almaya iten faktör, İran. Suriye’deki muhtemel bir rejim değişikliği ve kaos ortamından İran’a saldırı sürpriz olmayacak, Çünkü Suriye’deki krizden dikkatleri başka yöne çekmek, İran’ın Suriye’ye desteğini kesmek ve bu arada iki ülkeyi birden devreden çıkarmak için bir tür çılgınlık girişimi söz konusu. Ancak, Lübnan’dakiHizbullah’ın tüm bu olanların dışında kalmayacağını, Suriye’de yaşanacaklara paralel olarak Hizbullah’ın İsrail’e saldıracağını düşünmek mümkün. Bu aşamadaİran’ın alacağı tavır çok kritik. Her zaman “manevra” kabiliyeti yüksek İran siyaseti, son kertede kendini koruma adına geri çekilip Suriye’ye uzak durabilir ve Hizbullah’ı da güçlerini koruma adına savaştırmayabilir.İran’ın bu politikası kimseyi şaşırtmamalı. Ancak, kozlarını sonuna kadar oynayacaktır. Türkiye’yi arkadan ‘ittirenler’! Türkiye ise başından bu yana net tavır alırken zaman zaman abartılı oluyor ve ABD ile Batı’ya paralel politika izliyor; tavrı insani olmakla birlikte çıkışları “yeni bir Ortadoğupolitikası”nın izlerini taşıyor. Türkiye geçen yıllardaki İran eksenli politikasından vazgeçti, bundan böyle ABD ile bölgede fazla sürtüşme yaşamak istemiyor. Türkiye’nin İsrail ile yaşadığı krizde ABD’nin sessizliğini de düşünecek olursak, Türkiye’nin yeni politikası daha iyi anlaşılabilir. Yani Türkiye’ye rol biçilmiyor, Türkiye bu rolü içselleştiriyor. Ancak, medya aracılığıyla Suriye konusunda “arkadan ittirildiği”, gereğinden fazla “pohpohlandığı”, öncü güç gibi kullanılmak istendiği de ortada. Batı medyasının bazı mahfillerinde ABD ve Batı’nın Suriye “işini”Türkiye’ye havale ettiği konuşulurken, bir tür işgal anlamına gelen “tampon bölge” sık sık dile getiriliyor. Tampon bölge bizzat bir ülkeye girmek, o topraklara yerleşmek ve gerektiğinde çatışmayı göze almak demektir.Türkiye’nin bayrak yakılmasına gösterdiği haklı tepki bir yana, yelkenleri “şişirilmiş” ama bozuk pusulalı bir gemi misali yol alması, akılcı bir durum değil. Türkiye’nin kendi kendini provoke etmemesi gerekiyor.Amerika’nın Libya’da olduğu gibi sütre gerisinde kaldığı bir dönemde, Suriye meselesinde “Türkiye’nin liderliğine duyulan ihtiyaç” türünden insana hoş gelen cümlelerin daha sık kurulması muhtemel. Arap ayaklanmaları tarihsel dönemeç, halkın inisiyatifi bir realite. Buradan geri dönüş, diktatörlüklere karşı çıkıştan başka yol yok. Soru ise şu: Yeni Ortadoğu’da “devrimi” yapan kitleler ülkelerin geleceklerinde ne kadar söz sahibi olacaklar?