Afganistan'da 2001'de olan şey oluyor. Ne mi oluyor? Afganistan içine doğru çöküyor. Ordu dağılıyor, hükümet çatırdıyor ve modern anlamda 'devlet' adına ne kadar kurum varsa hepsi çözülüyor.
Daha da kötüsü bu sefer ABD, Avrupa, Rusya ve Çin başta olmak üzere hiç bir sistem düzeyi aktör Afganistan'la çok da ilgilenmiyor.
Şu anda Afganistan'la en çok ilgilenen iki ülke Pakistan ve Türkiye. Afganistan içine doğru çökerken Savunma Bakanı Hulusi Akar bir yoklama ziyareti için Pakistan'da. Pakistan etnik kardeşi 'Taliban'ın' ilerlemesinden memnun şekilde Taliban'ın Kabil'de belireceği günün özlemi ile yanarken Ankara Pakistan'ı Talibanla pazarlıklarda aracı kılmak peşinde. Ama Pakistan'ın da bu konuda sicili epey bi bozuk.
ABD'nin aldığı çekilme kararının henüz erken dönemlerinde atağa geçerek ülkenin belli başlı stratejik bölgelerini ele geçiren Taliban son dört günde altı vilayet başkentini ele geçirdi. Afganistan'ın yaklaşık yüzde 75'ini kontrol eden örgüt şu anda 407 vilayetten 230'unu kontrol ediyor. Büyük şehirlerin ise yaklaşık yüzde 60'ı örgütün kuşatması altında. Doha'daki görüşmeler ile paralel olarak askeri stratejisini görüşmelere tahvil edecek şekilde tasarladığı anlaşılan örgütün ülkenin kuzeyindeki hızlı ilerleyişi herkesi şaşırttı. Özbek, Türkmen ve Tacik nüfusun ağır bastığı kuzey ve kuzeybatı bölgeleri ele geçiren Taliban aynı zamanda Türkmenistan ve Tacikistan sınırlarını ele geçirdi. Benzer bir gelişme İran sınırında yaşandı. İran sınırında uzun süredir kuşatma altındaki Afgan hükümetine bağlı yüzlerce asker Taliban'ın baskısı karşısında ülkeyi terk ederek teçhizat, araç ve silahları ile İran'a kaçtı.
ABD tarafından eğitilip donatılmış yaklaşık 300 bin asker ve bir o kadar yerel polis ve milise rağmen Afgan hükümetine bağlı güçlerin hızlı çöküşünün arkasında ABD'nin bıraktığı lojistik, teknik ve kurmay olarak yüksek derecede NATO'ya bağımlılık mirası yatıyor. Öyle ki eylül veya ekim ayında tamamen çekilecek olan ABD'li yüklenicilerin de ülkeyi terk etmesi ile Afgan hükümetine bağlı 40 kadar saldırı helikopterinin yarısından çoğunun uçamayacağı ifade ediliyor. Çünkü ABD ve NATO, Afgan ordusunu bu teknik konularda eğitmiş değil. Kısaca Taliban'ın korkulu rüyası Afgan Kava Kuvvetleri neredeyse çökme eşiğinde. Durma noktasına gelen Taliban'a yönelik hava operasyonları Taliban'ın hızlı ilerlemesinin en temel nedeni.
Tüm bu eksiklik ve bağımlılıkların üzerine Afganistan'ın en güçlü hükümetler ve barış döneminde bile merkezi hükümet ve kırsal, aşiret yahut cemaatler, arasında yaşanan yönetim krizini eklediğimizde Afganistan'da Taliban karşısındaki güçlerin çok parçalı, yerele sıkışmış, koordinasyondan uzak ve mikro/kişisel siyasi-ekonomik çıkarlarla bezenmiş yapısını eklemek zorundayız. Bu sosyolojik yapının, kırsalda egemen aşiret ve cemaat yapısının, Kabil hükümetini Taliban'a karşı gereken çok katmanlı, koordinasyon içinde ve odaklanmış askeri cevapları vermekten alıkoyduğunu söyleyebiliriz.
Geçmişten gelen sosyolojik siyasal yapının etkisi ve ABD-NATO'nun bıraktığı yarım yamalak askeri sistem ile gereken önlemleri almadan alelacele çekilen güçlerin oluşturduğu boşluk şu anda Afganistan'ın çeşitli yerlerinde Afgan ordusunun kitlesel şekilde taraf değiştirmesine, eski düşmanların yeni durumda anlaşarak ittifaklar yapmasına ve yirmi yılda ABD ve uluslararası toplumun kurmaya çalıştığı sistemlerin yerini hızla Taliban'ın almasına neden oluyor.
Afganistan'ın ünlü milis liderlerinden Ahmed Şah Mesut'un kardeşi, şu anda Afganistan'ın Londra'daki temsilcisi olan, Ahmed Veli Mesut Taliban'ın ilerleyişini durdurmakta zorlanan ve son günlerde büyük şehirleri de art arda kaybeden Afgan hükümetine bağlı ordunun durumunu özetlerken "Ordunun yolsuzluklara bulaşmış ordu komutanları ve politikacılar için savaşma motivasyonu yok. Doğru dürüst beslenemiyorlar bile. Neden savaşsınlar? Ne için?" sözlerini kullanıyor. En kısa tabirle Ahmed Veli Mesud bir ordunun sadece askere alımlar ve silahlandırma ile 'ordu' olamayacağını anlatıyor.
ABD'nin ve NATO'nun çekilmesi ile kurmay plan, lojistik, güven ve moral açısından büyük bir darbe alan Afgan hükümeti ordusu ve hükümet yanlısı milislerin durumunu en çıplak şekilde özetleyen Ahmed Veli Mesut'un sözlerinin yanı sıra Taliban'ın ülkenin kuzeyinde beklenmedik şekilde ilerlemesine neden olan bir diğer risk de savaş ağalarının, eski iç savaş komutanlarının o veya bu saiklerle Afgan hükümetini terk ederek Taliban'a katılması.
Türkiye'nin de desteklediği Ata Muhammed Nur ve şu anda oğlu Yar Muhammed tarafından komuta edilen Raşid Dostum'a bağlı güçlerin kontrol ettikleri Afganistan'ın kuzeyindeki Faryab, Belh ve Samangan'ın çok büyük kısmının hızla Taliban'ın kontrolüne geçmesinin ardından, bu savaş ağası konumundaki Kabil yanlısı milis güçler Aybak ve Mezar-ı Şerif şehirlerine çekildiler. Ancak Aybak kenti 9 Ağustos'ta çatışmasız şekilde Taliban'ın eline geçti. Çünkü kenti kontrol eden eski lider Ahmed Şah Mesut'un Cemaat-i İslami örgütünün bölgedeki komutanı Asıf Azimi ve adamları Taliban ile anlaştı ve taraf değiştirdi. Azimi yaptığı açıklamada Cemaat-i İslami'nin 1980'lerde Sovyet destekli rejime karşı savaşırken İslami yönetimi güçlendirmek amacıyla kurulduğunu ve 2001'den sonra ABD ile ittifak kurarak bu yoldan ayrıldığını söyledi. Azimi, "İslami bir hükümet istiyoruz. Bu hükümet Amerika'nın kuklasıdır. Kim buna karşı çıkarsa onu destekleyeceğiz" dedi.
Bu kayış ideolojik saikler içerirken ülkenin güneyindeki Kabil hükümetine bağlı güçlerin çatışmasız şekilde teslim ettiği üslerdeki askerlerin çoğunun düzenli maaş, ailelerinin can güvenliği ve maddi ihtiyaçlarının karşılanması karşılığında Taliban'a katıldığı biliniyor. Taliban bu katılımları medya yolu ile duyurarak diğer askerlere mesaj yolluyor. Askerlere göre daha eski tür bağlılık formları ile yönetilen ve 'han' odaklı, eski savaş komutanlarının feodal ilişkileri üzerine kurulu, milislerde bu geçişlerin daha yoğun olduğuna dair ciddi raporlarla karşılaşıyoruz. Diğer yandan Asıf Azimi gibi çok sayıda yerel liderlerin ülkenin kuzeyinde Taliban ile anlaştığı da biliniyor. Bu durum Afganistan'ın tarihi sosyolojik yapısının kırk yıllık savaşlarda kendisini nasıl askeri bir formda yeniden hissettirdiğinin en büyük kanıtı. Merkezi hükümetin dağınıklığı, eksikliği, merkezi ordunun ABD-NATO bağımlılığı nedeniyle yaşadığı çöküş yerel güçleri yeni güç merkezi olarak gördükleri Taliban'a yönlendiriyor.
Genel olarak çıkarları doğrultusunda güç simsarlığı yapan bu yerel savaş ağaları ve/veya eski komutanların Taliban'a katılmalarına rağmen daha uzun vadede ABD'nin yerine bölgede etkin bir istihbarat ve askeri olarak yükselecek bir güç gördüklerinde daha öngörülemeyen davranışlara geri dönme olasılığı göz ardı edilmemelidir. Bu unsurlar ancak Afgan geleneksel toplumunun, törenin, baskısı ile dizginlenebilir unsurlardır.
İsmail Han, Ata Muhammed Nur, Raşid Dostum gibi Tacik, Özbek ve Türkmen kökenli savaş ağalarının yanı sıra Afganistan'daki durumun yakın dönemde yeni Cumhurbaşkanı Reisi'nin hardline tutumu doğrultusunda oyuna girmesi beklenen İran'ın Hazaraları silahlandırması ile başka bir boyuta evirilmesi muhtemeldir. Zira, Taliban'ın temellerini oluşturan Peştunlar ile Hazara nüfus arasında tarihten gelen bir sürtüşme mevcut. Bunun yeniden tetiklenmesi ülkenin ortasında Hazara nüfusun baskın olduğu alan ve çevresinde savaşın gidişatını da değiştirebilir. Taliban'ın IŞİD saldırıları sırasında Hazara nüfusu koruma sözü vermesi ve Hazara ileri gelenleri ile görüşmeleri olsa da bugün Afganistan'da Kabil hükümetinin kontrol ettiği alanların haritasına bakıldığında tek güçlü ve bir arada duran alanın Hazara nüfus alanı ile neredeyse birebir uyduğunu görmekteyiz. Bu durum henüz farkına varılmamış oldukça güçlü bir mesaj içermektedir.
Böylesine karmaşık, dinamiklerin belirsiz, aktörlerin flu ve risklerin sadece silah gücü ile silinemeyeceği bir çatışma ortamında Türkiye'nin heves ile atıldığı Kabil havaalanı misyonunun karşısındaki en büyük gerçek görevin muharip olduğudur.
Millî Savunma Bakanlığı'nın görev muharip olmayacak açıklamasına rağmen Kabil'deki havaalanının işletme ve güvenliğinin sağlanmasının, Taliban'ın açıklamalarına bakarsak, henüz fiilen başlamasa da güçlü şekilde muharip bir duruma dönüşeceği açık. Zira Kabil'deki havaalanının askeri kısmı Afgan hükümetine bağlı uçar birliklerin Taliban'a karşı operasyonlarda kullandığı bir alan. Sivil kısmı olsa da havaalanın askeri kısmını koruyor olmak Taliban için sizi hedef haline getirecektir. Bu kaçınılmaz bir çatışma durumuna işaret etmektedir.
Bu sorunun Taliban ile çeşitli görüşmeler ile aşılacağı yönünde bazı görüşler sık sık dile getirilse de bu konudaki temel açmaz Doha'da Taliban ile müzakere etmek için Kabil ve hatırı sayılır sayıda büyük şehri elinde tutmak zorunda olan Kabil hükümetinin vereceği tepkidir. Şu an Kabil'e kuzeybatıda 15 km, kuzeydoğuda 30 km mesafede bekleme durumundaki Taliban ile anlaştığınızda ve örgüt Kabil'e yürüdüğünde havaalanını ve şehri korumayacak bir gücü Kabil hükümetinin neden kabul edeceğine dair cevaplanmamış bir soru ile karşı karşıya kalıyoruz. Aslında bu medyamızın titizlik ile sakladığı bir soru.
Bu konuda iki tarafla da anlaşma sağlandığını varsayalım. Ancak riskler bitmiş değil. Dağılan ordunun doğurduğu kaos, yerel aşiret güçleri ve savaş ağalarının çıkar odaklı konumlanışı Türkiye'nin her an Kabil içinden bir saldırıya uğrama ihtimalini de hesaplamayı zorunlu kılıyor. Bayram namazı sırasında başkanlık sarayının roketlerle vurulduğu Kabil'de Taliban'ın gerçekleştirdiği onlarca sızma operasyonu hala hafızalarda.
Diğer yandan Türkiye'nin mevcut durumda üstleneceği bir görevin lojistik zorlukları da aşikardır. Henüz kimse üzerinde çok konuşmamış olsa da Afganistan misyonu biçim, içerik, aktörler, güçler dengesi gibi pek çok önemli açıdan Suriye, Libya ve Azerbaycan'a benzemediği gibi lojistik açıdan da bu sahalara benzememektedir. Türkiye'nin muharip olmayacağını açıkladığı bir görev gücü için SİHA'ları değerlendiriyor olması ise ayrı bir tartışma konusu.
Türkiye, Afganistan misyonu ile teknik, kurmay, lojistik, moral ve güven açısından dağılan bir Afgan ordusunun koruyacağını umduğu bir Kabil'e gidiyor. Bu hızlı çöküş içindeki Afgan ordusunun yeniden toparlanması veya diriltilmesi ise oldukça uzak görünüyor. Bu açıdan ülke genelindeki çöküşün ABD'nin mirası olduğunu söylememiz gerekmektedir ve güvenlik açısından ABD'nin bıraktığı enkazı devralmanın çok yerinde olmadığı kanısındayım. Çöken orduların oluşturduğu anaforu Sovyetlerde ve sonrasında Orta Doğu'daki çöküş süreçlerinde tecrübe etmiş herkes Afganistan'da Taliban'ın ilerleyişi ile eş zamanlı çöküşün orta vadede çatışmaları genelleştireceğinin farkında. Yine bu dönemlerdeki çöküşlerde yaşandığı gibi ordunun yerine gelen savaş odaklarının çıkar merkezli hareketleri, istihbaratlar tarafından manipüle edilme riskleri Afganistan'ı tam anlamı ile savaş çukuruna dönüştürecek ve Türkiye'nin Kabil görevi bu risklerin merkezinde olacak.