Fırat Kalkanı’nın (FK), Cerablus-Bab-Rai üçgeninde statikleşmesi nedeniyle gözlerimiz Rakka’da. Varsa yoksa Rakka’yı konuşuyoruz. Ama Suriye’de Türkiye için Rakka’dan bile daha önemli bir yer var: Cilvegözü sınır kapımıza yaklaşık 40 km. mesafedeki, yani hemen burnumuzun dibindeki İdlib. Neden mi? Cevabım aslında yazımın da temel tezi: Çünkü İdlib’in akibeti Suriye’deki ve de dolayısı ile Türkiye’deki aşırıcı Selefi-cihatçı ağların da evrimini doğrudan ve derinden etkileyecek. Neden mi? Anlatayım.
Hem Suriye’de hem de Türkiye’de 'silahlı cihatçı motivasyonunu' besleyen dört aşırıcı Selefi ağ tipi var. Bunlar;
1. IŞİD bağlantılı/ilhamlı olanlar,
2. El Kaide/ Şam’ın Fethi Cephesi (Eski-Nusra)’ya bağlı/ilhamlı olanlar,
3. Ahrar-üş Şam ve Nureddin Zengi Hareketi gibi eski Nusra ile ‘ılımlılar’ arasında 'köprü' rolü oynayan, yani bir ayağı Eski Nusra’da diğer ayağı ise ‘Ilımlılar’ üzerinde olan ağlar,
4. Ilımlılar: Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) olarak Fırat Kalkanı’na aktif katılan ve şu an Kilis’teki Hawar Operasyon Odası'nda temsil edilen silahlı gruplar.
Yukarıdaki bu 4 farklı Aşırıcı Selefi ağ tipi etnik (Türkmen, Arap veya yabancı savaşçı), coğrafi ve sosyo-ekonomik (dayandıkları Sünni taban ve gelir kaynakları), ideolojileri (hilafet kavramsallaştırılmaları, şiddet ve demokrasi ile ilgili duruşları), stratejik hedefleri (Suriye içi yerel veya küresel vizyon), kullandıkları taktik/teknikler açısından birbirinden farklılaşıyor. Yani Türkiye’deki aşırıcı Selefi ağlar pek çoğumuzun sandığının aksine ‘tekçi' (monolitik) bir yapı değil, aslında birbirleri ile rekabet içinde (özellikle 1. tip olan IŞİD ve 2. tip olan El Kaide/Nusra) yapılar. Ama bu ağları birbirinden ayıran bir başka temel fark ise Ankara’nın bu ağlara yönelik tutumu.
Ankara, kesin olarak ‘terör örgütü’ yani ‘düşman’ gördüğü Türkiye’deki IŞİD ağlarına ocak ayının başından bu yana göz açtırmıyor. Öyle ki Reina saldırısından sonraki 80 günde göz altına alınan IŞİD militanı/sempatizanı sayısı neredeyse 2016’daki toplam rakam olan 3 bine yaklaştı. Ankara’nın IŞİD'e yönelik 2017’deki amansız mücadelesinin iki temel nedeni var. Bunlardan ilki Reina saldırısının Türkiye’de yarattığı şok etkisi ve tetiklediği tartışmalar. Hükümet yaklaşan referandum öncesi yeni bir IŞİD saldırısının bu tartışmaları yeniden alevlendireceğinin ve ‘Hayır’a yarayacağının farkında. Bu nedenle referandum öncesi böyle bir ‘budama’ şarttı. Diğer neden ise uluslararası görünürlüğü yüksek olan Reina saldırısının yarattığı uluslararası baskı ve Ankara’nın IŞİD'e daha sert yaklaşması konusundaki beklenti.
Ankara belki de daha önce ‘daha çok dost ama biraz da düşman’ olarak gördüğü El Kaide/Nusra ve bağlılarını Rusya’nın himaye ve desteği ile Esad güçlerinin düzenlediği ve başarı sağladığı Halep operasyonu sonrası artık ‘daha çok düşman’ olarak görmeye başladı.
El Kaide/Nusra ile ‘Ilımlılar’ arasındaki köprü ağlar ise Ankara için ‘şimdilik dost.’ Çünkü bu ağlar aslında Fırat Kalkanı’nda (FK) ÖSO unsurlarının sahada en cevval olanları ve de en çok kayıp verenleri. Unutmayın bu ağlar FK’da Türkiye’nin de Suriye kuzeyindeki çıkarları doğrultusunda kan ve ter döküyorlar.
‘Ilımlılar’ ise Ankara için ‘kesinlikle dost.’ Bu ağlar da Türkiye yani bizim için Suriye’de kan ve ter döküyor. Pek yazmıyor ama Suriye kuzeyinde halen devam eden Fırat Kalkanı’nda şu ana kadar yaklaşık 250’ye yakın ÖSO militanının Türkiye’nin ali çıkarları için hayatını verdiğini, 1000’e yakınının da yaralandığını not edelim.
Suriye kuzeyindeki çatışma günün sonunda ideolojik. Suriye kuzeyinde eli silah tutan militanlar milli bir bilinç için değil;
için ölüyor veya öldürüyor. Ankara Suriye kuzeyinde bir Kürt (veya PKK) koridoru ve onun güneyinde bir Şii koridoru istemiyor. Bu nedenle bir şekilde cihatçı motivasyonu bu iki düşman motivasyona karşı kullanmak zorunda olduğunu hissediyor. Ama Suriye kuzeyindeki küresel ağaların (yani Fırat batısında Rusya, Fırat doğusunda ise ABD’nin) temel düşmanı Selefi-cihatçı motivasyonun IŞİD ve bir dereceye kadar El Kaide/Nusra tipleri ve bu tipleri bastırabilmek için Kürt etno-milliyetçi motivasyonu kullanıyorlar. Şimdi kritik soru şu: Ankara günün sonunda ABD ve Rusya’nın yanında yer alarak Selefi-cihatçı motivasyonu yok etmeye mi yoksa Kürt etno-milliyetçi ve Şii motivasyonu dengelemek için yönetmeye mi yoğunlaşmalı? İşte bu kritik sorunun cevabını giderek yaklaşan ve el Kaide/Nusra’nın Suriye’deki kalesi tabir edilen ve Halep’le Hama ve Humus’tan gelen muhalif savaşçılarla şu anda 2. ve 3. tip motivasyonların Suriye’deki merkezi haline gelen İdlib’e yönelik operasyonda Ankara’nın nerede duracağından anlayacağız. Acaba Ankara Rusya’nın yaklaşan İdlib operasyonunda acaba nerede duracak? Rusya’ya;
Halep'le Hatay arasında kritik bir kavşak kenti olan ve Cilvegözü’ne en yakın Suriye şehri olan İdlib Halep'teki yenilgilerini takiben terk etmek durumunda kalan yukarıdaki 4 tipteki cihatçı muhaliflerin (ama ağırlık 2 ve 3’te) hepsinin toplanma noktası oldu.
Ben Rusya’nın Fırat Kalkanı’na Türkiye’nin Halep’teki haklarını vazgeçmesi ve daha da önemlisi dağınık durumdaki ‘Sünni muhaliflerin’ hem askeri anlamda sahada hem de siyasal anlamda masada tek çatı altında toplanması karşılığında izin verdiğini düşünenlerdenim. Yani Rusya’nın Fırat batısındaki temel amacı 2 aşamalı:
1. Öncelikle Şam, Hama, Humus vb. bölgelerde kalan Sünni muhalifleri ‘bir şekilde’ aileleri ile birlikte yaşadıkları yerlerden göçe zorlamak ve bu dağınık muhalifleri bu ‘depoda’ toplamak. İşte İdlib şu anda Halep’ten, Hama’dan ve Humus’tan kaçan muhaliflerin toplanma noktası. Bu aşamada kritik soru şu: Acaba Rusya İdlib’te toplanan bu ‘cihatçı motivasyonlu’ muhaliflerin Türkiye kontrolündeki Cerablus-Bab-Rai üçgenine geçişlerine izin mi verecek? Eğer buna izin verirse sahada bu işin koordinesi için Türkiye’ye çok iş düşecek gibi. Yoksa bu muhalifleri Halep’te yaptığı gibi İdlib’te de ağır hava bombardımanları ile beton yığınlarına mı gömecek?
2. Ben Rusya’nın Fırat batısında ikinci aşamasının Suriye kuzeyindeki tüm ‘cihatçı motivasyonlu’ Sünni muhalefeti Türkiye kontrolündeki Cerablus-Bab-al Rai üçgenindeki ‘depo bölgeye’ yığacağını düşünüyorum. İşte Sünni muhalefetin bu depoya gönderilmesi ve depoda tutulması durumuna göre Türkiye’ye ya Cerablus-Bab-al Rai üçgenindeki başarısını tahkim etme (konsolide etme) ya da İdlib operasyonu sonrasında Suriye kuzeyinden çekilmesi gündeme gelecek.
Bence Rusya’nın Suriye’deki ‘cihatçı motivasyonlu’ Sünni muhalefetin bu depoya yığılması ve depo içinde kontrol altında tutulması için ‘şimdilik’ aslında IŞİD'le bir cephesi kalmadığı için uluslararası meşruiyeti tartışmalı konuma gören ve de misyonunu tamamlayan Fırat Kalkanı’nın devam etmesine izin vermesinin de temel nedeni bu.
Rusya şunun farkında: İdlib’te toplanmasına izin verdiği silahlı Sünni muhalefetin Fırat Kalkanı nedeni ile oluşmuş depo olmazsa kaçacak yeri olmayacak. Kaçacak yeri olmayan bir silahlı direniş de kendisini kanının son damlasına kadar savunur.
Yukarıdaki 4 cihatçı motivasyon tipinde ‘elit’ yani lider veya komutan düzeyinde bir geçişgenlik yok. Yani elitlerin pozisyonları genelde sabit. Ama bakın sahada ‘militan’ düzeyinde bu 4 tip arasında önlenemez bir geçişgenlik var. Suriye’de Sünni muhaliflere sorduğunuzda çoğunluğunun IŞİD olmasa bile 2, 3 ve 4. tiplerde çeşitli dönemlerde bulunduğunu hatırlarsınız. Reina saldırganı Maşaripov’u hatırlayın. Afganistan’da El Kaide’de başlayan ‘militan’ hayatı, Suriye’de Nusra’da, sonra belki bir ara köprü ağlarda en sonunda da IŞİD'de sona eriyor. Yani Maşaripov sırası ile bütün ağlarda bulunmuş. İşte Ankara’nın şayet verdiği karar PKK ve Şii koridorlarını yok etmek için ‘cihatçı motivasyonu’ yönetmek olursa ‘militan’ düzeyindeki geçişgenlik onu ABD ve Rusya ile karşı karşıya getirebilir.
Rusya’nın Fırat batısında Türkiye’ye biçtiği bir başka rol ise yukarıdaki 2. ve 3. tipteki daha radikal tipteki ‘cihatçı motivasyonları’ ılımlılaştırılması. Acaba Türkiye bu görevi başarabilir mi? Cevap Cerablus’ta. ‘Cerablus’u yakından takip edin!’ derim. Ankara’nın IŞİD sonrası önerdiği yönetim modeli Cerablus’ta kuruluyor. Acaba tüm dış etkenler yok olduğunda "ılımlıların radikalleşip radikalleşemeyceğini" veya "radikallerin ılımlılaşıp ılımlaşamayacağını" Cerablus’taki yerel yönetimin evrimi gösterecek.
1. Kabus senaryosu: Rusya, İdlib’e aynen Halep’e yaklaştığı gibi ‘demir yumrukla’ yaklaşır. Şehri yakar, yıkar. Hatta bunun için Afrin’deki YPG güçlerini de kullanır. İdlib’teki direnişi kırmak için şehri yaşanmaz hale getirir ve şehrin Türkiye ile bağlantısını keser. Aralarında silahlı muhaliflerin (özellikle 2. ve 3. tipteki ağlardan militanların) olduğu on binlerce mülteci, Türkiye kontrolündeki Cerablus-El Rai-El Bab üçgenine ulaşmak için ya kuzeye ya da Türkiye’ye geçmek için Cilvegözü’ne yani batıya ilerler. Rusya’nın İdlib’teki operasyonuna yardım etmesi, göz yumması veya izin vermesi nedeniyle daha da radikalleşen 2. ve 3. tip ağlar Türkiye yanlısı ılımlılara katılıp ÖSO bayrağı altında toplanmak yerine ‘terörize’ ağlar şeklinde yer altına inerler. Yer altına inen bu ağlar ‘yeni bir IŞİD türü’ olarak ‘ılımlıları’ daha da radikalleştirir. Ayrıca Rusya destekli YPG güçlerinin İdlib saldırısı nedeniyle Kürt etno-milliyetçi motivasyonla Selefi-cihatçı motivasyon arasındaki silahlı çatışma Türkiye’ye sıçrar. Ayrıca İdlib travması ile Türkiye’deki 3. ve 4. tip ağlar daha radikalleşir ve ‘militan’ düzeyindeki geçişgenlik sayesinde terör saldırılarına karışırlar.
2. En iyi durum senaryosu: Türkiye’nin Fırat batısında Rusya, Esad güçleri ve muhalifler arasında yürüttüğü ateşkes ve diplomatik çözüm müzakereleri başarılı olur, muhalifler ile Rusya/Esad rejimi arasındaki müzakerede arabulucu olarak konsolide bir rol üstlenir ve yumuşak bir geçiş süreci ile İdlib krizinin aşılmasını sağlar. Ayrıca İdlib ve çevresinde çatışma sonrası inşasında aktif rol oynar. 3. tip köprü ağlar ve el Kaide/eski-Nusra bağlantılı ağların ‘ılımlılaştırılması’ hedefi gerçekleştirilir. Bunların Cerablus-Bab-al Rai üçgeninde ÖSO şemsiyesi altında toplanmaları, sahada tek güç ve tek siyasi aktör haline gelmeleri sağlanır.