Önce kısa bir not: 17 Temmuz günü yazdığım ‘Darbe girişiminin anatomisi’ başlıklı yazımda cuntaya katılan gruplar arasında zikrettiğim ‘sert Atatürkçüler’ ifadesi haklı olarak pek çok okurumuzu üzmüş. Gelen tepkilerden o yazıda kişiler/kimlikler üzerine bir analiz yapmanın hata olduğunu gördüm. Bana kırılan gönül dostlarımızdan özür dilerim. Bundan sonra da bu hassas konuda kişi/kimlik üzerinden analizler yapmayacağımı da ekleyeyim. Ama lütfen beni anlayın: Yazsam böyle hatalar oluyor, sussam gönül razı değil....
19 Temmuz sabahı itibarı ile 60'ı polis, 3'ü asker, 145'i sivil 208 kişinin hayatını kaybettiği darbe girişiminde gözaltına alınan asker sayısı 6700’i geçti. Açık kaynaklara yansıyan bilgilerden yaptığım çıkarıma göre bunlardan yaklaşık 4 bine yakını (yüzde 65) zorunlu asker (Mehmetçik), 2700’e yakını (yüzde 30) ise rütbeli personel (general, subay, astsubay ve uzman çavuş). Rütbelilerin yaklaşık 1000’e yakını binbaşı ve üstü üst rütbeli subay (yüzde 15) olan gözaltına alınanlar arasında 130’a yakın general (Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki toplam general sayısının üçte biri). 19 Temmuz akşamı gözaltına alınan generallerden de 19 Temmuz itibarı ile 80’e yakını tutuklandı. Ankara’da 32 general/amiral, İstanbul’da 15 general/amiral, İzmir’de de 13 general/amiral tutuklanmış. Tutuklamalar hâlâ devam ediyor.
En çok gözaltına alınan asker 2800’e yakın kişi ile (yaklaşık yüzde 40) Başkent Ankara’da. Ankara’yı yaklaşık 1500 gözaltı ile İstanbul (yaklaşık yüzde 25) izliyor.
Türkiye’nin 40 ilinde gözaltıların olduğu görülüyor. İstanbul ve Ankara dışındaki illerin çoğunda gözaltılar sözde il sıkıyönetim listelerinde adı geçen tuğgeneral-albay rütbesindeki bir lider cuntacı ile sınırlı. Buradan anlaşılıyor ki cuntacılar Ankara-İstanbul’da gerçekleştirdikleri ilk aşama olan ‘TSK’ya darbe’ ile askeri hakimiyeti sağladıktan sonra illerde bu kişilere siyasi erki devredecekler ve onlara kendi ekiplerini kurduracaklar bu sayede bu yazının en sonunda açıklayacağım ‘Cunta treninin’ arkasına önce tüm TSK’yı, sonra ise tüm Türkiye’yi takacaklardı.
Dezenformasyonla gerçek bilginin birbirine karıştığı, hakkında ciddi ciddi düşünülmesi gereken bu darbe girişiminin üzerine analitik bir yaklaşımla kafa yormak yerine olayın magazinleşerek sulandığı çok kritik bir süreçten geçiyoruz. Ne oldu? Kim bunlar? Ne istiyorlardı? Gerçek amaçları neydi? Onları bir araya getiren temel motivasyon neydi? Hepsi Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) üyesi mi? Arkalarında gizli bir ‘yabancı’ güç var mı? Neyi ve nasıl planladılar? Darbe başarıya ulaşsaydı ne yapacaklardı? Nasıl ve hangi süreçlerle halka acımasızca ateş edebilecek kadar canileştiler (radikalleştiler)? Bu kadar sivil cana nasıl kıyabildiler? O kapkaranlık 15 Temmuz gecesi yaşadıklarımız plansız ve spontane gelişen bir ‘toplu cinnet’ hâli miydi yoksa bu vahşete ve insanlık dışı görüntülere çok planlı bir mekanizma tıkır tıkır işleyerek mi neden oldu? Bundan sonra ne olacak? Türkiye’nin bir daha darbe karanlığına dönmemesi için neler yapılması gerekir?
Bu soruların cevaplarını elbette ki zaman içinde bulacağız ama ben bu karmaşık grup (klik)-aktör-yapı-ilişki-olay paketini bir nebze olsun size açmak isterim. Amacım demokrasimize ve millet iradesine kast eden bu hain saldırıyı kalbimizle (duygularla), ki zaten bu medyamızda yeterince yapılıyor, beynimizle (bilişsel) süreçlerle, teknik olarak analiz etmek ve bu analizimi bilinmesi gerektiği kadarı ile kamuoyu ile paylaşmak. Bu sayede bu kitlesel paranoyadan ve melankolik ruh halinden çıkarak, duyguların yerini fikirlerin alabileceğini düşünüyorum. Biliyorum bu devirde hele ki T24’te yazmak çok zor ama bana vicdanım ‘Yapıcı olması kaydıyla eleştirisel bakışını da koruyarak yazmalısın!’ diyor çünkü şu anda mevcut ‘durumun’ bir hasar tespitinin yapılmasına ve kafamızda uçuşan bilgilerin tutarlı bir şekilde yere inmesine çok ciddi ihtiyaç var. Çünkü şu kritik dönemde ivedilikle toparlanması gereken TSK’nın uluslararası itibarını bir an önce kazanmasına ve eski caydırıcılığına kavuşmasına çok ihtiyacımız var.
Bilen bilir. Doktoramı TSK’nın kurumsal dönüşümü üzerine yaptım ve 15 Temmuz gecesi belki de ülkenin kaderinin belirlendiği Genelkurmay Başkanlığı'nda 2011-2015 arası 4 sene çalıştım. 2015 başında da akademikler çalışmalar için kendi isteğimle maaşsız olarak erken emekli oldum. Bu anlamda içinde 17 sene emek verdiği kurumu ‘akademik nesnesi’ haline getiren şanslılardanım. Ama belki de 15 Temmuz sonrası ‘şanssızlardanım’ mı demeliyim bilemedim? 1.5 senedir de tamamen şeffaf şekilde, objektif ve teknik analizlerle, biraz da ‘yaramaz mizacım’ gereği eleştirisel bir yaklaşımla kamuoyunu aydınlatmaya, zihinlerde farklı düşünce balonları yaratmaya çalışıyorum. Bir anlamda genelde pek de bilmediğimi/konuşmadığımız askeri-güvenlik alanına tamamen bireysel çabalarımla akademik bir analiz kalitesi getirmeye çalışıyorum. Bundan siz ne kadar memnunsunuz ve sayın siyasi karar alıcılar ile emekli olduktan sonra hiç görüşmediğim Sayın Komutanlarım ne kadar hoşnut bilemiyorum ama bir kusurum varsa affola ve kalemim de gücünüz karşınızda kıldan ince. İstersiniz tek bir fiskeyle kırabilirsiniz.
Şimdi biraz da askeri-sosyolojik bir yaklaşımla aslında 15-16 Temmuz gecesi ne olduğunu anlatmaya çalışayım. Bu yazıda da temel bilgi kaynağım birazcık mesleki tecrübem ama daha çok cuntanın açık kaynaklara da düşmüş WhatsApp görüşmeleri ve cuntanın hazırladığı dokümanlar (bunlar arasında basına düşmeye başlayan ifadeler, Genelkurmay'dan askeri birliklere gönderilen mesaj emri ve cuntanın atama listesi önem kazanıyor). Kendi mesleki tecrübem ve bu basına düşen dokümanlar dışında mizacım ‘iliştirilmiş’ olmayı kaldıramadığı için hiçbir ‘kaynaktan’ bilgi almadım, beslenmedim.
Aslında olan ‘şey’ ne?
Önce 15 Temmuz'da hepimizi derinden üzen ‘şeyin’ ne olduğunu tanımlamak lazım. Bu ‘şey’ aslında daha önce hiç yaşamadığımız bir ‘istisnai hâl’ idi. İlk kez yaşadığımız bu ‘şeyi’ oluşturan 4 şiddet süreci var aslında.
Bunlardan ilki DARBE teşebbüsü. Niçin darbe teşebbüsü? Çünkü silahlı şiddetle zor kullanarak seçilmiş sivillerden siyasi irade alınmak isteniyor. Bu TSK’nın komuta kademesinin 90’larda sık sık yaptığı emir telakki edilen tavsiye kararları ile siyasi iradeyi etkilemenin, hatta en son 28 Şubat sürecinde REFAHYOL hükümetinin düşürülmesi ile neticelenen tehdit yolu ile sentetik süreçlerle ama şiddet kullanmadan siyasi iradeyi düşürmenin çok ötesinde bir şey. Açıkça 15 Temmuz akşamı silahlı şiddetin kontrolsüz uygulandığı başarısız bir darbe girişimi.
Ancak aynı zamanda 15 Temmuz akşamı yaşanan darbe olduğu kadar belki de örneği IŞİD’in intihar saldırılarında gördüğümüz, terörün de ötesinde bir silahlı şiddet türü. Yani kastedilen şey seçilmiş cumhurbaşkanı ve hükümet kadar kadar milletin de can güvenliği. Özellikle Boğaziçi köprüsü, Taksim, Atatürk Havalimanı, Beylerbeyi Sarayı, Genelkurmay, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Meclis etrafında toplanan sivillere yönelik havadan yapılan uçak füze atışları ve taarruz helikopteri atışları Türkiye’de terörün geleneksel tanımlarının ötesinde bir terör boyutu. Artık adına ‘meta-terör’ mü deriz, yoksa ‘yıkıcı terör’ mü bilemiyorum ama özellikle 16 Temmuz sabaha karşı 3’den sonra uygulanan şiddeti ben ‘darbenin amacına ulaşamayacağını anlayan’ cuntacıların son bir çare olarak şok-korku yaratarak halı dağıtmak ve sivil iradeye diz çöktürme amaçlı ‘meta-terör’ olarak tanımlıyorum.
Son olarak 15 Temmuz akşamı daha önce Türkiye siyasi tarihinde örneğini görmediğimiz bir şiddet türü olarak sivil seçilmişe (Cumhurbaşkanı'na) yönelik ‘yargısız infaz/suikast’ ihtimali ve kendi TSK unsurlarımıza, polise ve MİT’e yönelik ‘orantısız askeri şiddet’ (tabancaya ve tüfeğe karşı taaruz helikopterlerinin 20 mm.topu ve 2.75 inch roketleri kullanılmış)
Kısaca biz 15 Temmuz gecesi ‘darbe’ olarak kısaca tanımlasak da başarısız darbe, meta-terör, başarısız yargısız infaz (suikast) ve dost unsurlara orantısız askeri şiddet gibi değişik şiddet süreçlerini aynı anda 22.00-07.00 arasındaki 9 saatte konsantre bir şiddet paketi içinde yaşadık.
Bu şiddet paketinin bir ‘dip ideolojisi’ yok ama birden fazla ‘motivasyonu’ var
Savcılık ifadeleri ve dava süreçlerinin başlaması ile göreceğiz, ama benim listelerde yer alan isimlerden ve özellikle açık kaynaklara da düşen İstanbul WhatsApp görüşmelerinden çıkardığım önemli bir sonuç, 15 Temmuz gecesi yaşadığımız şiddet paketini geçmiş darbe tecrübelerinden farklı kılan önemli bir özellik cuntacıları bir arada tutacak bir tutkal işlevi görecek bir ‘dip ideolojiden’ yoksun olması. Aslında bu darbe girişimi, TSK içinde belirli çıkarları-amaçları olan küçük klik-çiklerin belli motivasyonlarla bir araya geldiği heterojen bir grup-aktör-ilişki yumağı yönünde. 17 Temmuz’daki ‘Darbelerin anatomisi’ yazımda da belirttiğim gibi sayın savcı ve hâkimlerin soruşturma ve dava süreçlerinde en büyük sorunu aslında cunta içinde birbiri içine geçen bu güç hiyerarşisini ve ilişkilerini nasıl çözüp birbirinden ayıracağı olacak.
Cunta içindeki bu grup-aktör-yapı-ilişki çorbası içinde öne çıkan önemli MOTİVASYONLAR:
1. FETÖ’cü Motivasyon: Bu motivasyonun cunta içinde bilinci en yüksek, güç hiyerarşisinde en yukarıdaki motivasyon olduğunu düşünüyorum. Ama bu motivasyonun nasıl tanımlanacağı da çok önemli. Önemli olan bu girişim başarıya ulaşırsa tüm askeri yargı sisteminin başına getirilmesi beklenen cuntacı eski Genelkurmay Adli Müşaviri’nin FETÖ’cü motivasyonu ile örneğin askeri ile boğaz köprüsünde barikat kuran bir FETÖ’cü üsteğmenin motivasyonu arasında fark var mıdır? Ya tutuklu ifadelerindeki itiraflardan ya da savcılık iddianamelerinde bunu göreceğiz. Bu sayede ilk kez özellikle son 2-3 yıldır bir karabasan gibi Türkiye’nin üzerine çöken FETÖ’cü motivasyonu bir ‘suç’ olarak somut bir şekilde tanımlamış, elle tutulur hale getirmiş olacağız.
2. Hükümet/ Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan karşıtlığı motivasyonu: Ne yazık ki gözaltı listelerini inceledikçe böyle görünen kişilerin (ama belki de aslında FETÖ'cüler) de aralarında olduğunu görüyorum. Kafa karıştıran soru şu: Acaba böyle görünen kişiler aslında FETÖ’cü idi de gizlenmek (tedbir) amaçlı mı böyle göründü? Bu noktada da dava süreçlerinde tutuklananlar arasında ‘Evet ben FETÖ'cüyüm şeklinde itiraf edenler çıkarsa onların ifadelerinden ‘TSK içindeki FETÖ’ tipolojisinin ne olduğunu tam olarak görebileceğiz. Ki okudukça beni şoka sokan Genelkurmay Başkanı emir subayı cuntacı Levent Türkkan’ın basına düşen ifadesi tipoloji hakkında önemli bilgiler veriyor.
3. Laik refleks: Bu motivasyon önemli, çünkü yine gözaltı listelerinde laiklik hassasiyeti aşırı yüksek (belki de FETÖ'cü oldukları için kendilerini böyle sakladılar) cuntacılar olduğu da görülüyor. Bu kişilerin aslında FETÖ'cü mü oldukları, kendi bireysel tercihleri nedeni ile mi bu cunta trenine bindikleri, yoksa organize bir kararla mı katıldıkları yine ifadelerle ortaya çıkacak.
4. Terfi/makam ve şahsi çıkar için pragmatist tavır: Özellikle generalliğe yükselecek albaylar ve tuğgeneraller arasında bu motivasyonun yüksek olduğu kanaatindeyim.
5. Askerliğin bir şartı olarak komutanın emrine mutlak itaat ederek bu kalkışmaya katılmak zorunda kalanlar: Tabii ki harp okulu, askeri lise öğrencileri, Mehmetçikler ve düşük rütbedeki askerlerde bu motivasyonun daha yüksek olması normal.
6. Tehdit/Şantajla cuntaya katılmak zorunda bırakılanlar Unutmayın: Balyoz ve Ergenekon süreçleri gösterdi ki FETÖ sahte delil, belge, görüntü üretme veya mevcut olanları manipülatif kullanma konusunda çok mahir. Bu nedenle bu motivasyonla ‘cunta trenine’ binmeye zorlanmış kişiler de olabilir.
Şimdi size bu karmaşık aktör-ilişki çorbasını daha da basitleştirmek isterim. Dedim ya aslında karşımızda bir ‘cunta treni’ var.
Bu trenin en önünde kesinlikle ‘lokomotif’ rolünde olan FETÖ’cü motivasyon var. Bu motivasyon diğer vagonları çekiyor. Öncelikle kesinlikle bu lokomotifin bir mürettebatı ve ‘business class’ yolcuları olduğunu görmek gerekiyor. Bu lokomotifin kritik personelinin Ankara’da Genelkurmay ve Jandarma karargâhları ile Akıncı Üssü'nde olduğunu tahmin etmek zor değil.
Aslında diğer motivasyonlar yukarıdaki güç hiyerarşisi sırası ile birer vagon misali ‘FETÖ'cü motivasyonun’ arkasına dizilmiş. 15 Temmuz akşamı askeri hareketlenmeler başlayınca darbe deşifre oldu. Bu durum planlanandan erken, apar topar ‘Tren kalkıyor!’ mesajının verilmesine neden oldu. ‘Tren kalkıyor’ mesajını veren de tabii ki darbe girişiminin lokomotifi olan FETÖ'cü mürettebat.
Ama unutmayın bu lokomotiftekiler birer takiye (tedbir) uzmanı. Onların arasında sert hükümet karşıtı görünenler de, sert-laik görünenler de var. İşte zannımca bu ‘GİBİ GÖRÜNEN FETÖ'cülerin’ TSK içinde, özellikle Ankara’daki kritik karargâhlarda yarattığı asabiye (veya sosyolojik enerji) diğer vagonları FETÖ'cü lokomotife bağlayan bağ oldu. Mesela siz komutanlara çok yakın konumdaki bu kritik görevdeki FETÖ'cülerin aylarca her Allah'ın günü Genelkurmay Karargâhı'nda odaları ziyaret ettiğini, subaylarla görüştüğünü, onların kafalarını-kalplerini bulandırdıklarını, asabiyeyi şişirdiklerini düşünün.
İşte biz bu ‘bağları’ görmez ve toptancı/indirgemeci yaklaşımlarla bu hayati olaya yaklaşırsak korkarım ki TSK, belki de kendine en çok ihtiyacımız olan dönemde masada kalabilir.
Şimdi şu nokta kritik. Bu apar topar verilen ‘Tren kalkıyor!’ mesajı ile kesinlikle eminim, trenin bu 6 motivasyon vagonunda olan bir kısım subaylar trenden indi, bu trende olmayan bir kısmı da trenin kendini en çok motive eden motivasyon vagonuna bindi. Belki de TSK içindeki bir kısım personel trenin var olduğunu biliyor, ama ne zaman kalkacağı konusunda bilgisi bulunmuyordu. Belki de bir kısmının ise trenin varlığından bile haberi yoktu.
O zaman ben bu ‘Cunta treni’ benzetmesi ışığında bütün TSK’yı (özellikle subayları) şu gruplara ayırıyorum:
Ne yazık ki görebildiğim kadarı binbaşı ve üstü rütbelerde 15 temmuz gecesi cunta treninde olan, ‘Tren kalkıyor’ mesajından sonra son anda inen, ama bu mesajla son anda da binen ve varlığını hissedip de habersiz kalan pek çok subay var. Yukarıdaki 6 motivasyon çeşitli oranlarda bu cuntacıları güdüledi ve onlar da bu hain planın bir parçası oldu.
Bu cunta trenindekiler kesin suçlular ve beter olsunlar. Ama şimdi kritik soru şu: Peki ya bu cunta treninden son anda inenler, veya varlığını hissedip de gerekli müdahaleyi yapmayanlar veya en önemlisi bu trenin varlığından makamları gereği (görevde ve emekli) haberdar olması gerekip de haberdar olamayanlar suçlu mu?
Cevabı size bırakıyorum, ama bilmeniz gereken yukarıdaki bu ilk 5 grup ifadelerden anlayabildiğimiz kadarıyla TSK’nın komuta kademesinin büyük bir çoğunluğunu oluşturuyor.
Şimdi Türk yargı sistemi hukuken, siyasi irade ise siyaseten TSK’yı ameliyat masasına yatırmış ve beynindeki merkezi sinir sistemine ‘kritik operasyonu’ yapıyor. Neşter ellerinde. Öyle bir andayız ki şöyle düşünün. Bir mikromilim o taraftan bu habis uru alsalar hasta ‘felç olur’, sokağın şehvetine uyup o tarafa biraz daha kalın girseler hasta masada kalır. Ama merhamet edip bu tarafa da bir mikro milim yakın kesseler bu ‘habis ur’dan TSK içinde küçük bir parça kalır ve ileride yeniden büyüyebilir. Hani hep dilimize pelesenk olmuş bir klişedir ‘Ordunun demokratik ve sivil kontrolü.’ İşte TSK ameliyat masasında ve ağır bir ameliyat altında. Sivil irade ve yargı ise ameliyatı yapıyor. İsterlerse ‘hastayı’ öldürür, isterlerse felç eder ömür boyu yatalak bırakır süründürürler, isterlerse de hastayı iyileştirirler. Yakında hangi kararı verdiklerini görürüz.
Son olarak: Tüm bu sis içinde benim için görüşleri kutup yıldızı olacak bir büyüğüm, Emekli Orgeneral Işık Koşaner hâlâ sessiz. Keşke onun değerlendirmelerini de duyabilsek. Çünkü şu günlerde inanın onun değerlendirmelerine hava gibi, su gibi ihtiyacımız var.